27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Yazarın ‘Kış Tutulması’ okurun ‘bahar sıtması’

Kış Tutulması, Ayşe Aldemir’in ilk öykü kitabı. Tarz olarak birbirinden farklı öykülerin yer aldığı kitap, üç bölümden oluşuyor.

MERVE KOÇAK KURT12 Mayıs 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Yazarın ‘Kış Tutulması’ okurun ‘bahar sıtması’

Çünkü yazmak... Yazmak, unutmak mı kendini?” diye soruyor Ayşe Aldemir “Geceyi Kaçıran Kuşlar” öyküsünde. Fonda Lena’nın sesi. Yağmur. Rüzgâr. Kış Tutulması’na dalıyorum.

Dergilerden aşina olduğum bir yazar Aldemir… Öykülerinin kitap hâline gelmesini epeydir bekliyordum. İncelikli bir dil, yetkin bir anlatım ve duyarlı bir atmosfer;“Maviye boyanmış pencerelerinde bir zamanlar yer çekimine yenik düşmüş hanımeli, begonya ve krizantemlerin şen şakrak uçuştuğu, Neclan’ın çocukluğunun geçtiği demhâne.” Kahramanları da bize öyle “uzak” ve “yabancı” değil hem.“Ritim” duygusu gelişmiş öyküler var kitapta. En güzel örneği de “Badem Çiçeğisin ve Eyvah” öyküsünde gizli sanki: “Badem çiçeğisin ve eyvah!/ Gölgen, sütten kesilmiş bir çocuk,/ Öyleyse,/ Beni, yontulmamış taşların karnına bırak,/ Öğreneyim orada, tenha nedir, ben kim, uzaksa uzak!”

Yazar, ara ara yazı serüvenini de paylaşıyor kitabında: “Birden kendimi anlatıcının yerine koyup hikâyeler anlatmaya başladım ben de. Bu öyle bir tılsımdı ki kendimi alıkoyamadım. Yüzümde tutkuyla bağlandığım bir şeyi bulmanın parıltısını duyumsadım.”

Kitabın “İçindekiler” kısmı üç bölüm hâlindeki öykülerden oluşuyor. “Birinci Bölüm: Kış Tutulması, Kara Kışta Bir At Cenazesi, Ölü Balık Cenneti, Geceyi Kaçıran Kuşlar, Badem Çiçeğisin ve Eyvâh, Beni Sula; İkinci Bölüm: Sakız Ev Cinayeti, Galata Kulesi İbrahim ve Annem, Adı Leyal Olabilirdi, Sevgilim Nar, Azel’in Rüyası; Üçüncü Bölüm: Kuşbâz, Rüyadan El Alan, Sarı Kantaron”…

Altı çizili birçok cümle kalıyor kitaptan geriye. “Geceyi Kaçıran Kuşlar”ın söylediği gibi, “Çünkü kimsenin nefesinin kimseye yetmediği zamanlardan geçiyordu insanlık. Senin Yusuf diye çağrılman hiçbir şeyi değiştirmiyor. Çünkü kış…”Ya da “Sevgilim Nar” öyküsünde olduğu gibi,“Herhalde bir kelebek bütün mesafelerin verdiği acıyı bir anda yok edebilir, gün ışığının türlü hâllerini, gerçekliğin buğusunu doldurmaya güç yetirebilirdi bir kalbe.”

Kış Tutulması’nda bulacağınız öyküler hem dilinizi hem ruhunuzu besleyecek cinsten.

OKURUN YAZARA SORULARIDIR

l “Hikâye”ye dair hatırladığınız ilk anınız nedir?

Belleğimde her daim bana kendini anımsatan bir sahne. Çocukken, yağmurlu bir nisan ikindisinde, tuhaf  bir sezgiyle göğe bakıp da, “Hayat bir tiyatroya benziyor” dediğim an. Kendi kendime fısıldayarak, bir idraki söze döktüğüm bu andır, benim için hikâyeye dair ilk anı. Ondan sonraki bütün hikâyeler o anın sesini, izini ve ruhunu taşıyacaktır nitekim. Hayatın bir oyun olduğunu o sırada çocuk zihnime düşündüren nedir bilmiyorum ama o duyumsama anını güçlü bir surette hala belleğim taşıyorsa, bu ilk anıdır benim için. Bu zuhur anındaki deneyim, beni sözcüklere götürmüş ve sanırım yaşam ile aramdaki doldurulamayan boşluğu doldurmak için, o an ben söze, sözcüklerin gücüne sarılmışım, tehlikeli de olsa.

lKış Tutulması’nda neler bulabilir okur kendinden, s/imgesel olarak?

Açıkçası yazmaya başladığım anda, zihnimde belli bir okur hayali olmaksızın, sırf yazma eyleminin kendisiyle bir aradalık söz konusu. Okur için değil de okura yazdığımdan böyle. Dolayısıyla bu öyküleri okuyan, ne düşünür, neyi duyar ruhunda, bunu sorgulamış değilim. Kaldı ki okurun neler bulabileceğini söylesem, okurun zihnine, hakkım olmadan kendimce yeni yollar açmış olurum, o zihnin dallarını kendi istediğim yöne doğru eğmeye çalışarak okura karşı suç işlemiş olurum. Dolayısıyla bu sorunun cevabını, okurun imgelemine bırakmak istiyorum. 

l“Kış Tutulması” öykünüzde, “Demek dil kirlenince, gönle de is düşüyordu” demişsiniz. Dil ile gönül arasında nasıl bir bağ/ilişki var metinlerinizde?

Gönülden beslenen bir dil ile metinleri kurmaya çalışıyorum diyebilirim. Bilmekten ziyade, yalnızca ama yalnızca sezerek, yetkinliğin dilinden korkarak ve hep acemice, her ne söylüyorsam inandırarak kendimi, hatta bizzat yaşayarak, defalarca tekrar tekrar okuyup yazmaya çalışmaktır yaptığım.

l“Sözü imbik imbik yoğurarak zamana bırakmak istediği hediye soylu, kutsal dokunuşlar. Sözün dokunuşu zamana. Çünkü söz kalmalı geride, ağırdan, şarap tortusu renginde ve belki de mütekebbir.” Bu anlatım dilini oluştururken nelere dikkat ettiniz? 

Yalnızca duyumsamak yapmaya çalıştığım, her ne yazıyorsam bu böyle. Derinden ve güçlü darbelerle gelen sözcüklerin  müziğini duymak, o akışa kendimi bırakmak. Bu müzik, belki de ritim demeliyim, kimi zaman anlatılmak istenenin dahi önüne geçip insanı sarsabiliyor, hatta metni var eden ortadan kalkıyor da sadece söz kalıyor. Bu nedenle dil, benim için çok temel bir mesele. Bilge Karasu “Benim dilim çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmalı” der.  Bu dalgalanışa ve yumuşaklığa ulaşmanın peşindeyim diyebilirim.