26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Geleceğin Türk sinemasını şekillendirecek 10 ilk film

Türk sinemasının bir ilk filmler mezarlığı olduğunu söylemek mümkün ama ilk filmleriyle büyük başarı sağlamış ve gelecek yıllarda sinemamız adına umudumuzu yeşerten isimler de var. İşte bize ümit veren en iyi 10 ilk film...

27 Kasım 2016 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Geleceğin Türk sinemasını şekillendirecek  10 ilk film

Türk sinemasında ilk film üretimi özellikle son yıllarda büyük bir artış göstermeye başladı. Bu filmlerin büyük çoğunluğu ilk festival gösterimlerinin ardından ya da ilk vizyon deneyimlerinden sonra unutuldu. Çoğu yönetmen ilk filmlerinin başarısızlıklarının ardından ikinci filmlerini çekemedi. Bazı yönetmenler ise ilk filmleriyle büyük bir çıkış sergiledikten sonra kendi kariyerlerini oluşturdu. Özellikle Özcan Alper, Aslı Özge, Onur Ünlü, Emin Alper, Tolga Karaçelik, Pelin Esmer, Seren Yüce, Mahmut Fazıl Coşkun, Ramin Matin, İnan Temelkuran gibi yönetmenler 2000 sonrasında ilk filmleriniçekmelerinin ardından kendi filmografilerini inşa ederek ‘Yeni Türk Sineması’ içinde Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu isimlerinin yanına eklendi.

Bu yönetmenler dışında ise sinemamız bir ilk film mezarlığı olarak da görülebilir. Demin saydığımız 10 yönetmenin karşısında siz deyin 80 ben deyim 100 isim ilk filminden sonra unutuldu. Hala da karşımıza böyle umutsuz yapımlar çıkmakta. Neyse biz enseyi karartmayalım ve son 10 yılda seyrettiğimiz en iyi ilk 10 filmi sizle paylaşalım.

Albüm (2016)

Aile kurumuna, bürokrasinin işleyişine ve muhafazakar orta sınıfa dair eleştirilerini Rumen Yeni Dalgası’nı ve Roy Andersson filmlerini anımsatan bir kara mizah anlayışıyla, uzun ve sabit planlarla, donuk yüz ifadeleriyle perdeye yansıtan Mertoğlu, üzerine okuma yapma olanağı sağlayan imgelerle örülü bir sanat komedisine imza atıyor. Sinematografik bilinci, absürt mizah anlayışı ve dünya

BABAMIN KANATLARI (2016)

İşçilerin maaşını ödemeyi erteleyen ama başı derde gireceği noktada daha büyük miktarları  ödeyen düzenin adamlarının foyasını gerçekçi bir anlatımla gözler önüne seren Babamın Kanatları, politik sinemamız adına iyi bir ilk film. Yıllardır yardımcı erkek oyuncu rollerinde yer alan usta oyuncu Menderes Samancılar başta olmak üzere Musap Ekici, Kübra Kip ve Tansel Öngel’den güçlü performanslar alan Kıvanç Sezer, gelecek filmlerini merakla beklettirmeyi başardı.

Çoğunluk (2010)

Seren Yüce’nin ilk filmi ‘Çoğunluk’, muhafazakar ve milliyetçi aile yapısının bireyleri nasıl tutsak ettiğini tokat gibi bir gerçekçilikle yüzümüze vuruyordu. Türk toplumunun öteki algısı üzerine şekillendirdiği toplumsal - sınıfsal nefreti oldukça etkileyici sahnelerle gözler önüne seriyor. Yüce, altı yıl sonra gelen ikinci filmi ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’de ‘Çoğunluk’un tam tersi bir zümreyi yine gerçekçi gözlemlerle örülü bir senaryo ve iyi oyunculuklarla anlatıyor.

Nefes: Vatan Sağolsun (2009)

‘Nefes : Vatan Sağolsun’,   2365 metre yükseklikteki Karabal Jandarma Karakolu’nu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki kırk askerin hikayesi. Sınır ötesi operasyonun başlamasıyla, telsiz röle istasyonunun bulunduğu Karabal Jandarma Karakolu’nun önemi daha da artmıştır. Karakol’da bulunan jandarma askerleri ile birlikte geçirdikleri günlerde acıyı, sevinci, hasreti paylaşırlar; karakolu  koruma görevlerini yerine getirmek için mücadele ederler.

