26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Toplumsal sele direnmek

Takvim Yırtıkları, Hüseyin Su’nun 1980-1993 yılları arasında kaydettiği zaman parçalarından oluşuyor. Günlük, Hüseyin Su’yu hem kişisel yaşamıyla hem de Nuri Pakdil üzerinden tanımamızı sağlıyor.

EMİNE BATAR10 Mart 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Toplumsal sele direnmek

Günlükler şüphesiz yazarın hayata ve sanata bakışını ortaya koyar. Öykü, roman gibi türler kurgu perdesinin arkasında yazarına belli bir mesafede dururken günlükler bu perde olmadan okuruyla buluşur:Yazar, okur için hayali bir varlık olmaktan çıkar, bir ‘kişi’ye bürünür. Takvim Yırtıkları, Hüseyin Su’nun 1980-1993 yılları arasında kaydettiği zaman parçalarından oluşuyor. Günlük, Hüseyin Su’yu hem kişisel yaşamıyla hem de Nuri Pakdil üzerinden tanımamızı sağlıyor. Su, Nuri Pakdil’i anlatarak bir taraftan onun devrimci, muhalif, antiemperyalist, antikapitalist, antinasyonalist, antifaşist söylevlerinin içini doldururken, diğer taraftan yanında durduğu, tedrisinden geçtiği insan üzerinden kendisini tanımamızı sağlıyor.

Hüseyin Su’nun günlüklerinde hayat ve edebiyat birlikte akıyor. Bu da onun öykülerinde daima var olan insanın mukimliğini bize açıklıyor. Sık sık disiplinli bir yazar olamadığından, az üretken olduğundan söz ediyor. Hâlbuki Hüseyin Su’nun sürekli ama acelesiz, sabırlı çalışmalar sonucunda ortaya koyduğu değerli eserlerine baktığımızda bir üşengeçlikten değil, yazdıklarını yetersiz bulmasından ve yazılacakların çokluğunun farkında olmasından söz edilebilir ancak.

AĞRILI GÜNLER

İnsan ilişkileri üzerine birçok tespit var günlüklerde. Bunları genel bir bakışla yorumluyor. İsim vermiyor, düşüncesinin oluşmasına sebep olan herhangi bir olay anlatmıyor. Sınırları ve hassasiyetleri -hiçbir boşluk bırakmadan- göz önünde bulundurarak düşüncesini aktarıyor. Mahremiyete gösterdiği önemi baştan sona muhafaza ediyor. Günlüğü oluştururken büyük bir titizlikle çalıştığını, paylaşılacaklar ve paylaşılmayacaklar üzerinde ciddiyetle düşündüğünü anlamak zor değil.

Akay Yokuşu, Tuz Gölü Çay Ocağı, Edebiyat’ın bürosu, İtfaiye Meydanı, Emniyet Lokantası, Halaç Mahmut Türbesi, Karyağdı Türbesi, Hacıbayram Türbesi sıkça geçen yer isimleri. Gezdiği yerlerin, şehirlerin tarihi dokusu ve kültürüyle ilgili de bilgi veriyor.

Hüseyin Su o günkü mağaza vitrinlerinden, günün ekonomik durumundan yer yer resmi rakamlar vererek bahsediyor, o günün siyasi ortamının kaydını tutuyor. Bir okurun veya yazarın duygusuna ve düşüncesine tercüman olacak tanımlamalar, deyimler, deyişler günlük boyunca yer alıyor. Okuduğu kitaplar üzerinden edebi türleri yorumladığı oluyor. Ayrıca türlerin ayrılması üzerine de önemli düşünceleri olduğunu görüyoruz.

1989’da yaklaşık bir ay kadar ağır bir zatürreden dolayı hastanede yatıyor Hüseyin Su. O sayfaları okurken yüreğin titrememesi mümkün değil. Deyim yerindeyse “ölümden dönüyor.” O günün hastane şartlarına, doktorların ve hemşirelerin hastalara nasıl davrandıklarına da tanıklık ediyor. Söz ettiği kitaplardan anlıyoruz ki onca ağrılı günler, geceler boyunca kitap okuma temposu hiç düşmemiş.

Günlükler hem zamana tanıklık ediyor hem yazarı ve çevresini tanımamızı, anlamamızı sağlıyor. O günkü Hüseyin Su’yu bugünkü Hüseyin Su ile karşılaştırdığımızda düşüncelerinde tutarlı olduğunu, eğilip bükülmeden, çağın ayartıcı, albenisi yüksek renklerine tamah etmeden daima uyanık bir bilinçle dik duruşunu muhafaza ettiğini görüyoruz.

