Son aylarda üst üste yaşanan kayıp çocuk haberleri ve ardından gelen acı son, dikkatleri bir kez daha ‘şiddet’ içerikli yayınların toplumsal etkilerine çekti. Kadına şiddet, çocuğa şiddet, sağlık çalışanına şiddet, hayvana ve hatta neredeyse doğadaki tüm canlılara şiddet…
Peki ama şiddet haberlerinin medyada sıklıkla yer alması ve bazen bir cinayetin detaylarıyla anlatılması toplumu nasıl etkiliyor? Dahası şiddet içerikli sinema filmleri, bilgisayar oyunları ve televizyon dizileri toplumu nasıl bir şiddet sarmalına sürüklüyor. Konuya farklı cephelerden bakarak, meslek profesyonellerine sorduk.
KEMAL TEKDEN / DİRİLİŞ ERTUĞRUL DİZİSİ YAPIMCISI
Narsist nesiller geliyor
Şiddete yatkınlığın artmasında eğitim anlayışının rolü olmakla birlikte; medyada sergilenen şiddet görüntüleri de çocukların ve insanların ruh sağlığını kötü yönde etkiliyor. Hemen her gün TV’lerde yer alan kaçırılan ve tacize uğrayan çocuk haberleri, darp edilen kadınlar, internetteki porno görüntüler, dizi veya filmlerdeki işkence sahneleri şiddet duygusunu körüklemekte, toplumun ruh sağlığını bozmaktadır. Bu yönde internet ve medyayı psikologlar eşliğinde ciddi şekilde sınırlamak ve kontrol etmek gerekmektedir. Bizler, “Diriliş Ertuğrul”u yaparken bu konuda olabildiğince hassasiyet göstermekteyiz. Tabii burada sadece medyayı suçlamak da doğru değildir.
MANEVİYAT EĞİTİMİ ÖNEMLİ
Okullarımızda da “sevgi, merhamet ve şefkat temelli eğitim” anlayışına geçilmelidir. Belki böylece bataklıklar kurutulabilir. Aksi takdirde, maneviyattan yoksun, sadece kazanmaya ve başarıya yönelik eğitim anlayışları sonucu,“narsist, hiçbir kural ve kutsal tanımayan” bir gençlik yetişmektedir. Böylece karıncayı bile ezmekten ürken bir insandan, başkasına eziyet vermekten zevk alan bir insan tipine dönüşmekteyiz. Bu gelişme son derece tehlikelidir. Bu yüzden iki alanda da (medya ve eğitim) psikologlar ve uzmanlar eşliğinde hızla tedbirler almak zorunluluğu vardır.
EMRAH KILIÇ / BOĞAZİÇİ FİLM FESTİVALİ SANAT YÖNETMENİ
Şiddeti estetize eden filmleri festivale almayız
Sinema’da var olan şiddet temsilleri ve bunların sosyolojik hayattaki toplumsal yansımaları, aslında önemli bir nokta ve akademik araştırmaların konusu olagelmiştir. Bu konuyla ilgili söz etmek, önceliği şiddetin kaynağına ve insan doğasına vermeyi gerektirir. Öyle zannediyorum ki şiddetin sinema aracılığı ile nasıl ve ne şekilde yönetmen tarafından kullanıldığı da bu noktada belirleyici olabiliyor. Özellikle ana akım büyük bütçeli filmlerde, bol aksiyonlu olanlarında, izleyicinin kendisini beyazperdedeki karakterle özdeşleştirmesi ile şiddeti uygulayan konumuna geçerek içsel rahatlamaya sebep olması, sinemadan rahatlamış bir şekilde çıkmasını sağlarken diğer yandan, metne bağlı olarak izleyicinin perdedeki şiddeti örnek alarak gerçek hayata taşıyıp uygulamasına da sebep olabilmektedir. Ana akımın görece dışında sayılabilecek olan sanat filmlerin bakarsak bu filmlerin pek çoğunda izleyicinin özdeşleşebileceği bir karakter çok fazla bulunmamaktadır. Perdedeki şiddetin bilinçli izleyeciye yansıması zayıf bir ihtimal. Tüm bunlardan sonra özetle aslında filmin içerisindeki şiddet unsurlarının nasıl ve ne şekilde üretildiği ve kurgulandığı ile birlikte filmi izleyen seyircinin kendi zihinsel deneyimi ve karakterine bağlı olarak toplumsal tezahürleri ortaya çıkabilir ya da çıkmayabilir diyebiliriz.
MARTIN SCORSESE’YE GÖRE ŞİDDET...
Boğaziçi Film Festivali’nde filmler seçilirken bizim bu konuda en dikkatli olduğumuz nokta, şiddetin estetize edilip edilmiyor olması, etik ve toplumsal değerler konusunda şiddete yönlendiren bir tarafı olup olmaması diyebiliriz. Şiddeti öven, estetize ederek olumlayan filmlerin ortalama izleyici tarafından çok farklı bir şekilde algılanma ihtimali dahi böyle filmlere tereddütlü yaklaşmamız gerekliliğini ortaya koyuyor. Son söz olarak, sinemanın şiddete yönlendirmesi ya da şiddete eğilimli olan izleyiciyi bundan alıkoymasının çok büyük bir fark yarattığını düşünmüyorum. Ünlü yönetmen Martin Scorsese’nin bir sözünü de paylaşmak isterim; ‘Şiddet, modern toplumun hayal kırıklıklarından ve duygusal soğukluğundan doğar.’
ABDÜLHAMİT GÜLER / SİNEMA YAZARI
Peygamberimiz kötü söz bile söylememiş
Peygamber kötü söz söylemezdi. Kötüye işaret etmezdi. Kötüyü afişe etmezdi. İyi olanı anlatmak için bile kötünün ayrıntısına girmezdi. Bu, sinemada, sanatta nasıl bir dil kullanacağımıza dair hayati derecede mühim işaretler barındırır.
Son dönemde özellikle epik filmler, dönem işi yapımlarda kılıç, silah kullanımı, kan gösterimi revaçta. Başarının kıstası, gösterdiğiniz miktarıyla alakalı sanki. Televizyon dizilerinde de iş buraya vardı. Diyelim ki sinemaya herkes gitmez, rızası ile herkes gidip izliyor. Televizyonda ise öyle bir şey yok. Haliyle, beyaz camda gördüğünü ‘doğru’ kabul eden gençler, hak arayışı için şiddeti, insani iletişim için kabalığı, kendini ifade için hamaseti tercih ediyor. Oysa Peygamber Efendimiz’in örnekliği buna müsaade eder mi diye sormak gerek. Bu, savaş sahnesi çekilmesin, insanlık tecrübesi aktarılmasın demek değil elbet. Peygamber nasıl başardıysa, insanların kalbini kazandıysa biz de aynı yolu seçip üslubumuza dikkat edebiliriz.