20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Kültür nasıl konuşulmalı?

Kültürün tabiatı itibarıyla radikal bir fikir olmadığını hatırlatan Terry Eagleton’ın postmodern zamanlara rastlayan müdahaleleri, kültür konusundaki kimi aşırı savlar karşısında önemli bir panzehir sunmaya devam ediyor. Mesele şu ki, kültürün sınırlarına ilişkin bir miktar hassasiyet geliştirmeden, bu kavram üzerine siyasi ya da kuramsal sorular soramayız.

ASIM ÖZ12 Eylül 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Kültür nasıl konuşulmalı?

İngiliz edebiyatının günümüzdeki en önemli eleştirmenlerinden biri kabul edilen Terry Eagleton, kültürü çeşitli açılardan ele alan ve bunu süreklilik içinde dahası kavramın çeşitli bağlamlarda yüklendiği anlamları ihmal etmeden yapan önde gelen isimlerden biridir. Ne var ki etki alanı epey sınırlıdır bu üretken müellifin. Eagleton’ın çalışmalarını takip eden James Smith, onun çeşitli alanlardaki etkisinden bahsetse de 1970 sonrasında önem kazanan diğer birçok ismin aksine ‘Eagletoncı’ eleştirel kuramdan söz etmenin yahut Eagleton’dan kurucu diye bahseden bir akım ve izleyici bulmanın zorluğundan söz eder.

Marksizmden psikanalize, feminizmden göstergebilime çok geniş bir kuramsal yelpazeye dayanan ilk kitabı Shakespeare ve Toplum’dan (1967)  okurlarını kültür meselesinin ta göbeğine davet eden Kültür (2016) kitabına kadar Terry Eagleton’ın edebiyat ve kültür eleştirisinde özellikle güncel entelektüel gelişmelere yaratıcı karşılıklar vermesi nedeniyle düşünce tarihi çalışmalarına büyük katkıları olmuştur. Eagleton’ın henüz yolun başındayken yazdığı ilk kitabını ve hocası Raymond Williams’ın müşterek kültürle ilgili fikrini netleştiren ilk makalelerinden “Ortak Bir Kültüre Doğru” (1968) başlıklı metnini çok farklı dönemlerde eleştirinin toplumsal ve entelektüel meselelerle nasıl bağ kurabileceğini gösteren anahtar iki gösterge şeklinde değerlendirebiliriz.

KÜLTÜRE DAİR MÜDAHALELER

Yaptığı yayınlar çoğu zaman “mevcut tartışmalara polemikçi müdahaleler” şeklinde değerlendirilen Terry Eagleton, 2000 yılında Blackwell’in “manifestolar” serisinin ilk kitabı Kültür Yorumları’nda, her zaman ya abartılan ya da küçümsenen hatta kimi durumlarda son derece muğlak bir hâl alabilen kültür kavramını anlamayı denedi. Kimlik politikalarının, postmodernizmin yanılsamalarının ve genel olarak medyanın etkisiyle çok önemli bir konuma yükseltilen bir zamana denk düşen bu müdahale, aynı zamanda sol düşüncenin günden güne kültürelci bir bağlamda gelişmesinden duyulan rahatsızlığın neticesiydi.

Meseleyle ilgili ufuk açıcı incelemelerini sürdüren Terry Eagleton, kültür üzerine yazdıklarıyla zamanla kültürün pasif alımlanışı düşüncesine odaklanan vurguyu değiştirmek gerektiğini kanıtladı. Modern kültür fikrinin kaynaklarını araştıran Eagleton, seküler modernliğin açtığı boşlukta kültürün “Tanrı’ya vekillik yapmak” için icat edilme sürecini Tanrı’nın Ölümü ve Kültür (2014) kitabında uzun uzadıya anlattı. Hatta “kültür” kelimesiyle dinî bir terim olan “kült” arasında etimolojik ilişkinin altını çizdi. İrlanda motifinin hâkim olduğu Kültür kitabı ise Eagleton’ın uzun süre kültür ve siyaset düşüncesi hakkında teorik bir sermaye biriktirdikten sonra yazdığı bu kitapların devamı niteliğindedir. Müellifin, eleştirel bir analiz çerçevesinde kültürle ilgili hatırı sayılır kitaplarına bir yenisini eklediği söylenebilir rahatlıkla. Eagleton, sömürgecilikten Alman Romantiklerine, İrlandalı devrimcilerden “dini yerini alacak bir alternatif arayışının neticesi” kültür endüstrisine, Jakobenlerden “ulusların kendilerini kolayca aklamalarına yol veren” kültürel göreceliğe epey geniş bir yelpazede, modernliğin başlangıcından günümüze uzanan dönemde, zihinlerin takılı kaldığı kültür fikrini elden avuçtan kaçamayacak bir şekilde kavramayı deniyor.

Öteden beri postmodernizmin yanılsamalarına ilişkin analizleriyle öne çıkan Terry Eagleton, toplum ve kültür kuramının bu hararetli alanında ses getiren fikirler ileri sürer. Pek revaçta olmayan bir yaklaşımla kültürü insan var oluşunun temeline yerleştiren postmodern kültürel farklılık, çeşitlilik, çoğulculuk, melezlik ve kapsayıcılık pusularının geç kapitalizmin piyasa ve tüketim mantığıyla uyum içinde olduğunu belirtir. Kültür ve siyaseti birbirinden ayıran ya da bunları indirgeyen varsayımlar hakkında detaylı analizler yapmanın yanı sıra Eagleton, kültüre dair bütünlüklü bir tanım yapmanın imkânsızlığını teslim eder. Fakat kültürün insanlığın küresel ölçekte karşı karşıya bulunduğu acil sorunlardan ziyade, doğrudan siyasetin alanına dâhil olduğunu her zamanki akıcı ve çarpıcı anlatımıyla hatırlatmaktan da geri durmaz.

