27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Coşkun: Köyden gelirken bugünleri hayal bile edemezdim

Atalarımızın ‘On parmağında on marifet’ sözü tam da onun için söylenmiş sanki. İşte çarıkla çobanlıktan, TBMM’de sergi açmaya giden yolculuğu ile Güngör Coşkun’un başarı hikayesi.

MUHARREM COŞKUN5 Şubat 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Coşkun: Köyden gelirken bugünleri hayal bile edemezdim

Atalarımızın, ‘on parmağında on marifet’ sözü tam da onun için söylenmiş sanki.

1956 yılında Şebinkarahisar’a bağlı Dereköy’ün, sekiz haneli Karaoğul mahallesinde dünyaya geldiğinde giyecek ayakkabısı dahi yoktu. Köylerinde ilkokul bulunmadığı için İlkokulu köylerine 20 km. mesafedeki Şebinkarahisar’da okumak zorundaydı. Binbir güçlükle. Cuma günü yürüyerek çıkılan Şebinkarahisar’dan gece geç saatlerde varıyordu köyüne ya da kışlasına. İkinci sınıftan itibaren kendi köyüne 6 km. mesafede bulunan komşu Tepeltepe köyünde devam etti eğitimine. Her sabah yanlarında sobaya atılmak üzere bir adet odun götürmek de mecburiyettendi.

YOKLUK YILLARI...

Kışları okul, yazları ise yayla ve kışlada çobancılık yapıyordu. Keçi otlatıyor, koçlara bakıyordu. En büyük şansı, okumaya araştırmaya meraklı olan köy muhtarı dedesi Osman efendiydi. Dedesinin evinde çoğu Osmanlıca olmak üzere bir köy evinde rastlanmayacak pek çok kitap bulunuyordu. Tabii yokluk yılları. Tarlalar kara sabanla sürülüyor, çarık bulanlar şanslı sayılıyordu. O yıllar köyden şehre göçün de hızlandığı yıllardı. İlkokulu bitirir bitirmez babası cebine 50 lira da koyarak ‘Taşı toprağı altın’ olarak anlatılan İstanbul’a yolcu etti. 13 yaşındaydı ne İstanbul’u bilirdi, ne çalışmayı. İstanbul hayallerini süslüyordu. Babasının verdiği 50 lirayı da zaten kendisiyle birlikte aynı köyden gelen, babasının emanet ettiği kişi ‘sonra veririm’ diyerek almıştı.

Bir çoklarının geldikten sonra ‘yok olduğu’ İstanbul O’nun için büyük bir imkan olmuş. İlkokuldan sonra eğitimine devam edememiş ancak kendini geliştirmek için büyük emek harcamıştı. Sanat ve zanaatta önemli başarılara imza attı. 

İsterseniz bundan sonrasını ve daha fazlasını Güngör Coşkun’un kendisinden dinleyelim:

“1964’te Şebinkarahisar’da ilkokula başladık... Önce Şebinkarahisar’da ev kiraladı babamlar ama amcamın çocukları da vardı, sabaha kadar güreşince üst kattaki kadın isyan etti. Sabah erkenden kapımıza geldi. ‘Çıkın’ diye bağırıyordu. Tabii kalamazdık orada. Sonra bir baraka yapmışlardı babamlar. Orada kalmaya devam ettik..

KURTTAN KORKMAZDIM

Cuma günü okul kapanınca akşam yola çıkardım Şebinkarahisar’dan, Kuzuluk denilen kışlaya giderdik. Burası şehir merkezine 20 km. mesafede ve patika bir yol var sadece. Karda kışta. Pazar günü de öğleden sonra Kuzuluk’tan çıkıyor tekrar Şebinkarahisar. Şu anda bile gidemem o yollardan. köpekten, kurttan korkmuyorum, ama önüme adam çıkar diye korkardım. İkinci sınıftan sonra Tepeltepe’ye (komşu köy) gidip gelmeye başladık.. Her gün bir odun alarak yola çıkıyoruz. “

1969’DA İSTANBUL

“İlkokul bitti diplomamı aldım, babam aynı arabadaki birinin yanına katarak beni İstanbul’a gönderdi. Babam cebime 50 lira koymuştu. Beni emanet ettiği adam, o parayı ‘Sana sonra vereceğim’ diyerek istedi aldı. İstanbul’a gelince de eniştem beni teslim aldı. Sene 1969. Artık İstanbul’daydım. Vakit kaybetmeden oto elektrikçide çıraklığa başladım. O kadar çaresizlik vardı ki, ne iş olsa yapacaktık. Bir merak ve tercihten çok, mecburiyetten. Gemileri yakmışız, bu iş öğrenilecek. Başka çare yok. O işi bulduk ona başladık. Derken ben askere gittim kapandı dükkan, 1978’de terhis olup gelince de sahibi bana devretti. Dükkanı açtım, tekrar ihtiyat askerliğine çağırdılar. 13 gün Silvan’da ihtiyat askerliği yaptım.  Sonra babam da geldi İstanbul’a.. Yeniköy’de tepelerden taş toplayarak gece gündüz çalıştık gecekondu yaptık.

