26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

'Oğlumuza Yusuf kızımıza Hacer diyelim'

Musa Biçkioğlu 20 yıldır Kudüs’e ziyaretçi taşıyan bir rehber. Aynı zamanda tarihçi. Kudüs onun işinin değil, hayatının zemini. Bütün algısı, bilgisi ve duyarlılığı ile Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı Biçkioğlu ile konuştuk.

ZEYNEP TÜRKOĞLU6 Ağustos 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
'Oğlumuza Yusuf kızımıza Hacer diyelim'

14 Temmuz’da İsrail’in işgal ettiği topraklarda çıkardığı gerilim, karşılıklı adımlarla bir ileri bir geri sararak devam ediyor. İsrail’in sadece varlık ve kuruluş sürecine değil, bugünkü hukuk ve ahlak dışı uygulamalarına bakmak bile isimlendirmenin ne denli yanlış yapıldığını göstermeye yetiyor. Yaşananları dikkatle gözden geçirdikten sonra söze Filistin veya Kudüs değil ‘İsrail sorunu…’ diye başlamak belki de atılacak ilk doğru adımdır. Musa Biçkioğlu 20 yıldır Kudüs’e ziyaretçi taşıyan bir rehber. Aynı zamanda tarihçi. Çok genç yaşında başladığı işini yetenekleriyle buluşturunca ortaya harikulade bir mihmandar ve yol arkadaşı çıkmış. Kudüs onun işinin değil, hayatının zemini. Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı, Biçkioğlu’ndan dinledik. 

Son olaydan başlayalım, 14 Temmuz’dan beri neler oldu?

Filistinlinin yaşam alanlarının tamamı, sosyal, siyasi, dini, ailevi, her manada yerle bir edilmiştir. Bu insanlardan eylem beklemek normaldir. Uluslararası hukukta işgalciye karşı, işgal edilen toprakların sahibi direnme hakkına sahiptir. O gün de çıkan olaylarda ölen iki İsrail polisi gerekçe gösterilerek üç Filistinli katledildi, Mescid-i Aksa ibadete kapatıldı. Önce şöyle bir soru sorsak, Mescid-i Aksa veya başka bir camiyi ibadete kapatmanın gerekçesi olabilir mi? Bütün hukuk kriterleri de bir yana, vicdan buna müsaade etmeli mi? Bütün bunlar sebep gösterilerek Mesci-i Aksa kapatıldı. Hem belirgin bir durum hem de buna bağlı olarak gelişen kanaat var ortada. İsrail’in hedefinde Mescid-i Aksa’nın yıkılması, yerle bir edilmesi var. Belediye kanunları itibarıyla Mescid-i Aksa’nın açık alanlarının tamamını belediye park alanı ilan etmişlerdir. Buranın dini özelliği onun getirdiği hassasiyetler tamamen göz ardı edilerek. Polis ve asker himayesindeki Yahudi gruplar sürekli bu alanlara alınıyor. Bir mabede bu yapılabilir mi? Hani statüko itibarıyla burası vakıflara aitti? İsrailli parlamenterler nihai hedeflerini söylüyor; Mescid-i Aksa’nın acilen yıkılması lazım.

ERDOĞAN’IN BASKISI MESCİD-İ AKSA’YI KORUDU

İsrail Mescid-i Aksa’nın yıkılmasını nasıl talep edebilir? 

2009 yılında önce Yerusalem adlı projenin kararı çıktı. Bu kapsamda Mescid-i Aksa’nın yere indirilmesi hedefleniyordu. Babur Rahme Mezarlığı’nın bir kısmının kaldırılması, Osmanlı mirası Tenkiziye Medresesi’nin yıkılarak yerine dünyanın en büyük sinagogunu yapmak gibi çalışmalar, hepsi bunun içindeydi. Bu sinagogun inşa edilmesi Mescid-i Aksa’nın sınırlarının ihlal edilmesi anlamına geliyor. Benzeri girişimler daha evvel de oldu. Burak Duvarı yanından Magaribe Yolu yıkılıp yeni bir köprü yapılmak istendi. Buradan askeri araçların girmesi isteniyordu. Olmert, Erdoğan’ın baskısıyla bunu durdurdu. Bütün bu çalışmalar altı yıl içinde Mescid-i Aksa’nın yere indirilmesi için planlanıyordu. Ardından mabetlerini yapacaklardı. 

