20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

12 Eylül’ün 42 mahkumlu fotoğrafı: DAVUTPAŞA

Türkiye darbecilerle hesaplaşırken, usta fotoğrafçı Ahmet Sel, 1980’de Davutpaşa askeri cezaevinde işkence gören 42 mahpusu yeniden bir araya getirip hikayeleriyle birlikte fotoğrafladı.

Bedir Acar / KİTAP/SERGİ23 Kasım 2012 Cuma 07:00 - Güncelleme:
12 Eylül’ün 42 mahkumlu  fotoğrafı: DAVUTPAŞA

1980’lerin fırtınalı günlerindeyiz. Yaş ortalaması yirmiyi geçmeyen genç adamlar, İstanbul sokaklarında acımasız bir mücadelenin içindeler. Yollarının kesiştiği yer, bir askeri cezaevinin koğuşu, adı: Orta 3.

Ahmet Sel, Türkiye’nin en iyi fotoğrafçılarından biri. Bu kanaatim, yalnızca onun kadraj duygusundan, fotoğraf kalitesinden değil, aynı zamanda belgeselci bir disiplin çerçevesinde oluşturduğu ‘öyküleyici’ fotoğraf yaklaşımına duyduğum hayranlıktan kaynaklanıyor. Onun fotoğrafları yalnızca baktırmaz, okutur da! Her fotoğrafın bir hikayesi vardır ve Ahmet Sel de bu hikayeleri ustalıkla yansıtır karelere. Çok uzun yıllar Fransa ve Rusya’da yaşayan Ahmet Sel, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, Rusların alt üst olan hayatlarını Moskova’nın İnsanları (Gens de Moscou, Catleya édition, 2001, Paris, Moskova İnsanları. 2003 YKY, İstanbul) ve daha sonra Afganistan’da Taliban rejiminin yıkılmasının ardından Afganları ‘Kabil, Portreler’ (Kaboul, portraits poses, Editions Horizon illimité. 2003, Paris.) başlıklı kitaplarda işledi. 1970 li yıllarda batı Avrupa’ya göçmen işçi olarak gidenler ise “Demir Atanlar” fotoğraf serisinin konusu oldu. Bu çalışmalar ‘belgesel’ fotoğraf anlayışının en başarılı örnekleridir.

Sergi ve kitap eşzamanlı

Türkiye’ye döndükten sonra Bilgi Üniversitesi’nde bir süre multimedia dersleri veren Sel, iki çalışmayla çıkıyor karşımıza: Bugün Depo’da açılacak olan bir sergi ve Aras Yayıncılık’tan çıkan fotoğraf albümü. Her ikisi de ‘Davutpaşa Orta 3’ adını taşıyor. Türkiye’nin uzun yıllara yayılan toplumsal hafızasını konu alan “Davutpaşa Orta 3”, 12 Eylül askeri darbesi öncesini, darbe gecesini ve sonrasını Davutpaşa askeri cezaevinde, Orta 3 isimli koğuşta birlikte yaşayan 42 mahpusun hikayesini anlatıyor. Ahmet Sel’in kurguladığı fotoğraflarda eski mahpuslar, geçmişle ilgili olduğu kadar, bugünleri  ve değişen yaşamları hakkında da ipuçları veriyorlar. Fotoğraflara eşlik eden metinlerde başlarından geçenleri, ortak mücadelelerini, inançlarını ve bugün geçmişe nasıl baktıklarını anlatıyorlar. Kitap ve sergi 1980’li yıllarda yolları kesişen genç insanları bir kez daha bir araya getiriyor. Ahmet Sel, yeni çalışmasını şöyle özetliyor: ‘Yöntem olarak, Davutpaşa Orta 3 kitabında ve Depo’daki sergide, fotoğraflar ve metinler arasında bir diyalog kurmak istedim. Herkesin elinde bir fotoğraf makinasıyla gezdiği, herşeyin ama herşeyin fotoğrafa kaydedildiği günümüzde, görüntünün giderek kaybolduğunu, son fotoğraflananın bir öncekini sildiğini düşünüyorum. Bu anlamda metin ve fotoğrafın tamamlayıcı niteliğini, bu niteliğin de fotoğrafı kalıcı bir belgeye dönüştürdüğünü düşünüyorum. Belgesel çalışmaların güncel sanat içindeki duruşunu önemsiyorum.’

