26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Kınık: Halep en zorlu işimiz oldu

Milli vicdanımızın, merhametimizin, yardımseverliğimizin dünya markası Türk Kızılay’ı. Nerede bir afet, savaş, açlık, yoksunluk olsa sınır tanımadan mazlumun yanında. Türk Kızılay’ı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık, diplomasinin bile aşmakta zorlandığı krizleri nasıl yönettiklerini ve Halep operasyonunun perde arkasını anlattı.

ZEYNEP TÜRKOĞLU18 Haziran 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Kınık: Halep en zorlu işimiz oldu

Türkiye’de ve dünyada, insani yardım hizmetinde model alınmayı, en zor anlarda ilk el uzatan olmayı hedefleyen Türk Kızılay’ı 149 yaşında. Kuruluş sebebi  I. Dünya Savaşı’na sürüklenmekte olan devletlerin baş edemediği insani krizlere çare olmaktı. Kızılay 150 yıl sonra genişleyen görev tanımı ile hâlâ bu mücadeleyi sürdürüyor. Türk Kızılay’ı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık ile Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, savaşlardan afetlere, doğudan batıya Kızılay’ı konuştuk. 

149’uncu yaşınız hayırlı olsun, onca yaşa rağmen çok dinç görünüyor Kızılay. Neye borçlu?

Çok teşekkür ederiz. Toplum işleyişini sağlamak için kurulmuş olanlar içinde en üst yapı devlettir. Bunların şekilleri, tarihleri belli biçimleri ifade etse de bu nehir yatağından aynı millet akıyor. Devlet adı Osmanlı iken de aynı millet akıyordu, Selçuklu iken de aynı. Bugün de aynı. Bir noktada kesildi de başka bir şey başladı diye düşünmüyorum. Türk Kızılayı da bu tarihi akışın son 150 yılına eşlik ediyor. 

Bu köklülüğün artıları eksileri neler?

Avantajı şu, köklü kuruluşlarda gelenekler ve geniş bir coğrafyada işbirlikleri oluşuyor. Ama bunu iyi yönetemezseniz dezavantaja da dönüşebilir. Yani o köklü geleneğin her geçen gün kendini güncellemesi lazım. Bunu dinamik şekilde yapamazsanız gelenek sizi göndermeye başlar ki bu her zaman iyi sonuç doğurmaz. 

Peki ne amaçla kurulmuştu bu dernek, bugün kendini nasıl konumlandırıyor?

Kızılay’ın kuruluşu Kızılhaç’ınki ile biraz eş zamanlı. O yüzden önce o noktaya bakmak gerek. 1800’lerin ikinci yarısı… İsviçreli Jean Henry Dunant adında işadamı, gazeteci ve entellektüel bir şahsiyet var. Cezayir’de ticaret yapıyor. Cezayirlilerin Fransızlara karşı bağımsızlık savaşı sırasında direniş liderlerinden önemli ismi Emir Abdülkadir’i tanıyor. Abdülkadir askerleri savaşa göndermeden önce bir eğitim veriyor. Eğitim İslam savaş hukuku temeline dayanıyor. Sivillere, hanelere, ağaçlara, hayvanlara zarar vermeme, teslim olan askerlere saldırmama, esirlere yediğinden yedirme, koruma sağlama gibi şeyler. Dunant da bunları görüyor. Fransa’ya geçiyorve Napolyon’la görüşme talebinde bulunuyor. Ama Napolyon cephede. Dunant da cepheye gidiyor. Böylece Solferino Muharebesi’ne şahitlik ediyor. Korkunç bir vahşete tanık oluyor. Cezayir’de Emir Abdülkadir’den edindiği tecrübeyi İsviçre’deki arkadaşlarına aktarıyor. Devletler arası konferansla savaş hukukunu temin ve tesis için harekete geçiyorlar. Cenevre Konvansiyonu toplanıyor ve neredeyse Abdülkadir’in prensipleri üzerine bina ediliyor. Konferansın en önemli önerilerinden biri de her ülkenin kendi Kızılhaç örgütünü kurması. Cenevre Sözleşmesine de katılan bütün devletler, beş ay sonra da Osmanlı imza atıyor.

