9 Mayıs 2024 Perşembe / 2 Zilkade 1445

Mücadele Birliği dağılırken çok acı çektik

Kahramanmaraş’ta 10 çocuklu bir ailede neler yaşadı? Nasıl evlendi ve beş erkek çocuğunun eğitiminde ne düşündü? Milli Mücadele Birliği ile nasıl tanıştı, hareketten neden ayrıldı? Necip Fazıl ona neden kızdı? Onun için Kürt sorununa çözüm reçetesi neydi? Akil Adam Ahmet Taşgetiren, Zaman Tüneli’nde...

Selim Efe Erdem7 Temmuz 2013 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Mücadele Birliği dağılırken çok acı çektik

Yazar Ahmet Taşgetiren, 11 yaşında girdiği imam hatip yıllarından Yüksek İslam Enstitüsü günlerine, Yeniden Milli Mücadele Birliği Dergisi yöneticiliğinden Bugün gazetesi yazarlığına kadar Türkiye’nin son yarım asırdaki önemli siyasal, dini ve basın olaylarının içinde yer aldı. Son olarak Akil İnsanlar İç Anadolu Bölgesi Başkanı olarak Çözüm Süreci’nde etkili bir rol oynayan Taşgetiren’e, onu bugüne getiren hayatı sorduk. Dünyaya geldiği 10 kardeşli baba ocağından, 5 erkek çocuklu aile babalığına, Mücadele Birliği’nden Erenköy Cemaati günlerine, samimi bir söyleşi yaptık.  

-Hayat yolculuğunuz Kahramanmaraş’ta başlamış. 10 kardeşli bir ailede dünyaya gelmek size nasıl bir çocukluk yaşattı?

Babam Rüstem Efendi, annem Hacer Hanım’dır. Altısı erkek 10 kardeşiz. Ben erkeklerin en büyüğüyüm, benden büyük iki de ablam var. 1979 yılında Van Gevaş’taki görev yerine giderken donarak ölmesi sonucu bir kardeşimizi kaybettik. Ailemizde evlat ya da kardeş acısı hep diri oldu. Maraş’a 6 kilometre mesafede bir üzüm bağımız vardı. 1948 doğumluyum. O dönemden beri Türkiye’nin bütün gelişmelerini yaşadım.

-Babanız, Aileniz nasıl bir toplumsal yapıdaydı? Bir çocuk gözüyle, 50’li yılların Maraş ve Türkiye’sini nasıl hatırlıyorsunuz?

Ailem dindar, muhafazakardı. Babam ve annem beş vakit namaz kılardı ama annem Kur’an’ı 60 yaşında oğlundan, torunlarından öğrendi. Babam ise o dönemdeki gizli saklı mahalle mekteplerinden Kur’an okumayı öğrenmiş.

-Siz dini eğitiminize kaç yaşınızda, kimin yanında başladınız?

İlkokula giderken mahallemizdeki ‘Babuşçu Hoca’ denilen bir kadın hocaya da Kur’an dersine gitim. Ama Kur’an’ı imam hatipte öğrendim. 

-İmam hatibe başladığınızda nasıl bir dünyayla karşılaştınız? Arkadaşlarınız, hocalarınız kimlerdi?

Eski medrese hocaları ders veriyordu. Mustafa Sandal Hoca Kur’an derslerine girerdi mesela. Biz 11 yaşındayız ama sınıftaki öğrenciler arasında bizden 10 yaş büyükler de vardı. Aralarında matematik ve fizik dahil 21 ders alırdık yılda. Doğu ve Batı klasiklerini de okuduk. 21 dersin 20’si 10 üzerinden 10’du ama bir tek Milli Güvenlik dersim 8’di. Bize mesafeli bir subay bu derse girer, ‘Sen şeriatçı mısın?’ diye suçlardı. Sonra Yüksek İslam Enstitüsü’ne gittim.

