27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Asıl olan içselleştirilmiş zarafettir

Eskiden, edep, görgü, zarafet vardı. Saygının, empatinin, nezaketin kaybolmaya yüz tuttuğu bugünlerde adabı muaşereti hatırlatmak istedik. Konunun uzmanı akademisyen Ayşenur Kurtoğlu, “Mahremiyet medeniyettir. Bizde de edep çok önemli. Bu da Avrupalının bilmediği bir şey. Asıl olan içselleştirilmiş zarafettir” diyor.

Bahar Erdoğan21 Mayıs 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Asıl olan içselleştirilmiş zarafettir

Eksikliğini her gün biraz daha hissettiğimiz bir konu adabı muaşeret… Büyüklerimizden “Ah bu yeni nesil gençler de çok saygısız, zarafetten uzak” cümlesini sık sık işitir olduk. Yeni neslin neden görgü kurallarını unuttuğunu, sahip olduğumuz ima kültürünü ve teknolojinin edep ve adabı nasıl etkilediğini ‘Günlük Hayatımızda Nezaket ve Görgü’ kitabının yazarı akademisyen Ayşenur Kurtoğlu’ndan dinledik.

Adabı muaşeret kavramları ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Görgü, zarafet, edep gibi kavramları birbirinden ayırmak gerek. Bizim kendi medeniyet ölçümüzde baktığımız zaman bir Avrupalı kadar zarif hareketlerimiz olmasa da bizde edep çok önemli. Bu da Avrupalı’nın bilmediği bir şey. Suyu zarafetle içmeyi bilmeniz kadar insanla olan ilişkilerinizde nasıl davranacağınızı bilmeniz de çok önemli. Bizde asıl olan içselleştirilmiş zarafettir. Bunu da örneklendirmek gerekirse; bir gün bir çobana yemek verirken ev sahibi hiç özenmemiş sunumunda. İçinden ‘ne de olsa çoban’ demiş. Bunun karşısında çoban da demiş ki “Hadi ben çobandım, siz de mi çobandınız” Karşınızdakine göre davranmak tabii ki önemli ama aşağılamak, mevkiinden dolayı yok saymak son derece yanlış. İnsan olarak değer vermek zorundayız. Bu medeniyetimizin bize yüklediği bir değer. Çünkü Allah’ın kulları bir tarağın dişleri gibidir. Yani kimin kimden kıymetli olacağını ancak O bilir. Bunu en iyi camilerde, ibadet alanlarında anlıyoruz. Yanımızdakinin kim olduğunu bilmeden ibadetimizi gerçekleştiriyoruz.  

Peki adabı muaşeret kuralları ailede mi başlar?

Kişi ailesinin aynasıdır. Küçücük yaştan itibaren ‘sosyal öğrenme kuramına’ uygun olarak toplumsal hayata dair, insana dair çoğu şeyi aile içinde öğrenerek büyüyoruz. İlk terbiye edicilerimiz olarak anne babalarımız, kalabalık ailelerde anneanneler, babaanneler, dedeler de bu halkanın içinde yer alıyorlar. Bu yüzden adabı muaşeret kurallarını öğrenme kesinlikle ailede başlıyor. Ev içi yaşantımız çok önemli. Aile bizi hayata hazırlayan ilk sosyolojik kurum. Kız çocuklarını hakir gören ve evlendirerek kurtulmayı düşünen bir babanız olabileceği gibi mesela evde kızının odasına yaklaşırken geldiğini haber vermek üzere öksüren ya da girmeden kapısını çalan bir babanız da olabilir. 

Yani bu kuralları öğrenmedebaba figürü önemli mi?

Değerler yukarıdan üretilir ve aşağı doğru yayılır. Bu bakımdan babanın rolü son derece önemli. Bizim terbiyemizde baba ile yüz göz olmama tabiri var. Baba her şeyi duymaz. Duysa da hemen tepki vermez. Annenin süzgecinden geçerek babaya ulaşır bir takım şeyler. Babamızla günlük hayata dair bir konu konuşmak istediğimizde “Evladım annenize sorun ben anlamam” cümlesiyle karşılaşırdık. Rollerin anlamlıca paylaşıldığı huzurlu bir ailede büyüdüm. Mesela hitap şekli babamın en dikkat ettiği konulardandı. Aile içinde annemizle değil ama babamızla “Siz” hitabı ile konuşurduk. Bu durum seviyeyi yukarı çekerken kendine göre bir mahremiyet alanı da oluşturuyor.

‘Haddi aşmak’ bugünün en popüler problemlerinden…

Çok haklısınız. İmalardan, kelimelerden başlayarak haddimizi aşıyoruz. Karşıdakinin özel hayatını, yani mahrem alanının didikleme hatta ortaya saçılması bunun son kertesi. Televizyonlar güne dedikodu programları ile başlıyor. Program formatları insanların mahremiyet sınırlarını silmek üzerine kurulu. Bu bakımdan ‘mahremiyet’ en büyük medeni gösterge. Maddi manevi mahremiyet kavramının çerçevelediği her şeye gereken önem ve payenin verilmediği yerde medenilikten söz edilemez. Mahremiyetin hayatı, insanı güzelleştiren ve kıymetli kılan bir tarafı var. Bu da en çok insandaki utanma duygusu ile alakalı. ‘Utanma’ duygusunu çok önemsiyor ve insana çok yakışan asil bir duygu olduğunu düşünüyorum. İslam düşünürü İmam Gazali “Aklın tezahürü utanmaktır. Bir çocuğun utanmaya başladığını gördüğünüz zaman onun terbiyesini ihmal etmeyin” der. Bu bakımdan insanı terbiye etmemek ona yapılacak en büyük zulümdür.