Sonra da bizim hikayemiz başlıyor.

Aynen öyle. Kuruluşundaki adı Kızılay değil; aynı anlama gelen Hilal-i Ahmer. Cenevre’de süreç yaşanırken, bizde de bazı karışıklıklar var. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içinde bağımsızlık isteyen Macarlar’ın isyanı kanlı bir biçimde bastırılıyor. Kaçmayı başaran 30 Macar Osmanlı’ya sığınıyor. Bunlardan biri sonra Macar Abdullah Paşa olacak olan Karl Eduard Hammerschmidt adlı doktor. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye hoca oluyor ve bir aktivist olarak da Avrupa ile temasını sürdürüyor. Cenevre Konferansını gündemini İstanbul’a taşıyor. Mektebin dekanı Marko Paşa’nın kapısını çalıyor. İş dönemin Genelkurmay Başkanı olan Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’ya intikal ediyor. Abdullah Paşa ikisini de ikna ediyor. Marko Paşa kurucu genel başkanımız oluyor. Hilal-i Ahmer tam bir Osmanlı, içinde levanten var, Macar var, Kırımlı var… Böyle bir ekip kuruluş tüzüğü ile birlikte Cenevre’ye gidiyor. İçlerinde Hıristiyanlar da bulunan bu paşalar bir noktaya itiraz ediyorlar. Diyorlar ki, biz Osmanlıyız. Biz sembol olarak haçı kullanmayız. Hilal kullanırız. Böylece bizim de hilalli Kızılay’ımız kuruluyor…

Kızılay’ın kuruluşuna savaşlar sebep olmuş. Yine öyle bir dönemdeyiz ama, savaşlar durulunca ne yapar Kızılay?

Temel görevimiz devlete ve silahlı kuvvetlere yardımcı bir rol üstlenmek. Sağlık ve insani yardım alanında çalışmak. Bununla beraber toplumun her türlü afet içindeki ihtiyaçlarının giderilmesi de Kızılay’ın görev tanımı içinde yer alıyor. Savaş dönemleri yoğunluğunu azaltınca görev alanı da diğer toplumsal dayanışma, yoksullukla mücadele gibi noktalara kayıyor.

Yani dünyanın genel gidişi size yeni roller de biçiyor.

Bu saydıklarım başından beri görev tanımı içinde var ama yeni durumlar da var. Mesela son dönemde en önemli faaliyet alanlarından biri mülteci ve göç krizleri. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki silah zoruyla yapılan en büyük göç hareketliliğini yaşıyoruz. Elimizdeki verilere göre 70 milyon insan silah zoruyla göçmen oldu. Göç çok boyutlu ve yönetilmesi güç bir sosyolojik olay. Türkiye bu konuda önemli bir tecrübenin sahibidir. Yeni bir uzmanlık alanı bakarak özel çalışmalar yapmak gerekiyor. Bu yüzden Kızılay olarak Göç Ve Mülteci Hizmetleri Müdürlüğü kurduk. 

Diplomasinin açmakta zorlandığı kilitleri Kızılay nasıl açıyor?

Önleyici faaliyetlerden Musul operasyonu çok önemliydi. Bir gün önce alandaydık. Musul’u güneyden kuzeye kat ettik. Yetkililerle görüştük. Bu aslında literatürde insancıl diplomasi denilen bir faaliyet. Devletler arası klasik diplomasiden farklı. Bu insanların korunmasına ve insani faaliyetlerin kolaylaştırılmasına dönük bir çalışma. Burada da önemli bir sonucu gördük. Musul operasyonu sonrasında Türkiye’ye yönelebilecek bir göç hareketini Kuzey Irak’ta tamponladık. İhtiyaçlarını orada karşıladık. Geri dönüş zor olacağından topraklarından koparılmalarının da önüne geçmiş olduk. Orada AFAD ile beraber 10 kamp kurduk. Kızılay olarak bin 500 konteyner yardım gönderdik. Günde 5 bin ekmek çıkan fırınımız çalışıyor. 