12 Eylül’e tutulan bir ayna

Sel, 1980 darbesinden sonra çeyrek asır ayrı kaldığı Türkiye’ye dönünce, kendi ülkesinin  yakın tarihiyle ilgili bir çalışma yapmanın kaçınılmaz olduğunu düşünmüş: ‘Çünkü’ diyor: ‘12 Eylül darbesi benim de geçmişimle ilgili bir tarih. Toplumsal hafızamız zayıf. Darbe bu anlamda başarılı da oldu. Bu günlerde mahkemelere inanılmaz bir pişkinlikle ve özgüvenle cevap veren darbeciler, balık hafızalı, apolitik bir toplum yarattı. Toplumumuzun darbelerle yüzleşmesi, bunların en yakın ve kanlılarından olan 12 Eylül’ün acımasız aynasında kendini bir daha görmesi çok önemli. Olup bitenleri silinmezler hanesine yazmak, yeni bir yaşama başlayabilmek için gereklidir. Başımızı kuma gömerek ne kadar yaşayabiliriz ki?’

“Davutpaşa Orta 3” sergisi Depo’da (Tütün Deposu, Lüleci Hendek sokak, no:12, Tophane, İstanbul) bu akşam 18:30 da açılıyor. Sergi 23 Aralık’a kadar gezilebilir.

Sefer Atalay: Bir afiş daha?

1980 Haziran sonu, Kağıthane’de sabaha karşı afişleme yaparken jandarma tarafından yakalandım. Bataklık bir yer olan Cendere Deresi yakınında, altı arkadaştık. Elimizde kovalar ve afişler vardı. “Jandarma geliyor!” dediler, koşmaya başladık, ateş açılınca kendimi bir ağacın arkasına attım. Yakalandığımda seyyar börekçiydim. Toplam 9 sene yattım. Bir daha afişe çıkar mıyım? Bir amaca ulaşacaksa, evet!

Şahin Arslan: Sopa getirin!!!

7 Mart 1980 Cuma, akşam saat altıda, Kadıköy’de, karanlık bir sokakta yakalandım. 1. Şube’de kimlik tespiti yapılırken bir polis, “Bu Ermeni!” diye bağırıp kimliğimi aldı, beni bir odaya soktular, “Amirim, Ermeni’yi getirdik!” dediler. Koltuktan iri yarı bir adam kalktı ve sol gözüme bir yumruk attı. “Sopa getirin!” dedi.

Ahmet Sel: Bu bir yüzleşme

Bu çalışma, benim için, burada kalsaydım yaşayabileceklerimle ilgili bir yüzleşme. Fırtınayı atlatıp kıyıya ulaşabilen eski delikanlılar için de, bir daha giremeyecekleri denize belki de son bir bakış.

Kazım Rençberoğlu: Şevkle yumrukluyordu

10 Haziran 1980 Salı gecesi, polis Hasköy’deki evimizi bastı. Beni yataktan alıp gözlerimi bağladılar. Gayrettepe 1. Şubeye götürüp bir odaya attılar ve hemen kaba dayağa giriştiler. Daha ziyade arkadan çalışıyor, böbreklere vuruyorlardı. Dayağın ardından, ayakta, ellerim duvara dayalı beş saat beklettiler. Ertesi gece falaka başladı. Falakada göğsüme sandalye oturtup boğulma hissi yaratmak için boğazımı sıktılar. Bir ara göz bağımın arasından bana değnekle vuran işkenceciyi gördüm. Zayıf, sivilceli bir adamdı... Onun çalışma şevkini, azmini gördüm. Hiç soru sormadan, çok ciddi bir görev sorumluluğuyla vuruyordu. Henüz 17 yaşında bir çocuktum. ...Evde, fotoğrafta yanımda duran annem kalmıştı, adı Saadet...