26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Çocuklar annelerin Instagramında nesneye dönüştü

Kadınlar artık çocuğunu, evini, kocasını sosyal medyada nesneye dönüştürüyor. Hasarlı bir toplum olduğumuzdan dolayı sanal alemde fenomen olan anneleri otorite olarak kabul ediyoruz. R. Berin Tuncel ise bize sunulan bu gerçek dışı algıya karşılık anneliğin kadın için bir tekamül süreci olduğunu söylüyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ13 Mayıs 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Çocuklar annelerin Instagramında nesneye dönüştü

Dünyanın en zor ancak en kutsal görevini yapan anneler hem iç dünyasında hem de dışarıda bir çok çelişkiyle karşı karşıya kalır. Buna karşılık annelik kadının kendini tanımasının ve özgürlüğe yolculuk etmesinin de en kolay yolu. Zira çocuk anneye bir rehber ve ayna olur. Gerçekte ne istediğini bilen, kendi iç yolculuğunu yapabilen kadınlar çocuklarını da bu doğrultuda büyütür. Böylece oluşan toplum daha sağlıklı ve verimli olabilir. R. Berin Tuncel’in kaleme aldığı Kendine Doğmak kitabı anneliğe çok farklı bir noktadan bakıyor.

Günümüz annelerinin oldukça güçlü ve hırslı olduğu, bundan dolayı da hayattaki rolleri arasında sıkıştığından bahseden Tuncel, kitabında içimizdeki annenin özgürlüğe yolculuk hikayesini psikoloji ve tasavvufu sentezleyerek en basit hali ile okurla paylaşıyor. Anneliği temel alıyor gibi görünse de kitap aslında insanın kendini tanıma rehberi. Toplumda yaşanan manevi tıkanmanın insanların kendi yolculuğunu eksik bıraktığından kaynaklanabileceğini belirten Berin Tuncel, “İnsan özüne dönerse bu sıkıntıdan kurtulabilir” diyor ve ekliyor, “Önce biz kendimizi bilmeliyiz ki başkalarına yol gösterici olalım. Sufiler derler ki ‘Birine ayna tutabilmeniz için aynanın parlaması gerek’. Siz gönül aynanızı parlatmazsanız karşıya ayna olamazsınız. Bunun için önce kendi aynamızı parlatmamız gerekiyor.”

Kendine Doğmak nasıl bir yolculuğun sonunda kaleme alındı?

Anne olduktan sonra yaşadıklarım, psikoloji okumalarım ve katıldığım seminerler “İyi anne” olayım diye yaptıklarım bana yetmemeye başlamıştı. Sanki daha fazlası var ama ben ona ulaşamıyordum. Mustafa Merter’in Dokuz Yüz Katlı İnsan kitabı benim için bir dönüm noktası oldu. Kitabı okuduktan sonra hocanın kapısı çaldım. Merter’in ortaya koyduğu Nefs Psikolojisi’nden de faydalanarak bir yola girdim. Daha sonra Batı psikolojisine de yöneldim. Batı’nın önemli kuramcıları da bana farklı ufuklar açtı. Bu anlamda uzun bir eğitim sürecinden sonra da bu kitabı kaleme aldım. 

ÇOCUK SİZE TUTULAN EN DEVASA AYNADIR 

Kadın kendi benliğini nasıl fark eder?

Toplum olarak kadın ve anne dediğimizde aklımıza ne geliyor, bu isimlerden ne anlıyoruz. Bunlara bakmak lazım önce. Modern psikolojide hâkim olan feminist teoriler kadınları daraltıyor ve sıkıştırıyor. Biz aslında anne ve kadın olmakla ilgili ciddi bir çatışma yaşıyoruz. Kadın, iş ve ev hayatındaki görevleri ile anne olmak rollerini karıştırıyor. Bunları nasıl dengeleyeceğini bilmiyor. Batı kuramların birinde “Kadın nerede olursa olsun kendi sezgisel doğasına yabancıdır” diyor. Ben bunu Nefs Psikojisi’ndeki bazı kavramlarla birleştirerek yorumladım. İnsan rahmani bir süreçle kendi içine yolculuk yaptığı zaman kendi mürebbisiyle karşılaşır. İbn’i Arabi’nin dediği bir şey var; “Her insanın içinde ona yol gösteren bir terbiyecisi bulunur”. Kadın kendi içindeki mürebbiyle ilişki kurarsa yalnız olmadığını fark eder. Biz başkaları ile ilişki kurduğumuzda kendimizden çok uzaklaşıyoruz. 

Anne olmak bu iç yolculuğu ne anlamda kolaylaştırıyor?

Annelik kadının iç yolculuğuna yönelmesi için en kolay ve kaçınılmaz yoldur. Çocuk size tutulan en devasa aynadır. İç sesinizi duymak zorundasınız. Daha rahme düştüğü andan itibaren iç dünyamızdaki sezgiler ortaya çıkmaya başlıyor. Doğum yapmak aynı zamanda üretmek ve yüzleşmek demek. Doğum sancılı bir süreçtir. Hayat boyunca insan kendini tanıması için çok sancılı süreçlerden geçebiliyor. Hepimiz kendimizi bulmak ve gerçekleştirmek için bu dünyaya geldik. Özellikle annenin bunu yapması toplum için çok önemli. Eğer anne kendini onaramıyorsa çocuğuna zarar verebilir. Böyle çocuklarla şekillenen toplumda sıkıntılar çıkar. Biz çok fazla şeyi dışarıda arıyoruz. Oysa kadınlar, içinde bir rahimle yaşıyor. O rahim, bir dünyayı doyurmaya muktedir. Oradan bir can çıkıyorsa kim bilir daha neler çıkar. 

