20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Soframız ve derin yalnızlığımız

Aysun Karabulut, beden sağlığını görülmemiş bir hızla yitiren ve ruhen paramparça olan yüzyıl insanını, hem tasavvuf hem de keskin bilimsel örneklerle anlatıyor.

SEMİHA TOROS10 Ekim 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Soframız ve derin yalnızlığımız

Dünya, son iki asırda, önceki tarihi deneyimlerine uygun olmayan bir hızla değişti. 20. ve 21. Yüzyıllar, bir evvelki asırları mumla aratacak ölçüde ağırlaşmış hayat koşullarıyla dayandı insanoğlunun kapısına. ‘Modern’ dünya tarafından kuşatılan insan, önce bocaladı. Sonra, tabiatında taşıdığı o iflah olmaz iyimserlikle uyum sağlayabileceğini düşündü. Didindi, çabaladı ama olmadı. Bilakis günden güne daha büyük bir karamsarlığa sürüklenmesine sebep olacak bir girdaba kapılmıştı. Bu defa tabiatındaki, ilkinin tam karşıtı olan o menfi özellik çıktı yüzeye: Sonsuz, ağır, derin bir karamsarlık. 

Daha bir asır evvelki dedeleri, ömürleri boyunca aynı toprağı işler, aynı işliklerde ter döker, yaşadıkları toprakları asla terk etmezlerken; yirminci asrın insanı, çalışmak için, çiftini, çubuğunu ve küçük atölyelerini terk edip büyük şehirlere göçmek zorunda kaldı. Devasa fabrikaların bacaları göğe ölüm kusarken, kalabalıklaşan soğuk şehirlerde gıda ve temiz su sorunları ayyuktaydı. Ancak sanayi isimli ‘modern dev’ bir kez daha harekete geçti. Anglosaksonların biyokimya adını verdikleri yeni bir üretim sistemi, devasa besin stokları oluşturmasında başrolü aldı. Daha ucuza mal edilen, ancak doğal olmaktan çok uzak bu modern yiyecekler, kısa sürede yepyeni ve o güne kadar rastlanmamış sağlık sorunlarını da beraberinde getirdi.

HALA SAĞLIK MÜMKÜN

Bu zorlu dünyanın paramparça ettiği insanı tanıyoruz hepimiz. Bilim ve sanat adamları, çağcıl insan tipinin genel manada yalnızca yabancılaşan ve gitgide yalnızlaşan ruhi profilini incelediler. Ama Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut’un bu kitabı, okurlarına yepyeni bir bakış açısı sunmakta. Ruhi olarak parçalanırken, beden sağlığını da görülmemiş bir hızla yitirmeye başlayan yüzyıl insanını, tasavvuftan, keskin bilimsel örneklemelere uzanan etkili ve güçlü bir dille anlatıyor. Dahası, şaşırtıcı bir modern insan profili çıkarıyor meydana. Bunu yaparken de meseleleri kolaylıkla içselleştirmemizi sağlıyor. 

Zaman geçti, asır bir kez daha değişti, önceki kuşaklar, topraktan ve tabiattan kopan torunlarının hallerini bilemediler kuşkusuz. Ancak bu yeni insan modeli, bir asır içinde beslenmeye, gücü nispetinde ve takıntı derecesinde itina göstermeye başladı. Yazar bunu şu sözleriyle çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor, “Kulağa oldukça tuhaf gelse de, tarihin hiçbir döneminde bu kadar rafine bir beslenme kültürü görülmemişti. Aynı şekilde bugünkü kadar çeşitli ve tehlikeli olan beslenmeye bağlı rahatsızlıklar da... 

“Herkes pazarlardan aldığı ve sofrasına gelen gıda malzemelerinin içerdiği beslenme değerlerini merak etmektedir. Daha yüzeysel bir şekilde kalori hesabı olarak da kendini gösteren bu merak aynı zamanda gıdaların fayda ve zararlarına, ihtiva ettikleri biyokimyasal maddelere ya da kısa ve uzun vadede insan sağlığına ne türden etkileri olabileceğine odaklanmış durumdadır.”

Karabulut, bize halen sağlıklı beslenme alternatiflerinin mevcut olduğunu bir müjde olarak, üstelik kolay ve ucuza erişilebilir örneklerle sunuyor. Mesela insanın biyolojik saatini de organize eden melatonin hormonunun üretimi; gece çalışması, uzun süren yolculuklar ve aşırı stres gibi nedenler dolayısıyla ketlenmektedir. Dolayısıyla bu türden sorunlardan ıstırap duyanların melatonin ihtiyacı içinde olacağı söylenebilir. İhtiyacın giderilmesi için de düzenli spor ile kan şekerinin dengelenmesi, mümkün mertebe fazla oksijen alınması ve hava karardığında uykuya geçilmesi tavsiye edilebilir,” diyerek kolay takip edilebilecek yollar sunuyor. Sonra faydalı ve tehlikeli olabilecek besinlerden detaylı bir şekilde bahsederken, Paracelsus’un çok çarpıcı bir sözüyle zihinlerimize adeta bir çimdik atıyor, “Zehir olmayan madde yoktur, zehir ile ilacı ayıran dozdur.”