İKTİDARIN KÜLTÜRE DÖNÜŞMESİ

Terry Eagleton, çoğunluğun etrafında dönmesine karşın sabit, yeknesak bir anlamı bulunmayan kültürü “toplumsal bilinçdışı”  kabul eden bir perspektifle geçmişten günümüze kavramın izini sürer.  Kültürle ilgili egemen tartışmalarda adı pek geçmeyen Edmund Burke, kültürel meselelerde hak ettiği ilgiyi görmeyen Alman filozof Johann Gottfried Herder gibi isimlerden yola çıkarak kriz zamanlarında kültürün nasıl ele alınabileceğini gösterir. Siyaset felsefecisi Burke’ün kitaplarındaki sözleşme, otorite ve yasallık matrisini oluşturan adabımuaşereti bugünkü anlamıyla kültürel alana dâhil eder mesela. Bu bağlamda Eagleton’ın, kültür ve siyaset ilişkisini açıklarken kurduğu cümleler muazzam bir diyalektik incelik ve retorik akıl barındırır. Elbette onun bu meseleyi yeniden gündeme getirmesi kültürel özerklik anlatısını düzeltmeye yönelik isabetli müdahalelerin bir parçasıdır. Zira ona göre “kültür iktidarın yerleşip kök saldığı tortudur.”

SİYASİ ARBEDELER

En çok edebiyat kuramcısı ve siyasi eleştirmen kimlikleriyle tanınan Terry Eagleton, kültürün otoriteyi yumuşatıp tahammül edilebilir kıldığını bundan dolayı da vazgeçilmez bir iktidar aracı anlamı taşıdığını ileri sürer. Kültürün doğrudan siyasetin alanına girdiğini şöyle izah eder: “İktidar kültüre dönüştürülüp günlük davranışlarımızın dokusuna yedirildikçe, iktidarın bir kenarda beklettiği baskı araçlarında mutlulukla bihaber kalırız; böylece emirlerine kendiliğimizden boyun eğeceğimiz için iktidar bu araçları kullanma gereği duymaz.”  Kültürün Avrupa’da, Fransız Devriminden bu yana devam eden siyasi arbedelere karşı işlevsel kullanımına dikkat çekmesi de bununla bağlantılıdır. Kültürü siyasetin karşıtı konumuna yerleştirerek, onu daha saf daha yüce bir yerde görme tutumunu yansıtan Kulturkritik çizgiye de değinir. Demek ki, eleştiri zanaatkârı Eagleton’ın kültüre dair görüşlerindeki ana fikir baştan sona gayet basittir: Kültür, çeşitli anlamları olan ve sadece kültürelcilere bırakılamayacak kadar önemli bir olgudur. Hiç şüphesiz böyle bir anlama çabası kültürü “kurtarıcı” konumundan indirmeyi ve ona “haddini bildirmeyi” içerir. Günümüzün yaygın kabulüne uymamayı göze alan Eagleton’ın kitabının “Kültürden bahsedenler kavramı şişirmeden konuşmayı beceremiyorlarsa belki de en iyisi sessiz kalmalarıdır.” cümlesiyle sona ermesi bundandır. Ayrıca Eagleton,  kültüre hayati bir anlam yükleyen ama ona birbirine tamamen zıt bakış açılarından yaklaşan muhafazakâr T.S. Eliot ile Marksist Raymond Williams’ın eserlerine yönelir. Kültür eleştirmeni olarak Oscar Wilde’a şapka çıkardıktan sonra modern çağda kültüre önem verilmesinin altında yatan sebepleri sorgulamak kastıyla sıralar. Bu çerçevede kültürün sanayi kapitalizminin eleştirisi şeklinde görülmesi, devrimci milliyetçiliğin, çoğulculuğun ve kimlik politikalarının yükselişi, dinin yerini alacak bir alternatif arayışı ve kültür endüstrisinin ortaya çıkışını zaman zaman önceki kitaplarını hatırlatır şekilde özetler.  Kültürün kibrine odaklandığı sonuç bölümündeyse, kültürün modern toplumlarda hiç de merkezi bir öneme sahip olmadığı yönündeki iddiasını gerekçelendirir. Kültür üzerine bütün hâlinde bir sav ileri sürmenin güçlüğünün farkındalığıyla kaleme alınmış olsa da,  kitap hâlihazırda kültür fikrinin muhakemesi ve birtakım meseleleri gündeme getirmesi bakımından birçok eserden daha iyidir. Bu kısmen müellifin kültürü kurtarıcı olarak görmekten geri durması nedeniyle, kısmen de kavramın serencamını, İngiliz kültürel sağı başta olmak üzere bir dizi entelektüel figürü göz ardı etmeden ele alması sayesinde gerçekleşmiştir.

Siyasi bağlılığı her zaman bir adım önde tutan Terry Eagleton, sunduğu içgörülerle ve entelektüel kapsamıyla kültüre dair kayda değer kitaplar yazdı. Kültürün tabiatı itibarıyla radikal bir fikir olmadığını hatırlatan Eagleton’ın postmodern zamanlara rastlayan müdahaleleri, kültür konusundaki kimi aşırı savlar karşısında önemli bir panzehir sunmaya devam etmektedir. Mesele şu ki, kültürün sınırlarına ilişkin bir miktar hassasiyet geliştirmeden, bu kavram üzerine siyasi ya da kuramsal sorular soramayız.