26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Made in Turkey değil Eser-i İstanbul

Üzerinde ‘Eser-i İstanbul’ yazan ilk porselenlerin imalat yerini, ilk yalıların neden Eyüp’te yapıldığını, ihtiyar kadınlar pazarını ve İstanbul’a dair pek çok şaşırtıcı bilgiyi bu kitapta bulmak mümkün.

HALE KAPLAN ÖZ / RÖPORTAJ10 Ağustos 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Made in Turkey değil Eser-i İstanbul

Şehir, sanat ve medeniyet tarihi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Süleyman Faruk Göncüoğlu, İstanbul’un İlk’leri’nde iç içe geçmiş, kenetlenmiş, uzunca bir tarihin şaşırtıcı yüzünü gösteriyor okura. İlk mescit, ilk medrese, ilk Mevlevihane de var bu kitapta, ilk mahya, ilk efsane, ilk çöpçü, ilk serum, ilk zürafa da!

- Şehir tarihi araştırmacılığı çok keyifli ve birçok disiplini bir arada barındırması yönüyle çok verimli bir alan. Bu alanda çalışmaya nasıl başladınız ve İstanbul şehir olarak size nasıl bir üretkenlik imkânı sundu?

Hayatta her şey merakla başlar. Merak ettikçe tanımaya çalışırsınız, tanıdıkça da seversiniz. İnsan gibidir şehirler. Dolayısıyla şehirleri bildikçe sahiplenirsiniz. İşte o duygu, size aidiyet duygusu sağlar. İstanbul’la ilgili çalışmalar ilk başlamam merakla oldu. Önce mahallemi, sonra semtimi, ilçemi derken İstanbul’u tanıdım. Evinizin yanındaki bir çeşme, bir cami sizi sadece şehir değil, dünya tarihine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Bu da büyük bir macera aslında…

- “Yaşadığımız yüzyıl içerisinde hızla gelişen ve değişen İstanbul’un ‘dünya şehri’ kimliğini biraz olsun tanımaya yarayacak bilgiler ihtiva ediyor” diyorsunuz. Bu toprak parçası ne zaman dünya şehri oldu ve bugün durduğu yer neresi?

Eski ve yenidünya arasında bir geçiş noktası olan İstanbul Boğazı, kadim medeniyetlerin buluşma yeriydi. Bugün Yarımburgaz Mağarası’na baktığımızda, insanlık tarihinin oluşumunda bir köprü olduğunu görürüz. İstanbul tarihi, arkeolojik verilerin de ışığında insanlığın ilk devirlerine giden bir zaman diliminde yer alıyor. İstanbul, insan kadar eski bir mesele!

- Külliyenin yapımında özellikle Sultan Ahmed’in adına yaptırdığı caminin masrafları için ayrıca devlet hazinesinden para kullanılması çok tepki çekmiş. Rivayetlere göre cami uzunca bir süre boykot edilmiş; kalabalık ve sürekli bir cemaati olmamış. Böyle bir tepti dönemin insan profili hakkında da fikir veriyor? Aksiyoner vasıfları olan bir toplum muydu Osmanlı toplumu?

Osmanlı toplumu, bizim hayal dünyamızda görmek istediğimiz ya da siyasî tarihin eğip bükerek anlattığı bir toplum değildi. Osmanlı toplumu, sorgulayan bir toplumdu. İstanbul, tarihi boyunca ihtilallerin göbeğindeydi. Ulema, asker, hâsılı devlet erkânının toplumun ihtiyaçlarını gözeterek karar aldığı ve sonuçlandırdığı bazı yargıları olmuştur. Ama bugünkü dünyada böylesi bir ‘toplum sözleşmesi’ni görmemiz mümkün değil. İnsan, devletin hammaddesiydi. Sonuçta toplum; soran, sorgulayan bir kitleydi, devlet de çoğunlukla hukukun çizdiği çerçeveden dışarı çıkmazdı.

- “Made in Turkey” değil “Eser-i İstanbul”... Çok etkileyici. Aslında marka değerinin ne’liğine dair çok şey söylüyor bu ifade? İstanbul nasıl bir marka idi o dönemde?

Marka, günümüzde kapitalist dünyanın uydurduğu bir biçimlendirme ve bence değersizleştirme aracı. Gerek Osmanlı devrinde, gerek Osmanlı öncesi İstanbul; zaten dünyanın bir değeriydi. Batı toplumuna doğru uzanan estetik ve zevk algının temelinde İstanbul vardı. Bunun en güzel örneği Marmaray yapımı esnasında Yenikapı kazılarında ortaya çıkan bulgulardır. Karşımıza çıkan organize bir deniz ticareti geleneğidir. İstanbul, tarih boyunca bir marka değil, değerdi.

- İlk yalılar Eyüp'te inşa edilmiş, ilk cami de öyle... Semavi Eyice ilk İstanbul yerleşiminin Haliç kıyılarında olduğunu söyler. Osmanlı’da olduğu gibi Bizans’ta da böyle değerli miydi Eyüp?

