26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Daha oynayacak oyun alınacak alkış var…

Gelenek tiyatrosunu yaşatan bir kaç isimden biri Sinan Bengier. Tiyatroya aşkla bağlı olan usta gelenekle bağını “Dokuz-on sene ortaoyunu oynadım, o nesilden geliyorum. İsmail Dümbüllü’yü sahnede seyrettim. Sahne hâkimiyeti çok başka bir şeydir. Çok şükür bana da bulaştı. Tulaattan geldiğim için köşede durayım, bakarlar bana” sözleriyle özetliyor.

ZEYNEP TÜRKOĞLU11 Mart 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Daha oynayacak oyun alınacak alkış var…

- Camın arkasından baktığım ve çok aşina olduğum o adam, şimdi böyle capcanlı karşımda. Bu nasıl bir enerji ayrıca?

Ben gençlere söylüyorum üniversitelerde. Yaşlanmak istemiyorsan (ki beden yaşlanabilir, hatta bundan kaçılmaz) ruhunun yaşlanmasını istemiyorsan, sevdiğin işi yap. Sevmediğiniz işi para için yapabilirsiniz. Mecbursunuz, bir para gelmesi gerekiyor geçim için. Ama akşamleyin, bir mandolin mi, al! İstersen kırk yaşında başla. Kırkında mandolin çalıyor desinler. Resim mi yapacaksın, çöpten adam mı çizeceksin? Çiz! Hatta benim elim dikişe de yatkındır. Kanaviçe yap yahu. Sevdiğin bir işe zaman ayır. Türkiye’nin yüzde doksan yedisi sevdiği işi yapmıyor. Hadi abartmayayım, yüzde doksan beş olsun! İşte ben sevdiği işi yapan o yüzde beşin içindeyim. Ve sevdiğim işi yaptığım halde yoruluyorum. Eve gidince kafam dağılsın diye mask yapıyorum. Ara vermiştim, şimdi malzemeleri toparladım biblolar yapacağım. 

- Kaç yıl oldu tiyatro?

48 bitti. 

- Nasıl başladı?

Vallahi benim hayatımda tesadüflerin çok yeri var. Okul tiyatrosunda bir olay çıktı. Sahnelemeye üç gün kala, başrolü oynayan ‘beni geçirmezseniz ben oynamam’ demiş. Ama kötü bir rest tabii. Lisedeki hocalar da, ‘Öyle mi, tamam’  diyorlar. Sonra beni çağırdılar öğretmenler odasına. Haftanın üç günü o odanın müdavimiydim. Kulağı çekilecek olanlardan biriydim. 

- Çok başarılı bir öğrenciydiniz yani?

Her işte başarılıydım da mikroptum. Çok hareketliydim. Her şeyin altından çıkan talebeler vardır ya.  Kendi kendime ‘Birkaç gündür bir şey de yapmadım’ diye düşünüyorum bir taraftan. Herhalde özlediler dedim! Gittim, Allah rahmet eylesin Mukadder Arkun vardı, sanat tarihi ve resim hocamdı. Hayatımızı değiştiren, ufuk açan öğretmenlerden biriydi. O bakımdan çok şanslıyım. Ve edebiyat hocalarım Vicdan ve Nuriye hanımlar. Okul tiyatrosunda oynamak ister misin dediler. Yani ‘sınıfta yaptığın soytarılığı sahnede yapmak ister misin’ dediler bir başka deyişle. ‘Bana soytarılık yapacağım yer gösterin, neresi olursa olsun yaparım’ dedim. ‘İyi, şunu ezberle’ dediler, ‘üç gün sonra sahneye çıkacaksın.’ Baktım, Cevat Fehmi Başkut’un Göç adlı bir eseri vardır, bir kapıcının üstünedir. ‘Bana üç gün okula gelmeme izni verin, ezberler dönerim.’ dedim. Hakikaten üç günde kelime hatasız ezberledim. O gece deniz kuvvetlerinden bir asker geldi bize yardım etmek için; Mert Egemen. Profesyonel tiyatrocuymuş. Dekorumuza yardım etti. Son akşam bir prova aldırdı bize, ‘Şurayı şöyle düşünün, burayı böyle düşünün’ diye. Halen görüşürüz bu arada. Oyun bitti. Mert seyretti ve gitti, birliğine döndü. Üç gün sonra birisi geldi, ‘Mert tiyatrosunda oynaman için seni çağırıyor’ dediler. 

- Fakat sadece okul yok, çalışıyorsunuz da galiba o zamanlar?