Günümüzde çocuklarını proje olarak gören anneler var... 

Bir çoğumuzun meslek seçimi ebeveynlerin hayalleri doğrultusunda oluşmuştur. Şimdi şartlar öyle değil. Buna rağmen çocuklara karşı daha esnek bir tutum sergilenmiyor. Yoğun baskı altındalar. Bu yüzden depresyon, anksiyete gibi rahatsızlıklar artık ortaokul çocuklarında bile görülülüyor. Fiziki şiddet olmasa da psikolojik baskı uygulanıyor. Anne ve babalar çocuklarını bedensel olarak büyütürken psikolojik olarak öldürüyor. Gerçekten büyütmek çocuğun arzularını, isteklerini göz önünde bulundurarak mümkün olur. Çocuğun kendi olması, isteklerinin farkında olması lazım.

EVLADINIZIN İÇ SESİNİ SUSTURMAYIN

Afrika’da Himbalar diye bir kabile var. Gebe kalmadan kadınlar bir ağacın altında oturup dünyaya gelmek isteyen çocuğun kendisiyle iletişim kurmasını bekler. Çocuk annesiyle kurduğu ilk iletişimi ona söylediği bir şarkı ile başlatır ve bu, çocuğun şarkısı olur. Anne bu şarkıyı bütün kabileye öğretir. Çocuk yanlış bir şey yaparsa kabile toplanarak çocuğa o şarkıyı hatırlatır. Çocuk da hatasını fark eder. Kabilenin kadim geleneklerine göre yanlış davranışları düzeltmenin yolu “cezalandırmadan” değil, “sevgiden” ve o bireye kendi “gerçek kimliğini” hatırlatmaktan geçer. Bizim de çocuklarımızın içindeki müziği susturmamamız lazım. Bunun tasavvufta da bir karşılığı var. Tasavvuftaki mürebbi-terbiye yönteminde olduğu gibi dövmeden, acıtmadan, nezaketle ona kim olduğunu öğretmek lazım. Biz toplum olarak anneliği çok zorlaştırıyoruz. Her çocuğun bir doğası ve şarkısı var. Eğer kadın kendi ekseninde döner, baba da kendi ekseninde dönerse çocuk kendi ahengiyle büyür. İhtiyaç duyarsa annesinden babasından talep eder zaten. Ebeveynler çocukları sorunlu diye uzmanlara götürüyor. Oysa sorun çocukta değil ki anne ve babada. Çocuk ebeveynlerdeki sorunu ortaya çıkarır. Ancak kadının kendiyle yüzleşmesi günümüz insanı için özellikle yeni nesil için çok zor. 

GERÇEK DIŞI BİR ANNELİK ALGISI ÜRETİLDİ

Sosyal medya gittikçe amacından uzaklaşıp farklı bir hal almaya başladı. Sosyal medyanın da anneliği olumsuz etkilemeye başladığını düşünüyorum. Kadınlar ya da anneler çocuğunu, evini, kocasını, kıyafetlerini birer nesneye dönüştürüyor. Sosyal medyada gerçek hayat kayboldu. Oraya üretilecek görseller için yaşamaya başladı insanlar. Gerçek dışı bir annelik algısı üretildi. Biz hasarlı bir toplum olduğumuz için sosyal medyada fenomen olan anneleri otorite olarak kabul ediyoruz. Uzmanları dinlemek yerine fenomenlerin peşinden giden anneler var. Bunun bir illüzyon, büyülenmiş bir hal olduğunu düşünüyorum. Ancak bu durum çok fazla süremeyecektir. Çünkü doğal değil. Çocuklar, annelerinin fotoğrafında birer aksesuar olarak duruyorlar. Anneler hem kendilerini hem çocuklarını popülariteye kurban ediyor. Popülaritenin ise mutlaka bir bedeli olur. Tamamen sosyal medyaya içerik üretmek üzerine kurulu bu hayatın sonunda kadınlar büyük bir trajedi yaşayacak. 

BİR TATLI HUZUR MİNİMAL HAYATLA MÜMKÜN

Çocuk aslında size rehberlik eder. O, dünyayı adım adım tanır bazı dönemlerde bazı şeylere duyarlılığı artar. Biz de aslında böyleyiz. Dünyada gördüğümüz her şey bizim içimizde olup bitenle ilgili bir şeyler söylüyor. Hayat içerisinde karşılaştığımız her şey, dünya ve kainat aslında bir ayna bize. Hayatta hiç bir şey anlamsız değil. Ama bizim bunu oturup düşünecek vaktimiz yok. Ancak farkındalıkla yaşarsak kendi hayatımızı yaşarız. Aksi halde iç yolculuğu tamamlamak diye bir şey mümkün olamaz. İnsanlar kendi iç yolculuğuna doğru giderse toplumda bir düzelme ferahlık ve huzurun yayılacağını düşünüyorum. Biz çok fazla yük taşıyoruz omuzlarımızda. Bunlardan özgürleştiğimizde, minimal bir hayatta huzuru bulabiliriz.