İş ailede bitiyor o zaman. Peki sizin aile yaşantınız nasıldı?

Küçücük yaştan itibaren adeta bir hamur gibi biçimlendiğimiz ailelerimiz çok önemli. Bu bakımdan çok şükür rahmetli annem ve babam kendileri terbiye görmüş insanlardı. Hafızamı zorluyorum ikisinin de başkalarının hayatları ile ilgili konuştuklarına dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Annem bazen babamı kızdırmak için bir şeyler söylese de babam okuma gözlüklerini çıkarır sessizce yüzüne bakar ve adeta susmasını beklerdi. Reddetmenin karşılığı susmak, kabulün karşılığı gülümseyerek bir baş sallama hareketi olunca bu hal çocukların da bir süre sonra imalar ile terbiyesine yol açıyor. 

İma ile terbiye nasıl oluyor?

İmalarla terbiye bizim kültürümüzün en kıymetli miraslarından. Üzülerek söylemek gerekir ki artık bu terbiye kültürü yok olmak üzere. Şimdi sokaklar, alışveriş merkezleri bağıra bağıra çocukları ile konuşan annelerle dolu. Bu yeni tarz terbiye şeklinin de ham ve görgüsüzce olduğunu söyleyebilirim. Kime hangi kelimelerle ve ses tonuyla hitap edeceğinizi bilmek ayrı bir incelik ve edep konusu.

Acaba teknoloji mi değiştirdi ima ile terbiye kültürümüzü?

Oluşturduğumuz bireysel alanlarımız bizi aynı zamanda yalnızlaştırdı. Artık her evde hemen hemen aynı tablo var. Kimse kimseyle selamlaşmadan konuşmadan elindeki telefonuyla ilgileniyor. O ilgilendiği telefonundan da kendini çok sosyalmiş gibi gösteriyor. Teknoloji ile yalnızlaştık ve birbirimize ihtiyacımız yokmuş gibi davranmaya başladık. Oysa ‘İnsan insanın zehrini alır’ diye çok güzel bir sözümüz var. Biz teknolojinin nimeti yerine külfetini tercih ettik.

Peki gençlerin geçirdiği değişimlerde neler fark ediyorsunuz?

Son 15 yıldır moderniyle, gelenekseliyle, muhafazakarıyla daha birçok şekilde tanımlayabileceğimiz gençlik, ortak özellikleri gösteriyor. Öncelikle oturuş şekilleri değişti. Eskiden beri bildiğimiz en temel şey büyüklerimizin yanında ayak ayak üstüne atılmaması gerektiğidir. Birisi tarif edildiği zaman “Eli yüzü düzgün, oturup kalkmayı bilen” denirdi. Bu konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse; ‘Kim 500 milyon ister’ yarışmasında bir gün şöyle bir soru soruldu: Aşağıdakilerden hangisi büyüklerin karşısında yapılmaz? Şıklardan birisi de ‘Ayak ayak üstüne atılmaz’ idi. Doğru cevabın o olduğu o kadar açıktı ki buna rağmen genç yarışmacı bu soruyu bilemedi ve elendi. Masumane cevabı ise “Bizim aile geleneğimizde böyle bir şey yok” oldu. Hakikaten öyledir. Ama ortalama bir Türk ailesinde bu hemen herkesin bildiği bir inceliktir.

Saygısız bir kuşak mı yetişiyor?

Saygısız değil de saygıyı bilmeyen bir kuşak diyebiliriz. Hz. Mevlana’nın bir metaforu var. “Bir havuzun üzerindeki çer çöpü topladığınız zaman altta yine temiz suya kavuşursunuz.” Fert ve devlet olarak bu konudaki hassasiyetlerimiz yeniden kendini gösterdiğinde bütün insanlık alemi için heybemizin hayat dolu ve hizmete hazır olduğumuzu göreceklerdir.

İmalarla terbiye bizim kültürümüzün en kıymetli miraslarından. Ama bu terbiye kültürü yok olmak üzere. Şimdilerde sokaklar bağıra bağıra çocukları ile konuşan annelerle dolu...

Bir semaverin muhabbet ve edep objesine nasıl dönüştürüldüğünü iyi bilirim

'Günlük Hayatımızda Nezaket ve Görgü’ kitabınızı yazma fikri nasıl doğdu?

Çocukluğumda misafir açısından çok bereketli bir evimiz vardı. Ebeveyn kadar onların kimlerle görüştükleri, evlerinin mahremiyetlerini kimlerle paylaştıkları da çok önemli... Bu toplantılarda yaşadıklarımı bir şans ve nasip olarak görüyorum. Bir semaverin insanlar için nasıl bir muhabbet ve edep objesine dönüştüğünü iyi bilirim. Çocuklar bu atmosferde büyüyor ve böyle terbiye oluyor. Benim etrafımda davranış güzelliklerini seyrettiğim çok insan oldu. Bunlar hep birikmeye başladı kafamda. Ama beni tetikleyen somut bir olay oldu. Bir gün ders çıkışı bahçede oturuyorum. Biri oturduğum masaya elindeki kitapları yüksekten atarcasına ‘pat’ diye bıraktı. Korktum ve başımı yukarı doğru kaldırıp baktığımda  omuzlarından aşağı dökülen siyah başörtülü genç bir kız öğrenci olduğunu gördüm. Bu davranış benim için bir milat oldu. Çünkü insanların görünüşleri ile davranışları birbirini tutmalı.