Belki de Bizans ile Osmanlı’nın aynı hassasiyetle üzerine titrediği tek yer Eyüp’tü diyebiliriz. Eyüp, Osmanlılar için İstanbul’un Fethi esnasında Eyup el-Ensarî’in kabrinin keşfiyle kutsal yer addedilmiştir. Ama aynı muhit, Hıristiyan Bizans için de kutsaldı. Haliç’in etrafında kurulmuş, kurumlaşmış bir Eyüp, görürüz. Özellikle 6. yüzyılda Justinianos zamanında Meryem’e ithaf edilen büyük kilise yapılmıştır burada. Aynı dönemde Eyüp’te Aziz Kosmos ve Damianos adlarına adanmış bir manastır mevcuttu. Kydaro (bugünkü Alibey) ve Barbyzes (bugünkü Kâğıthane) derelerinin Haliç’e döküldükleri yerin batısında bugünkü Eyüp’ün kurulduğu arazinin dik bir yamaç halinde suya indiği yerde II. Theodosios zamanında kurulan manastırdan ve çevrenin görünümünden dolayı buraya Kosmidion (Yeşil) denilmiştir. Yerleşme bu ziyaretgâh çevresinde oluşmuştur. Kuruluşu M. S. 5. yüzyıl ortalarına uzanan yerleşme, çevredeki dinî yapılar nedeniyle, kutsal bir şifa merkezi olarak tanınmıştır. Bu dönemde Eyüp’ün bulunduğu alan, Haliç’in diğer sahilleri gibi, zengin ve yoğun bir bitki örtüsüyle kaplı olduğundan ve civardaki ormanlarda av hayvanları yaşadığından imparatorlar tarafından av sahası ve sayfiye yeri olarak da kullanılmıştır.

- Kamusal alan meselesi kitabın üzerinde durduğu konulardan... Osmanlı’nın ‘kamusal alanları’ nerelerdi?

Osmanlı toplumu ahlak üzerine kuruluydu. İmparatorlukta‘kamusal alan’ denilen şey, ahlaktı, mahremiyetti! Modern tanımlamayla, hürriyetinizin sonlandığı yerde, başkasının diğer toplumların hürriyetinin başlaması gibidir. Osmanlı’da evinizin kapısından çıktığınızdan itibaren sokak, kamusal alandı. Kamusal alan sizi koruyan hukuktu. Sizin sosyal, psikolojik ve iktisadî olarak güven duyduğunuz ve itimat ettiğiniz alandı. Kamusal neydi? Mahallelerdi, camilerdi, medreselerdi… Batı’nın insanları biçimlendirmek için oluşturduğu meydan kültürü formundaki kamusal alan Osmanlı’da yoktu, bunu bilhassa belirteyim. Bugün koca meydanlarda, insan yığınları yalnız kalırken; Osmanlı’da tam tersi, ruhların iyileştiği yerlerdi.

Padişah zürafayı görmek istedi

Tarih-i Enderun adlı eserinde Hafız İlyas Bey’in yazdığına göre; İstanbul’a ilk zürafa Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından deniz yolu ile gönderilmiştir. Tarih Rebiülevvel ayının 23’üne tesadüf eden pazar günüydü. İstanbul’a gelen zürafa halkın akın akın ziyaretine uğramıştı. Padişahın da hayvanı görmek istemesi üzerine zürafa, Çinili Köşk meydanına getirilmişti. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa tarafından deniz yolu ile gönderilmiştir. Tarih Rebiülevvel ayının 23’üne tesadüf eden pazar günüydü. İstanbul’a gelen zürafa halkın akın akın ziyaretine uğramıştı. 

Sultan Abdülhamid Serumu

Sultan II. Abdülhamid’in tıbba ve eczaya büyük merakı vardı. Tıp ve eczacılık alanındaki yeni buluşlarla ilgilendiği, hatta yakından takip ettiği bilinmektedir. Özellikle ıztırap çeken insanların dertlerini giderme yolunda büyük gayretler sarf eden ilim adamlarını takdir eder, çalışmalarını desteklerdi. İlk defa tedavide kullanılan başlanan Antipnömokoksik Serum’un tatbiki sırasında padişahın maddi katkılarından dolayı seruma ‘Sultan Abdülhamid Serumu’ adı verilmiştir.

Tekfur Sarayın’da imal edildi

İstanbul’da Tekfur Sarayı’nda ilk çini imalathanesi kurulmuştur. Sultanahmet Çeşmesi çinileri, Hekimoğlu Ali Paşa Camii çinileri, Topkapı Sarayı’nın bazı kısımlarındaki çiniler bu fabrikanın imalatıdır. Çini gibi porselen de Batıya Doğudan geçmiştir. Türklerde ilk porselen imalatı yukarıda geçtiği üzere ‘Eser-i İstanbul’ namı ile şöhret bulan evani ile başlar. Numuneleri müzelerde ve meraklı şahısların ellerinde bugüne kadar gelmiştir. Çoğunda Yesarî Hattı ile ‘Eser-i İstanbul’ yazılıdır. Bazılarında da gömme damgalı işaretler mevcuttur.