Bin iki yüz liraya bir fırında çalışıyordum. Babam dört yüz kırk lira maaş alan bir memurdu. Eve geldim, ‘Baba ben tiyatro yapacağım’ dedim. ‘Mutlu olacağın işi yap, ne olursa olsun arkanda olacağım ölene kadar. Ama iyi yap’ dedi. Tarihi bir laftır. ‘Kavgacı olacaksan seni gören kaldırım değiştirsin. Eğer tiyatrocu olacaksan, bir; tek tiyatroda çalışmayacaksın. İki; ayrıldığın her yer şimdi Sinan olsaydı desin.” Hakikaten ayrıldığım her tiyatro ‘Keşke Sinan gitmeseydi’ dedi. Böylelikle haftalığı yedi buçuk liraya başladım tiyatroya. Yedi buçuk nerede bin iki yüz lira nerede… ‘Mutlu musun’ diye sordu babam, ‘Evet’ deyince, ‘Benim param yeter eve meraklanma, sahnede yakıştığın yerdesin’ dedi. O askerin ilk oyunu seyretmesi hayatımı çok değiştirdi tabii. Hiç başrol vermedi, hep kompozisyon verdi. ‘Etrafa çok bakıyorsun; dilenciye, sarhoşa, memura, işçiye, bakıyorsun, kafana da kazıyorsundur’ dedi. Haklıydı. Gerçekten bakar ve resmi olduğu gibi kaydederim. Sigara içene de bakarım mesela. İçişinden sınıfsal farkını anlarsın insanın. Ama işime yaradığı için bir bakma değil bu. Fotoğraf makinesi gibi. Yanımdan geçeni fark ederim. O bende kalır. 

- Belirgin, baskın karakterleri mi oynuyorsunuz, yoksa sizin elinizde mi daha görünür hale geliyor onlar?

Ben özel hayatında çok çekingen biriydim. Halen bankada, çarşıda çok ilgi gören biriyim, ama inatla sıraya girerim. Yani benim bulunduğum yer bana bir öncelik tanımaz hayatımda. İlk Mert söylemişti bana, ‘Hayatında çekingen bir adamsın, fakat sahnede babanın evi kadar rahatsın.’ Sahneye çıktığım zaman ipler benim elimde, bunu biliyorum. Senin elinde senaryo yok, sen seyredip geçeceksin. Unuttuğum da olur. Yerine anında başka bir şey yazarım. Karşımdaki unutursa ona da hatırlatırım mutlaka bir şekilde. 

- Hiç mi olmaz heyecanlanmanıza sebep olacak biri? Belki bir aile ferdi, bir hoca?

Şimdi galayı konuşuyorlar. Harbiye’de Komik-i Şehir Naşit Bey’in galası yapılacak. 1914’ler… II. Abdülhamit devrinde geçiyor. Bütün Ankara gelecek. Ben heyecanlanmam. Çünkü orada ipler benim elimde. Bizim yakınlarımız bizi beğenmez zaten. Mesela eşim beğenmez beni. 1968’de liseden beri arkadaşımdır aynı zamanda. Sonra evlendik. ‘Herkesin söylediği kadar iyi oyuncu değilsin’ diyor. ‘Bunun sebebini biliyor musun’ diye sordum. Zekidir de. Hiçbir kadının aptal olduğunu sanmıyorum ayrıca, bunu da parantez içinde söyleyeyim. ‘Niye beğenmediğini ben söyleyeyim, beni 1968’den beri tanıyorsun. Benim yaptığım her şey evde de var. Benim hayatımda da var’ dedim. Dikkat edersen, doğal, yaşayan bir adam oynuyorum.

- Gerçekten yaşayan adamı oynuyorsunuz. Ben bunu sahnede daha net gördüm, vurgularınız müthiş mesela. Yani hem belirgin, anlaşılır hem de aynı ölçüde tabii…

Görselliğinin yanında dile dayanan bir şey yapıyorum. Beni tek tek anlamaları gerekiyor. ‘Ne dedi’ demesin seyirci. ‘Sinan şunu oynuyor’ desinler, ‘rol yapıyor’ demesinler. Rol yapmak kötüdür be! Bak çocuklar da doğru oynuyor. Şimdi oynayanların birçoğu konservatuarlı. Suçlama değil bu, ama eskiden Yıldız (Kenter) Hanım gibiler, özellikle devlet tiyatrosu öyle öğrenciler yetiştirdi ki, hiçbirisi yaşayan adamlar değildi. 

Yaşayan adamlar öne çıktı zaten ağır topların içinden. Sonra Kurtlar Vadisi’nde seyrettik onları; Baykal Saran’ları mesela. Çünkü onlar konservatuarda okuyup kahveye giden, sokakta gezen, sahil gazinosunda oturan adamlardı. Halkın içindeydiler hep. 

