5 Mayıs 2024 Pazar / 27 Sevval 1445

Onun bestesi dünyayı saran bir nefes

Itri, neye değil, İsrafil’in sura üflemesi gibi sanki arza nefesini üfler, herkesi kendine hayran bırakırdı. Bu sebeple IV. Mehmet ona “Mucizem” derdi.

MUHARREM GÜNEŞ12 Mayıs 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Onun bestesi dünyayı saran bir nefes

Yahya Kemal Beyatlı, Itri için “Öz musikimizin piri” der. Buhurizade Mustafa Itri, Sebastian Bach’ın bizdeki eşdeğeri olarak görülür. Oysa bizler onu pek tanımayız. Halbuki Buhurizade Mustafa Itri, bizler için özel bir öneme sahip, değerli bir isimdir. Tekbir ve salavatın bestesini sadece Türkiye değil, tüm dünya Müslümanları Itri’nin bestesiyle okur. Kabe, onun bestesi tekbirlerle tavaf edilir. İbrahim Peygamberin, oğlu İsmail’i yatırıp bıçağı eline aldığı günden beri, kurbanlar onun bestesiyle Yaradan’a adanır.  

Yaşadığı 1600’lü yıllar, Osmanlı’nın karışık dönemleri. Belki de sanatı, dönem sancılı olduğu için bu denli güçlü. Nitekim bir sanatçıyı en iyi besleyen acıdan başka nedir ki!

Ne demişler; aslanlar kendi tarihini yazmadıkça, tarihi avcılar yazmaya devam eder! Romanlarıyla, bizlere tarihimizi keyifle ve gerçekçi bir şekilde sunan Mine Sultan Ünver, altıncı romanında Itri Efendi’yi konu edinmiş ve sanatkarı pek farklı açılardan ele almış. Bu yüce ismin, insan olmanın getirdiği sancılı halini, mütevazilik ile kibir arasındaki savaşını, aşkın dostluk mu, sevgili mi yoksa sadece müzik mi olduğuna dair çatışmalarını ince ince dokumuş. Öte yandan adeta dönemin fotoğrafını çekmiş ve zamanın padişahı IV. Mehmet ve Kırım Hanlığı arasındaki çekişmeyi, entrikası bol, sürükleyici bir kurguyla işlemiş.

İSRAFİL’İN GÖLGESİ

“Mucize”, “İsrafil’in yeryüzündeki gölgesi” deniyor ona. Ama o, şöhreti arttıkça, bir sanatkar olarak türlü acılar içinde kayboluyor ve bu acılarından yeniden doğuyor. Aydınlık-karanlık, iyi-kötü arasında derin bunalımlara giriyor. Bir yandan da yeryüzünün en güzel müziğini yapacağına yemin ediyor.

Kırım eski Hanı Selim Girayhan, aşktan öte bir muhabbetle dostu oluyor. Esir pazarında sesine tutulduğu kör kadın ise karısı. Saray onu keşfedince, iktidar oyunlarının, sahteliklerin içine yuvarlanıyor. Acılı ruhu yardım dileniyor. Itri Mevlevidir ama o da herkes gibi beşer, insandır. Güçlü maneviyatının yanında, eksiklikleri de vardır. Sanatta yüceldikçe kibir denilen hisle tanışır. Ve kibir zaman içinde tüm varlığını ele geçirir. Yüce bir sanatkar olarak yapayalnız kalmıştır. Itri hem dinsel kimliğiyle, hem de sanatçılara özgü sancılarla anlatılmış. Mevlevi terbiyesi almış bir dehanın, hangi sancılarla boğuştuğu, ne kadar dindar olursa olsun, beşeri anlamda nasıl evrilip savrulduğu, sonra bu karmaşadan çıkıp yolunu buluşu hikayelendirilmiş.

Romanda, Evliya Çelebi, Nabi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gibi, Itri ile aynı dönemde yaşamış önemli insanlar da kahramanlaştırılmış. Roman bu anlamda pek çok tarihi karakteri tanımamızı sağlıyor ve dönemi tam anlamıyla okuyucuya sunuyor. Romanda sunulan enteresan bilgilerden biri Itri’nin, saraya ve pek çok devlet adamına yakın olduğu halde büyük servetler, makam peşinde koşmayarak, esir kethüdası olmak istemesi. Neden mi? Dünyanın dört bir tarafından gelen güzel sesleri ve müzik kültürlerini tanımak için! Çünkü onun var oluşu müziğe odaklı.