Halep de neler yaşandı?

30 kilometre karelik bir alana sıkıştırılmış 40 bin civarında insanın başına bombalar yağarken sahadaydık. Bir tarafta Şii milisler, bir tarafta Rus askerleri, bir tarafta ÖSO, bir tarafta Suriye rejiminin askerleri… Her birinin eli tektikte, 2 km’lik bir koridordan 40 bin insanı çıkarmamız gerekiyor. O ara Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu belki 20 kere görüştü İranlı mevkidaşıyla. Sonunda hamdolsun 40 bin kişiyi çektik aldık oradan. Sonra İdlib’te güvenli bölgelere, kamplarımıza yerleştirdik. Halep operasyonundan sonra buna benzer medyaya yansımayan çok sayıda faaliyetimiz de oldu. 

Aynı zamanda aktivistsiniz. Sizin baktığınız yerden nasıl görünüyor dünya?

Ağır bir tablo var. Bunları gittiğimiz yerlerde görüyoruz. Döndüğümüzde bunları anlatmak, duyarlılığı hep aynı seviyede tutmak kolay değil. Ama bize de nöbeti burada yazmış Cenab-ı Hakk. 

Ne kadar sürer sizin bu saha nöbeti?

Geçen gün Cumhurbaşkanımızın da katıldığı iftar yemeğindeki konuşmamda aileme özellikle teşekkür ettim bu konuda anlayışları için. Bizde şöyle derler; insani yardımcıların eşleri dul, çocukları yetim olur. Ama hamdolsun, arada sitem etseler de her zaman destek olurlar. Doğrudan yardımın parçası da oluyorlar. Halep operasyonunda, sıfır noktasında yanımda oğlum da vardı. Mesela hanımla evde çok görüşemiyoruz ama, bakıyorum bir başka STK ile gitmiş İdlib’te yetimler için çalışıyor. Orada karşılaşıyoruz, “Nasılsın” diyorum, iyi oluyor…

İNSANİ YARDIM AYRIM GÖZETMEZ

Suriye’de Nusayri ve Şii nüfusun kurtarılması için de Kızılay olarak girişimde bulunduk. Kurtardığımız insanları otobüse aldık ancak bombalı saldırı gerçekleşti. Yaralananların tümünü ambulanslarla Türkiye’ye getirdik. İdlib’te Hıristiyanlara yönelik koruma programımız var. Sayıları az ve tehdit altındalar. Özel insani yardım ve koruma protokolü uyguluyoruz. 

Silah zoruyla yapılan en büyük göç hareketliliğini yaşıyoruz. Elimizdeki verilere göre 70 milyon göçmen oldu. Göç, çok boyutlu ve yönetilmesi güç bir sosyolojik olay. Türkiye bu konuda tecrübe sahibi. 

BAĞIŞTA RAMAZAN BEREKETİ   

Ramazan’ın Türkiye gibi hissedildiği başka yer yok. 30 gün bayram gibi geçiyor. Dünya üzerinde de yirmi farklı ülkede sadece Ramazan’a özel faaliyetimiz var. Asya’da, Balkanlarda, Kafkaslarda, Türk cumhuriyetlerinde ve Sahra altı Afrika’da yaygın olarak çalışıyoruz. Dört gemimiz yola çıkacak, her biri 15 bin ton malzeme götürecek. Her gemi üç milyon insanın bir aylık gıdasını yüklenmiş olarak yola çıkıyor. Yani yaklaşık 12 milyon insanı bir ay boyunca besleyecek bir operasyon içindeyiz. Bunları halkımızın bağışları ve devletimizin desteği ile yapabiliyoruz.