 
2016 Necip Fazıl Hikaye-Roman Ödülü sahibi Cihan Aktaş bugünlerde yeni romanını yayınlamaya hazırlanıyor. 15 Ekim’de kitapçı raflarında yerini alacak olan Şirin’in Düğünü, Beyzad’ın bir minyatüründen ve Nizami’nin Hüsrev ve Şirin’inden ilhamla yazıldı. Efsanevi aşk kahramanlarını bugünün Türkiye’sine taşıyan Aktaş, hem içerik hem de hacim olarak oldukça geniş olan romanı hakkındaki sorularımızı içtenlikle cevapladı.
- Nursuna/ Şirin... Varsıl, genç, ilkeli bir kadın kahraman. Bir karakter olarak Şirin’in ilhamını kimden aldınız? Sizde Şirin’i doğuran ilk işaret ne oldu?
Behzad’a ait bir minyatür. Çok iyi bildiğimi sandığım Ferhat ve Şirin’den, Nizami’nin Hüsrev ve Şirin’ine yöneldi merakım. Ferhat, Şirin’le birlikte atı Şebdiz’i de sırtına almış, bir dağı tırmanıyorlar. Yüzlerindeki sükunet, etraflarındaki bitki örtüsü, her şey çok ilginç geldi bana. İnsan nereye tırmandıklarını merak ediyor incelerken. “Dağ Yolcuları” başlıklı öyküyü yazdım 2005 yılında. “Dağ Yolcuları” üzerinden, hikayeyi geliştirmem için yayınevlerinden de teklifler geliyordu. Bir roman olarak düşünmeye yatkınlaştım zamanla. Üzerine düşünürken de geleneksel hikayeyi temalarıyla 2000’lerin Türkiyesi’ne taşımayı tercih ettim.
- Ne kadar zaman aldı ve nasıl çalıştınız?
Tam dört yıl sürdü. Gündüz saatlerinin hareketliliği yüzünden ilk kez bir kitabı gece saatlerinde yazdım. Bazen sabah ezanını buldu çalışmam. Bu düzeni de sadece yolculuklar sırasında bozdum.
- Efsanenin çeşitli yorumlarında Şirin bazen Hüsrev bazen Ferhat’la eşit, ama siz yorumunuzda Şirin’i öne çıkarıyorsunuz.
Nizami’nin anlatısının bana söylediği şey bu. Şirin orada başkahraman. Miladi 12. Yüzyılda kaleme alınmış bir eserin, Miladi 7. Yüzyılın başlarında yaşamış, çok şaşırtıcı bir bağımsızlığı olan, saltanat karşısında kayıtsız kalabilmiş bir kahraman bugün yaşsa nasıl biri olurdu? Çeşitli yorumlarda öne çıkan Ferhat imajını da karakterin verdiği izlenime göre değiştirmeyi tercih ettim. İntihar etmesini arzulamadığım bir Kürşat’a dönüştü Ferhat.
- Çift kimlikli bir Şirin karakteri tercih etmenizin nedeni nedir peki?
İnsanları, bazı eşikleri geçmek için olduğundan farklı davranmaya zorlayan şartların oluşturduğu bir çift kimliklilik sergiliyor Şirin. Faili meçhul cinayet kurbanı bir ailenin kızı neticede. Beri taraftan Hüsrev karakterini yansıtan Faruk, sözde kendi kimliğiyle çıkıyor onun karşısına. Ama zaman içinde görüyoruz ki Faruk da ünlü biri olduğu halde etrafın tanıdığından farklıymış.
- Bir efsane kadın Şirin. Şiirlere, filmlere de ilham olmuş... Siz onu hangi hallerin ‘özeti’ ya da ‘figürü’ olarak bugüne taşıdınız?
Nizami’nin kitabında Şirin, güzelliğinin yanı sıra sadık, iradeli ve bilge bir kadın olarak tasvir ediliyor. Dünya malında gözü olmayışı lafta kalmıyor zaten. Ahlaki ilkelere uygun davranmadığı sürece Hüsrev’den uzak duruyor. Evlendikten sonra da danışmanlık ediyor ona. Seçkin sınıfa mensup olmasına karşılık, züht arayışı içinde. Hz. Peygamber’in (sav) dönemin krallarına yazdığı mektuplardan biri, aslında Hüsrev ve Şirin’in kahramanına gönderilmiş, Nizami’nin eserinde öyle yer ediyor. Hüsrev, Peygamberimizden gelen mektubu yırtıp atıyor ya, Şirin’i rahatsız ediyor bu. Keşke yırtmasaydın, bize iyi bir şey öğretiyor olabilirdi, diyor Hüsrev’e.
- Yazmak bir öğrenme biçimi diye düşünecek olursak Şirin’in Düğünü’nün, size aşka dair ne öğrettiğini söyleyebilirsiniz? Ayrıca bilen borçludur, okura borcunuz ne oldu?
Şirin, aşkla kazandığı cesaretle asıl kimliğini duyuruyor topluma ve bu nedenle Faruk’a borçlu hissediyor kendini. Geçirdiği süreçlerle de aşk Faruk’a bir bakıma yansız bakabildiği bir üst bakış kazandırıyor. Şirin açısından aşk, ihaneti affettiren bir sebep değil. Fakat paradoksal bir şekilde, kimliğini açıklama cesareti kazandırdığı, bu aşka vesile olduğu için Faruk’u büsbütün terk etmeye elvermiyor gönlü. Gerçekten kusursuz bir insan yoktur dünyada belki, ancak kusursuz insana herkes katlanır. Onun iyileşmesine, tutarsızlıklarından ve zaaflarından kurtulmasına yardım etmeliyim, diye düşünüyor.