TERİM BETON OLDU

Akşama kadar dükkanda çalışıyorum, gece de inşaatlara gidiyorum. Bir akşam dükkandan çıktım Tarabya’ya geçtim. Üstüm kirli tabii, adamın biri beni gördü, ‘çimento yıkar mısın?’ dedi ‘yıkarım’ dedim. Bir arkadaş daha buldum, uzunca kos koca kamyonu gece yarıya kadar yıktık. Adam bize 50 lira verdi. İki arkadaş paylaştık ama, “Çok para kazandık” diye nasıl seviniyoruz. Geç saatte Tarabya’dan eve geldik. Sabah kalktığımda, ensemde kaşıntı var baktım enseme dökülen çimentolar terle karışınca beton olmuş. Çalışmak zorundayım. Geceleri evde araba tesisatı yapıyordum, hazırlıyordum, ertesi sabah müşteri geliyordu arabaya takıyordum.

HER GÜN CİNAYET

Dükkan açtık ama Türkiye 12 Eylül darbesine doğru hızla ilerliyor. Her gün sokak ortasında cinayetler işleniyor. Sabah kalkıyorsun, şurada polis öldürmüşler. Haberler geliyor sağcılar vurdu, solcular vurdu. Polisler o dönem işkence yapıyordu, işkence görenler de polisten intikam alıyordu. 

İstanbul’da yaşıyoruz, bir tarihi yapının yanından geçerken, bir mezarlığa uğrayınca, bir çeşme başında Osmanlı yazısı görüyorsunuz. Ama siz ona, o size bakıyor. Okuyamıyorum. ‘Okumalıyım’ dedim. Mezar taşları, ser levhalar, kitaplar. Kafaya koydum öğreneceğim. Kur’an okumayı az çok biliyordum zaten. Osmanlıcayı öğrenmek için çalıştım. Biraz kursa gittim, kendim çaba gösterdim, öğrendim de yıllar geçti.

Bir gün dükkana arabasını tamir ettirmek için bir kadın geldi. Üniversitede hoca imiş. Arabadan indi, masamın üstündeki Osmanlıca kitapları gördü, ‘Kim okuyor bunları’ dedi ‘Ben’ deyince, “Ben bunun üniversitesini bitirdim” dedi. İstanbul Üniversitesi’nde Doğu Dilleri ve Edebiyatı Bölümünde imiş.. Sıcak bir diyalogumuz oldu. O kadın hoca eski mektuplar, belgeler, kitaplar getirmeye başladı. Artık bazı belgeleri, kitapları okumaya uğraşıyoruz. Sonra bana, “Burada hat kursu da açılıyor gelmek ister misin” dedi. ‘Gelirim’ dedim. Hakikaten de benden habersiz kaydettirmiş. Hat kursu için ilk gittiğimde benden başka erkek yok. 60’tan fazla kadın talebe var. ‘Geri çıkayım’ dedim, ‘gel’ dediler başladık. İki yıl Sarıyer’de devam ettik. Sonra hocamız Beşiktaş’a gitti, biz de arkasından gittik. İcazeti alana dek 9,5 yıl devam ettik. 

MECLİS’E BİLE GİTTİ

Hat kursu devam ederken de sonrasında da eserler üretmeye başladık. derken sergiler. İstanbul, Malatya, Konya, Ankara başta olmak üzere yaklaşık 10 tane sergi açtık. Meclis’e gittik. eserlerimizden Meclis’te sergilenenler oldu.Osmanlıca, hat sanatı, saz, ney olduğu gibi antika eşyalar da ilgimi çekiyor.

Güngör Coşkun... Oto elektrikçisi... Hattat... Sazende... Antikacı... Osmanlıca hocası... Ney icracısı...

FETÖ’YÜ 20 YIL ÖNCE GÖRDÜM

“Ben Gülen’le ilgili iki konuda 20 yıl önce ciddi kuşku duydum. İlki 28 Şubat günlerinde oy verdiğimiz Refah Partisi’ne karşı, darbecilerle birlikte olup, ‘Beceremediniz artık bırak’ dediğinde. İkincisi de ‘Başörtü füruattır’ deyince. O zaman benim nezdimde maskesi düşmüştü aslında. Yıllar sonra da büyük bir ihaneti ortaya çıktı. Tarih Erbakan Hocamızı da haklı çıkardı.

EN KIZDIĞIM İNSAN TİPLERİ

“Bütün sanatlarda olduğu gibi hat da öyle çabucak ve kolay yapılabilen bir şey değil. Önce onun tasarımını yapıyorsunuz, sonra beyaz kağıda yazıyorsun, ardından başka bir kağıda, sonra tashih yapıyorsun, kabası bitince yeniden düzenliyorsun. Mesela en son yazdığım bu yazı (Nazar ayeti) bir buçuk ayda bitti. Beni en çok kızdıran sözlerden biri emeğin küçümsenmesidir. ‘Bu nedir k, ne var ki bunda’ diyen adamla konuşmuyorum. Her hangi bir olayda bir işi küçümseyen insandan hiç hazzetmem. Şimdi haftada üç akşam Osmanlıca ve hat dersi veriyorum. Yorgunluğumu alıyor. Eve gelince, hatta dükkanda yorulunca sazımı alıyorum, Anadolu türkülerini mırıldanıyorum. Çocukluğumu, yaylaları, hayvan güttüğüm yoksulluk günlerini yad ediyorum. Ve elbette bana bu imkanları verdiği için Allah’a hamd ediyorum.”