-Yüksek İslam Enstitüsü’ndeki üçüncü yılınızda Yeniden Milli Mücadele Birliği ve gazetecilik günleriniz başladı...

Bir gün Taha Akyol, Yavuz Arslan Argun, Aykut Edibali okulumuza geldi. Biz de önde, fark edilen insanız. ‘Böyle bir grup geldi, dinler misiniz?’ dediler. Biz de dinlemeye gittik. Daha çok Taha Akyol konuştu.

-Neler konuşuldu o gün?

Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik buhranları ile bunların sebepleri... Dünyadaki bir takım odaklar, emperyalizm, Amerika ve Rusya’nın rolü, siyonizm.

-Birliğe o gün mü katıldınız?

O konuşmaların ardından ‘Hadi ben size inandım, yanınıza geliyorum’ diye bir şey olmadı. Ne yaptıklarına baktık, ideallerimiz arasında bir paralellik görerek birlikte yürü meye başladık. Birliğin merkezi Konya idi. İstanbul, Ankara, Afyon’da şubeleri vardı ve bunlara Osmanlı’yı yansıtan ‘Sancak’ deniliyordu. İstanbul Sancak Başkanı Yılmaz Karaoğlu’ydu.

-Mücadele Birliği geniş bir taban bulma imkanı olan bir hareketken neden dağıldı?

Mücadele Birliği, katılan herkesin çok büyük fedakarlıklarda bulunduğu bir dava arkadaşlığıydı. İslami ve milli hassasiyetler ekseninde bir buluşma yeriydi. Ama liderlik seviyesinde problemler ortaya çıktı, onlar çözülemedi ve kopuşlar meydana geldi. Hareketin önde gelen isimleri uzlaşamadı, birbirlerini suçladı. Asıl liderlik konumundaki kişi, ayrı bir teşkilat kurmaya yöneldi.

-Aykut Edibali...

Edibali ve onun yansımaları oldu. Benim ayrılmamda da o liderlik seviyesindeki tartışmalar etkili oldu. Alt kadrodaki herkes Mücadele Birliği için varını yoğunu ortaya koyuyordu. Bir öğrenci düşünün, cebinde yol ve simit parasını bırakıyor ve bursunu getirip teşkilata veriyor. Hüseyin Gülerce okulunu 2 buçuk yılda bitirebileceği halde, bitince tayin edileceği için ‘davaya hizmet’ amacıyla birkaç ders bırakarak mezun olmadı. Arkadaşlar yolda sadece simit yiyerek omuzlarında taşıdıkları dergileri Anadolu’daki şehirlerde satardı. Ben de Kapalıçarşı’da çeşme üzerinde ya da Karaköy İskelesi’nde çok dergi sattım. Genelde Birlik’teki arkadaşlar Harem’deki bodrum katındaki bir evde kalırdı. Rutubet ve nemden hepimiz uyuz olmuşuz. Doktor arkadaşlar bir solüsyon hazırladı da kurtulduk. Hepimiz iyi aşçıydık ama genelde de salçalı makarnayla yaşıyorduk. Dergi çalışanlarıyla Fatih’teki bir evde kalırken, yataklar hiç kalkmazdı. Gece çalışanlar sabah eve giderek yatar, gece evde kalanlar dergiye gelirdi. Mücadele Birliği öyle bir şeydi. Onun için teşkilatın dağılması sırasında büyük acı duyuldu, ‘Olmamalıydı’ denildi. Mücadele Birliği dağılırken çok acı çekildi. Büyük fedakarlık yaşanmış ama kimse ‘Mahrumiyet içindeyiz’ dememişti. Çünkü biz bir büyük davanın içindeydik. O dava, millete ve İslam’a hizmet davasıydı.

-Sizin Ankara Sancağı’ndan Taha Akyol, Cemil Çiçek, Melih Gökçek ile ilişkileriniz nasıldı? Onlarla da salçalı makarna yediniz mi?