Okura borcum, efsaneyi 2000’lerin Türkiyesi’nde yorumlarken başlıca temalarını korumak, klişelerden sakınmaya çalışırken de asli olanı yozlaştırmamaktı. Bunun dışında tabii sıkıcılıktan ve tekrarlardan uzak bir roman olmasına çalıştım.
- Çok mekanlı, çok karakterli ve katmanlı bir roman. Başkahramanlarınızdan biri mimar, diğeri inşaat şirketi sahibi. Yapı malzemeleri, maketler, şehirler, çeşitli mimarlık abideleri... Seçtiğiniz zaman dilimi ve coğrafya -Mardin örneğin- bu bağlamda nasıl verimler sundu size yazarken?
Romanın mekânlarını gidip inceledim. Kahramanlarımın çocukluklarını geçirdiği kasabada dolaştım. Bir Artuklu mimarisi estetiği her birinin bilinçlerinde yerleşmiş olsun istedim. Mimarlık alanında çok az çalıştım ama ilgimi hep korudum. Mekanları salt biçime indirgemeden, sadece insanın saygınlığından yola çıkarak, ihtiyaçlara göre tasarlamak için geleneksel mimarlık birikimimizi çok iyi tanımamız şart. Aksi takdirde şehirlerimiz giderek küreselleşmenin hiçbir yere ait olmayan kentine benzemeye başlıyor. Romanım olayların geçtiği 2000’lerin Türkiye’si cevval, kabına sığmayan, devingen bir Türkiye’ydi. Göçler, toplumsal alt üst oluş, Anadolu insanının kazandığı yeni bir tür güven, inşaat sektöründeki canlanmaya çok şey borçlu. Ancak rant amaçlı inşaat için inşaat ya da ihtiyaca binaen konut makinesi
mantığı yer yer çığırından çıkmış örnekler sergilemeye başladı. Türkiye’de ve romanda yer alan farklı ülkelerde mekanları bu gözle de inceledim. D-100 üzerine kondurulan onca dengesiz, çevre bağlantılarından yoksun gökdelen İstanbul’un tarihine, tabiatına ve halkına haksızlık. İstanbul’da olup biten de bütün Anadolu’ya, hatta coğrafyaya örneklik teşkil ediyor. Mimarlık meselelerine bir romanımda ilk kez bu kadar geniş yer verdim. Tabii bunun bir sebebi de kahramanlarımdan birinin mimar olması. Bir diğer kahramanım da dönemin ruhunu yansıtacak şekilde inşaat alanında söz sahibi olmaya çalışan bir holding patronu.
KAPAK RESMİ KIZINDAN
- Detaylar ve yan öyküler çok incelikli. Yazım sürecinin yoğun bir atmosferde geçtiğini duyumsatıyor. Sinematografik öğeler de okurun bu atmosfere dahil oluşunu kolaylaştırıyor. Sanki sizin zihninizde de film kareleri olarak birleşmiş bu örgü yapısı. Yanılıyor muyum?
Minyatürle başladı tasarı, belki onun etkisini korumak istemişimdir. Dört yıl çalıştım, en az beş kez yeniden ele aldım. Bir dönemde umutsuzluğa düştüm ve vazgeçmek istedim. Tabii derinde sürdürmek istiyordum ama üstesinden gelmem gereken zorluklar gözümde büyüyordu. Bunları Mustafa Kutlu’ya anlattığımda, her şeye rağmen devam etmemi tavsiye etti. Yapabilirsin, devam et, o kadar çalışmışsın, sorunları yazarken aşarsın, diye yüreklendirdi beni. Daha sonra iki veya üç kez yazdım ve her seferinde bana sorun olarak gözüken şey, bölümler arasındaki tempo farkı yani, azaldı ve bir denge oluştu.
- Güzelliklere kapı aralayan rahmani rüyalar kitabın izleklerinden biri. Romanı yazarken rüyalarınız size yol gösterdi mi?
Bu olmadı, ama evet, orijinal eserde geçen bir rüyanın kahramanımı yönlendirmesine yer verdim. Nizami’nin eserinde morali çok bozuk olan Hüsrev’e dedesi rüyasında Şirin’i müjdeler. Bu müjdenin oluşturduğu güveni Faruk karakterinde korumak istedim.
- Kapak resmini kızınız yapmış. Şirin bir ağaca asılı gördüğü resimdeki adama vuruluyor.
Evet, kızım Merve yaptı kapağı. Minyatür etkisi uyandıracak şekilde, tarif ettim ve tarife epey yaklaştı. Nizami’nin yorumunda Şirin Hüsrev’e böyle bir mizansenle aşık oluyor. Ben de bu mizanseni enstalasyon havasında başka bir mizansen olarak düşündüm.
- Kendi acılarımız etrafında dönüp durmamak... Bende bıraktığı derin iz bu oldu romanın. Size ulaşan diğer ilk okurların dönüşlerini merak ediyorum...
Özellikle Şirin ve Ferhat’ı temsil eden Kürşat karakteri üzerinden böyle bir etki bırakmak istedim doğrusu. Aşkın gerçek anlamda sağlaması gereken olgunlaşmayı asıl temsil eden kahraman, Şirin. Kürşat ise Şirin’den ister istemez vazgeçiyor ve bir hayır kurumuyla su kuyuları açmak için Afrika’ya gidiyor. Bu arada Şirin, aşkı Faruk’un düşündüğü gibi kendini dünyanın dertlerine kapatan bir tutku olarak kabule direniyor. Bazen şöyle bir söz duyarız: “Gerçek aşk kusursuz olmalı.” Bu, aşkı yücelterek hayattan kopartan kötümser bir bakış. İnsan kusursuz bir varlık değil, ancak gerçek aşk kusurlardan arındıran yapıcı bir etki uyandırabilir, acı çekme sebebi olsa bile.




