19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Bu Rüya hayra alamet

Geleneksel kültür ile günümüz arasında bir köprü kurmaya çalışan filmlere imza atan Derviş Zaim, hat ve minyatürden sonra daha büyük bir açılımla mimariye bakıyor.

Bedir Acar28 Ekim 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Bu Rüya hayra alamet

Sinemada farklı arayışların peşindeki yönetmenlerden Derviş Zaim; yeni filmi Rüya’da gelenekle bağ kurmak üzere çıktığı yolculukta önemli bir dönemece girmiş bulunuyor. Cenneti Beklerken filminde minyatür, Nokta’da ise hat sanatından biçimsel ve içerik olarak yararlanan Zaim, geçen Cuma vizyona giren son filmi Rüya’da daha kapsayıcı bir alan olan ‘mimari’ konusuna eğiliyor.

Klasik İslam sanatlarında hat ve minyatür büyük ölçüde ‘süsleme’ unsuru olarak ele alınılırken mimari öteden beri ve insanlık için ‘yaşamsal’ olanla direkt alakalı bir mevzu. Dünün konusu olduğu kadar bugünün ve yarının da konusu...

‘Rüya’da, insanın çevresiyle, mimarininse tabiat ve gelenekle olan ilişkisi diyalektik ve çevresel boyutlarıyla işleniyor. Toplu konut meselesi, dere yataklarına inşaat yapılması, tabiatın intikamı, yasal boşluklardan fayda sağlayan mimarların ‘etik’le imtihanı gibi konuların yanı sıra mimaride özgür düşünce, ‘değişerek ilerleme-ilerleyerek değişme’ bağlamında ‘gelenek-modern’ ilişkisi de irdeleniyor.

Dini mimari Sinan döneminde harikulade şeklini bulmuşken bugün yapılacak bir cami, Süleymaniye’nin taklidi mi olmalı yoksa dünden ilhamla bugüne dair yeni bir şey söylemek mümkün mü? Akademik ve toplumsal mecralarda, sanat çevrelerinde tartışılagelen bu konunun sinemaya da taşınması disiplinler arası geçişkenlik açısından mühim. Derviş Zaim, sinema-mimari bağlamında bu imkanı sağlıyor.

YEDİ UYURLAR

Kutsal kitaplarda geçen Yedi Uyurlar (Ashab-ı Kehf) kıssası, metafor olarak Rüya’da yer buluyor kendine. Filmin kahramanı mimar Sine Yemliha’nın (Ki Yemliha, Yedi Uyurlardan birinin de adı) değişmek istemesi, rüyalarına giren ‘Yedi Uyurlar’ ve onların köpeği Kıtmir’in bir koruyucu, gözetici gibi kahramanımızın başında belirmesi, Derviş Zaim’in o çok sevdiği menkıbelerden yararlanma, geleneği günümüze yansıtma çabalarının bir parçası. Kıssadaki Ashab-ı Kehf, 300 yıl bir mağarada uyumuş ve ardından bambaşka bir dünyaya uyanmışlardı. Mimar Sine’ye ‘evlerimiz yıkıldı’ diyen Ashab-ı Kehf’e, Sine’nin yemyeşil çayırlar içinde müstakil yedi evin anahtarını vermesi, yönetmenin, mimari ve yaşam tarzımızın değişmesi arzusuna bir cevap niteliğinde... Lakin bir itiraz gelebilir; Giderek büyüyen ihtiyaçlar bağlamında büyük kentlerde yemyeşil çayırların ortasında tek katlı müstakil evler ‘önermesi’ ne kadar gerçekçi. Bu bir...

İkinci örnek... Türkiye’nin en sıra dışı ve modern cami mimarisine sahip olan Sancaktar Camii’nin filmde mekan olarak kullanması da yine yönetmenin klasik olanın dışında, dini ‘mimari’ye ilişkin sunduğu önermelerden biri olarak değerlendirilebilir.

‘Rüya’nın en büyük handikapı, hem soru sorması hem de ‘bir bilen’ edasıyla sorulara cevap vermesi görülebilir... (Gökdelenlere karşı müstakil evlermeselesi yönetmenin yanıtı olarak önümüze sunuluyor.) Bu bağlamda ‘Rüya’yı pekala ‘didaktik’ bulanlar olacaktır.

DERVİŞANE BİR ARAYIŞ

Derviş Zaim’in soran, tartışan, geleneğin koridorlarından geçip günümüze çıkış arayan yönetmenlik arayışına şapka çıkarmamak mümkün değil. Çok az sinemacının cesaret edebildiği işlere imza atan Derviş Zaim, Türk sineması için büyük bir şans...