Takva (2006)

Özer Kızıltan’ın insan nefsinin para ve makamla test edilmesini, dini tarikatların iç yapısını, bastırılmış cinsellik dürtüsünü gözler önüne serdiği ‘Takva’, ana karakteri Muharrem’in çok güvendiği şeyhinin isteğiyle kendi içindeki Allah korkusunun çelişmesi sonucu yaşadığı psikolojik gerilimi başarılı yansıtıyordu. Erkan Can’ın çok büyük bir oyunculukla Gemide’yle beraber en iyi performansına imza attığı Takva, zamanında zikir sahneleriyle de çok konuşulmuştu.

Uzak İhtimal (2009)

Mahmut Fazıl Coşkun’un genç bir müezzinle rahibe adayı bir Hıristiyan kadının imkansız aşkını konu alan filmi ‘Uzak İhtimal’, birbirine uç noktadaki iki insanın yakınlaşabileceğinin ve dinler arası hoşgörünün sinyallerini veren senaryosuyla, beyaz tonun ağırlıkta olduğu görsel yapısıyla önemli bir ‘arthouse’ aşk filmi. Nadir Sarıbacak, seçmelerini zar zor kazandığı bu ilk oyunculuk deneyiminde ileride ne kadar güçlü bir oyuncu olacağının sinyallerini veriyordu.

Köksüz (2013)

Daha önce senarist kimliğiyle tanınan Deniz Akçay Katıksız’ın filmi Köksüz, “aile kutsaldır” olgusunu deşerek anne-kız çatışmasını rekabet ve kıskançlık düzeyinde ele alıyor, anlatmaya pek cesaret edilemeyen bir konuyu çarpıcı şekilde dile getiriyordu. Yönetmenliği ve sinematografisi geri planda kalsa da senaryosuyla ve Ahu Türkpençe - Lale Başar ikilisinin güçlü oyunculuklarıyla öne çıkıyordu.

Sonbahar (2008)

Özcan Alper’in yazıp yönettiği ‘Sonbahar’, melankolik atmosferi, etkileyici sinematografisi, politik bilinci, Angelopoulos etkileri ,Karadeniz’in hüzünlü yanı, Onur Saylak’ın oyunculuğu, Oğuz Atay’dan Sabahattin Ali’ye, Van Gogh’dan Çehov’a varan göndermeleri ile bir “ilk film”den çok daha ötesi. Alper, Türk sinemasına kazınacak o kadar güçlü bir film çekti ki, sonraki filmleri Gelecek Uzun Sürer ve Rüzgarın Hatıraları hep Sonbahar’ın yarattığı beklentinin altında kaldı.

Zerre (2012)

Aktüel kamerasıyla ve atmosferiyle “Dardenne Kardeşler gerçekçiliği”nden izler taşıyan ‘Zerre’, erkek egemen dünyada onurlu ve güçlü bir şekilde dimdik ayakta durmaya çalışan işçi sınıfından bir kadının öyküsünü belgesel gerçekçiliğiyle sade ama sarsıcı bir şekilde işliyor ve tüm yükü üzerine alarak oldukça yoğun bir performans sergileyen Jale Arıkan’ın performansıyla öne çıkıyor. Sanat yönetimi ve atmosferin birleşerek adeta distopik bir coğrafya yarattığını da söyleyebiliriz.

Tepenin Ardı (2011)

Uçsuz bucaksız taşradaki bir ailenin tepenin ardında kendi yarattıkları yörüklerle amansız mücadelesini, western filmlerini andıran bir yapının doğa odaklı sinematografisinde alegorik olarak politik, askeri ve sosyal birçok konuya değinerek anlatan film, Emin Alper gibi bir sinemacıyla tanışmamızı sağlıyor ve “En büyük düşman, kendi içimizdedir” diyordu. Dört yıl sonra ‘Abluka’yı çeken Alper, politik sinemasına yönetimi ve atmosferi daha olgunlaşmış bir yetkinlikle devam ediyordu.