Cemil Bey’le İstanbul’da epey beraberdik, aynı evlerde kaldık. Hüseyin Gülerce ile de aynı evde kaldık. Melih Bey karpuz satarak hayatını sürdüren bir arkadaşımızdı. Cağaloğlu’ndaki Mücadele Dergisi’nden çıkıp Üsküdar’daki eve gidine kadar en az on yeni düşünce üreten bir zihin yapısı vardı. İlginç bir arkadaşımızdı. Taha Akyol, ben daha girmeden önce Mücadele Birliği’nden ayrılmıştı. Girdiğimde Ankara Sancağı’nda başkan Cemil Çiçek’ti. Melih Bey de Yeniden Milli Mücadele ve Bayrak’ta Ankara temsilcisi olarak çalıştı.

-Mücadele Birliği üyeleri bir araya geldiğinde ne düşürdü? Türkiye’yi nasıl dönüştürmek istiyordu?

Türkiye’de kurulu düzenin çarpık bir sistem olduğunu, toplumla arasındaki çelişkilerin giderilmesi gerektiğini ifade ediyorduk. Milli Mücadele ruhunun yapı kurulurken kaybolduğunu düşünüyorduk. Derginin adı bu yüzden Yeniden Milli Mücadele idi.

-Değiştirmeyi düşündüğünüz sistemin kendini size karşı koruma refleksi olmadı mı?

Tabii ki oldu. Ama biz tamamen demokratik ortamda çalıştık. Dönemin üniversite işgal ve boykot, şiddet olaylarına hiç karışmadık. Asla çatışma, silahlı yapı içine girmedik. Halka ulaşmayı ve düzgün karakterli insanlarla kadro oluşturmaktı hedef.

-Bir halk hareketine dönüşme potansiyeline sahip bu birlik, liderlik sorunu nedeniyle mi dağıldı?

Cemil Bey’ler bir grup halinde ayrıldı. Ben de 78’de ayrıldım. Sonra hareketin ideolojik bünyesi dönüştü.

-Yapı ne oldu?

İslahatçı Demokrasi Partisi yapısı oluştu. Daha sisteme entegre bir görünüm ortaya çıktı. İnkilap gitmiş, islahat gelmişti.

-Kim inkılapçı kim islahatçı?

İnkilapçı da Aykut Bey’di. Aykut Bey’in kendisi dönüştü.

-Bu dönüşümü neye bağlıyorsunuz?

Onu biz de henüz çözebilmiş değiliz. O ideolojik dönüşüm nasıl oluştu? Nerede bir kırılma yaşandı? Kemalist inkılaba bakış değişti, sahiplenme hatta bugünkü Ulusalcı çizginin bir versiyonuna gelindi.

-Bu yönde iddialar var. Siz de Mücadele Birliği’ne derin devletin sızdığını hiç düşündünüz mü?

Ben düşünmedim. Liderlik seviyesindeki insanlar kendi aralarında böyle bir şey yaşadı, birbirini suçladı. Liderlik seviyesindeki böyle bir çatlamayı normal bulmuyorum.

-Cemil Bey o yüzden, Aykut Bey ile ters düştüğü için mi ayrıldı? O da dönemin lider adaylarından mıydı?

Aykut Bey’e yönelik eleştirileri oldu ama bütünüyle biliyor değilim. Aykut Bey’in liderliği tartışılmadı.

-Ve neden böyle bir dönüşüm yaşadığını çözemediniz.

Zaman içersinde çözülecek. Bu konular üzerinde çalışıyorum, belki bir kitap yazabilirim...

SEVGİM BEŞ ÇOCUĞUMA DA YETER

-Mücadele Birliği, Bayrak ve Tercüman sonrası Türk Edebiyatı ve Ahmet Kabaklı ile ortak günleriniz başlamış...

Tercüman’da bölge sayfalarında çalıştım, gece yazıişleri sorumlusu oldum. Bu sırada Kabaklı Hoca ile temasımız oldu. O da Türk Edebiyatı Vakfı dergisinde çalışmamızı istedi. Biz de çalıştık, Necip Fazıl’ın son şiirlerini de yayınladık.