Nuri Pakdil ile Hüseyin Su aşağı yukarı 15 günde bir görüşüyorlar. Günlük boyunca birçok kitap ismini Hüseyin Su veya Nuri Pakdil’in ağzından duyuyor, kitaplar hakkında bir önbilgi ediniyoruz. Nuri Pakdil bütün olumsuzluklardan bir destan çıkartıyor. Hüseyin Su’nun deyişiyle “Kan kussa da kızılcık şerbeti içtiğini söylüyor.” Her dakikası, dikkati ile zenginleşmiş bir hayat. Nuri Pakdil’in öfkesi derin, yakıcı ve yorucu, sevinci mimiklerini ele geçiren dirilikte. Fakat her ikisi de çoğu zaman bir şimşek çakması kadar hızlı ve ani. Suskunluğu ise uzun. İnsan, aklın sınırlarına gelip de aklı bu denli muhafaza edişine şaşıyor. Sürekli bir sorgulama halinde… Bu, hep uyanık olan bir bilince işaret ediyor. Hüseyin Su bütün dikkatiyle onu dinliyor ve onu her yönüyle görmeye, tanımaya çalışıyor.

Nuri Pakdil hem kendini hem çevresindekileri meselenin özüne indirmek için silkiyor, uyandırıyor. Bunun için her birinin postunu alıp yere vuruyor. Bu yüzden onu her okuyan yazdıklarına hayran kalabiliyor ama yakınında olma külfetine katlanamıyor. Dostları genelde uyarıcı dilinden ve dikkatinden kaçıyorlar. Kaçmayan birkaç kişiden biridir Hüseyin Su. Kepekli bisküvi, bir avuç kabak çekirdeği içi, taze sebze, susuz nohut ve fasulye yemek, belli vakit aralıklarında dergiye gitmek, türbe ziyaretlerinin ardından okuyup üflemek… Fiş isteyerek esnafı kızdırmak, lokantaya cebinde ayıklanıp gazeteye sarılmış sebzelerle gitmek Nuri Pakdil’in davranışlarından ve düşüncelerinden bazılarıdır. Hüseyin Su’nun da dediği gibi Nuri Pakdil yazdıklarından çok konuştuklarında ve eylemlerinde anlaşılabilir. Bu tür tanıklıklar onun düşünce dünyasına ulaşmak konusunda bize yardımcı olacaktır.

HÜZÜNLÜ, GÖÇEBE BİR HAYAT

Hüseyin Su, Nuri Pakdil’in esip gürleyen, yağan, haşlayan, sonra sükûnet içinde muzip bir hoşnutluğa dönüşen tavırlarını olduğu gibi aktarır, yorum yapmaz. Ama bütün o sözlerden, tavırlardan etkilendiğini muhakkak hissediyoruz. Onunki tahammül değil; bağlılık, inanmışlık, saygı ve sevgi. Hüseyin Su, Nuri Pakdil’le daha önce kendisine de bahsettiği ve onayını aldığı nehir söyleşilerini bir sohbet sırasında başlatır. Bu sorular ve cevaplar bir süre, yine sohbet aralarında devam eder. Okunan gazeteler, dergiler, kitaplar, gidilen mekânlar, kesilen gazete kupürleri, tutulan notlar, paylaşılan bilgiler… Nuri Pakdil ile geçirilen zaman daima bir doldurma ve depolamadır. Hüseyin Su’nun Nuri Pakdil’i kahvelerde, lokantalarda arayışının, onun ritüellerinde katılmadığı yerler olsa bile yerine getirişinin sebebini günlüğü okudukça anlıyoruz: Nuri Pakdil’de insanı saran büyük bir samimiyet var. Yalnız, hüzünlü, göçebe bir hayat yaşıyor.  Dünyaya yerleşmeyen, mülk edinmeyen bu insanın tavırları biz ortalama insanın karşısında tüm ihtişamıyla büyüyor, büyülüyor. Takvim Yırtıkları okunmadan Nuri Pakdil için söylenen, “devrimci, muhalif, antiemperyalist, antikapitalist…” kelimeleri yeterince doldurulamayacak, Hüseyin Su yeterince anlaşılamayacak, 1980-1993 arasındaki toplumsal yaşamla ilgili bilinenler eksik kalacaktır.