Devlet tiyatrosunda bir dönem insanları dışarıya çıkartmadılar. Halkın arasına girmeyin saklayın siz kendinizi dediler. Kendi aralarında bir hayat kurmuşlar. Ben çay bahçesine gider, bütün günümü rahat rahat orada geçiririm. Şimdi Hatay’a gideceğiz, çantayı vereceğim, ben şehre çıkacağım. 

Tabii ki benim için her şeyden önce tam teçhizatlı kameraman Cevat Kelle o! Ne de olsa televizyon çocuklarıyız. Tek kanallı yıllardan, özel televizyonlara geçişin irili ufaklı pek çok adımını bilen nesiliz biz. Belki de bu dönüşüme şahitliğin de etkisiyle her kurgu karakter, gerçek bir kişilik gibi sağlam duruyor belleğimizde. Televizyonda göründüğü her sahnede, ayırt edilir biçimde var olan Sinan Bengier büyük ihtimalle bu sebeplerle de capcanlı. Ama itiraf etmek gerekirse, Sinan Bengier televizyondaki başarısına rağmen ancak tiyatro sahnesinde ışığı ve ustalığı layıkıyla anlaşılacak bir aktör. Bu sezon Şehir Tiyatroları’nda iki oyunu var; Makedonya Gamzesi ve Komik-i Şehir Naşit Bey…  Üsküdar Musahipzâde Celâl Sahnesi’nde yakaladım Makedonya Gamzesi’ni. Seyredip kulise geçtim, teri soğumadan, sekizde başlayacak oyuna kadar dinlenmesine de izin vermeden sormaya başladım Sinan Bengier’e, sahnede geçen 48 yılı…

Devlet tiyatrosunda bir dönem insanları dışarıya çıkartmadılar. ‘Halkın arasına girmeyin saklayın kendinizi’ dediler. Kendi aralarında bir hayat kurmuşlar. 

Eskiden Yıldız (Kenter) Hanım gibiler, özellikle devlet tiyatrosu öyle öğrenciler yetiştirdi ki, hiçbirisi yaşayan adamlar değildi.

Sahne er meydanı seyirciyle karşı karşıyasın  

- Tiyatro mu, sinema/televizyon mu?

Sahne bambaşka bir yer. Er meydanı. Çıktığın anda seyirciyle karşı karşıyasın. Öbüründe bozuldukça yeniden çekersin, bunda makarayı başa sarma şansın yok. 

- Bunca zorluk ve riske rağmen neden daha çok seviliyor?

Belki mazoşistiz yahu. Diğer oyunumun başına koydum (Komik-i Şehir Naşit Bey oyunundan söz ediyor). Orada oynayacağımız ortaoyunu bölümünü ben yazdım. Dokuz-on sene ortaoyunu oynadım, o nesilden geliyorum. İsmail Dümbüllü’yü sahnede seyrettim. Sahne hâkimiyeti çok başka bir şeydir. Çok şükür bana da bulaştı. Köşede durayım, bakarlar bana da. İyi hocaların tezgâhından geçtim. 

Kenan da Kıvanç da mankenlikten geldi... Çırak ustayı geçer 

- Klasiğin, hatta klişenin zirvesi olsun diye soruyorum o zaman; oyunculukta mekteplilikten yana mısınız, alaylılıktan yana mı?

Kenan İmirzalıoğlu, Kıvanç Tatlıtuğ mankenlikten gelmiş iyi aktörler. Gelirler! Kimsenin tekelinde değil bu iş. Dışarıdan yetişenler her zaman fark attı usta-çırak ilişkisi ile. Çünkü usta adı onda anılacağı için sürekli üstümüzde oldu. ‘Senin hocan kim’ dedikleri zaman, eğer durum parlak değilse, ‘hiç mi dikkat etmedi’ cümlesi gelir arkasından. Bu korku iyidir. 

- Bu sezon biri Makedonya Gamzesi, diğeri Naşit Bey olmak üzere iki oyun var. Ne zamana kadar devam etmeyi düşünüyorsunuz?

Vallahi iş beni bırakana kadar benim işi bırakmaya hiç niyetim yok. Şuna emin ol ki, bırakırsam ölürüm. Gerçekten çok seviyorum bu işi ya! Hayat uzun. Yirmi yaşımdayken elli yaşında olanlara bakıp ‘Daha ne yaşayacaksın’ diyordum. Yetmiş yaşıma geldim! Şimdi diyorum, daha yaşanacak o kadar çok şey var ki! Ne olduğunu bilmiyorum, ama var. Oyuna gelirsen göreceksin, oraya da koydum bu sözü; Daha oynanacak oyunlar var, alınacak alkışlar var…