-Necip Fazıl’ın biraz ‘huysuz’ bir şair olduğu söylenir, sizin birlikte çalışırken yaşadığınız gergin anlar oldu mu?

Öyle söylenir ama bunu söyleyen herkes aynı zamanda ‘Ona yakışıyor bu’ derdi. Kabaklı Hoca bile böyle derdi. Bir gün dergide kullandığımız fotoğrafına kızarak ‘Siz de hiç mi zevk yok?’ demişti. Hani üstadın sakallı bir resmi vardır ya. O aslında Türk Edebiyatı dergisinin kapağı olmuştur ve genelde üstadın o fotoğrafı kullanılır her yerde. Ölümünden sonra da kapak yaptığımızda, 30 bin gibi bir baskı rakamına ulaşmıştı.

-Yenişafak yılları nasıl başladı?

86’da Altınoluk çıkmaya başladı, 88’deyse Tercüman’dan ayrıldım. 95’e kadar Zaman gazetesinde, sonra Yenişafak’ta yazdım. Sahibi Kış ailesiydi. ‘Hayrettin Hoca’da yazıyor, Ahmet Davutoğlu, İsmail Kara, İsmet Özel, Yusuf Kaplan yazacak. Hayrettin Hoca sizin de yazmanızı istiyor’ dediler. Ben de ‘Hayrettin Hoca istediyse itiraz edemem’ dedim. Yenişafak yolculuğu böyle başladı ve 2005’e kadar devam etti.

-Yönetmeni olduğunuz Altınoluk Dergisi, Erenköy Cemaati’nin yayını, siz de cemaat liderlerinden biri olarak geçiyorsunuz...

Cemaat bünyesinde çıkıyor ama ‘Cemaat şunu yayınlayalım’ demiyor. Cemaat içinde bir hiyerarşi yok. Kendimi Altınoluk dergisi yayın yönetmeni, Bugün gazetesi yazarı olarak tanımlıyorum sadece. Bugüne kadar ne sözcü olarak ne lider gibi bir açıklama yapmadım. Cemaatin bir büyüğü vardır, geri kalan herkes kendi hizmet alanı neyse ona göre tanımlanır.

-Evliliğinizde Birlik aktif rol almış. Size ‘İnkılap nikahlı’ diyebilir miyiz?

Yok canım, öyle demeyelim. Devrim nikahı gibi bir şey yok. 27 yaşımdayken Mücadele Birliği’nden Yavuz Arslan Argun’a ‘Ağabey ben evlenmek istiyorum’ dedim. ‘İyi, bir bakalım’ dedi. Sonra bana döndü ve Adana sorumlusu Recep Kırış’ın öğretmen okulunda okuyan kız kardeşinden bahsederek ‘Evlenir misin?’ dedi. ‘Kimdir, nedir?’ dedikten sonra ‘Olur’ dedim. Sonra aileler devreye girdi. Aileler Mücadele Birliği’nin içinde yoktur çünkü Recep Kırış da ben de ailelerimizle sorunluyduk. Çünkü hepimiz Anadolu’daki çiftçi, işçi ailelerin çocuklarıydık ve onlar bizim bir an önce okullarımızı bitirip meslek sahibi olmamızı, aile kurmamızı istiyordu.

-Beş erkek çocuğunun babası olmak nasıl bir duygu?

İlk çocuğu özlemle bekledik, doğmadan önce adını koyduk. Güzel bir duygu, aile için büyük mutluluk. Beş oğlumuz var. Hepsi ayrı ayrı bir mutluluk. Her birini ayrı seviyoruz. Her birine yetecek kadar sevgi var annede babada. Onlara sadece iyi bir eğitim vermeyi amaçladık. Hepsi ayrı bir şahsiyet, kendi yollarını oluşturdular ama hiç çatışma yaşamadık.