Hedef Mescid-i Aksa’nın ortadan kaldırılması diyorsunuz. Kanaatiniz mi yoksa somut tarafları var mı?

Parlamenterler çekinmeden kendi mabetlerinin yapım vaktinin geldiğini söylüyor. Mescid-i Aksa yıkıldıktan sonra nereye neyi dikeceklerini insanlara anlatarak gezdiriyorlar. STK’lar da söylüyor. Ayrıca vakıflar son beş-altı yıldan beri hiç çekinmeden Mescid-i Aksa’nın zamansal veya mekansal olarak bölünmesini, sözde kavgayı da böyle bitirmek kılıfı altında talep ediyorlar. Bu şekilde alana el koymak istiyorlar. Orada ezanların susturulması, yaş sınırlandırılması hep bu kapsamda değerlendirilmeli. 1994 yılında Oslo’da Ehud Barak tarafından literatüre ‘Üçlü Kapı’ olarak geçmiş olan yapının altından geçerken “İçeri girmemize az kaldı...” sözünü de hatırlarsak, bunun kanaatten öte olduğu ortaya çıkar.

Bu mesajlar dünyaya karşı da bu açıklıkta veriliyor mu? 

Konunun asıl odaklanmamız gereken tarafı budur. Uluslararası hukuka göre Mescid-i Aksa tarihsel bir alan. Genel kural şudur; üst üste, katmanları olan eserlerden yer üstünde olanı korumaya alınır. Üstteki eser, esastır. Ama bir yıkım olursa ve bu yıkım aşağıdaki esere ulaşırsa, alttaki eser esastır artık. Mescid-i Aksa’nın güney tarafında çeşitli dönemlere ait katman katman eserler ve izler var. Hafriyatla o kadar altı oyulmuştur ki, bir ara Gazze ekibi bir açıklama yapmıştı. Ses hızını aşan yirmi uçak geçse, bu titreşimle güney kısmı çökebilir. Dolayısıyla bu kadar zayıflatılan alan yıkılırsa İsrail dünya kamuoyuna şöyle diyecek; üstteki çöktüğüne göre esas olan alttakidir, ben de burayı artık tamamen alabilirim.

 Kudüs neden tehdit altında? Ortak bir çözüm neden olamıyor?

Sürekli tehdit altında olacağı gibi bir gerçek var. İsra Suresi’nde müjdelenmiştir Kudüs’ün fethi. Yahudi ve Hıristiyanlar kendi menfaatlerini istiyorlarsa İslam’a bakmalılar Maslahatları bunu gerektirir. 

Yahudiler ve Hıristiyanlar İslam egemenliğinde rahat etti diyorsunuz.

Kesinlikle. Bugünkü Yahudiler rahat mı, huzurlu mu sanıyorsunuz? Onlar da İsrail’in ortaya koyduğu terör yüzünden korkuyla yaşıyor. İmkân bulsa toprakları bırakıp kaçacak. Çoğunluğu çifte pasaportla yaşıyor. Kaçmaya hazırdır yani. Güvenlik konseptiyle 1917-1948 arasındaki dönemden sonra İsrail Devleti kuruldu. Aradan onlarca sene geçmiş, hâlâ güvenlik konseptini aşamamış bir topluluktan söz ediyoruz. O topraklarda geleceği yok İsrail’in. Zaten ciddi siyasi okuma yapanların İsrail’e biçtikleri ömür 50 yıl bile değil. 

Biz Müslümanlar bile Kudüs’ün kaderi savaştır gibi düşünüyoruz.

Bu ön kabulü şu şekilde değerlendirsek? Madem Kudüs’te hep sorun vardır; ki bu yanlış... O zaman siyasi aklın bu tehdide karşın hep daha diri durması lazımdır. İkincisi; Kudüs’te mülk alıp vakıflaştırmamız lazım. Ve bunların bağlı olduğu vakfın merkezi İstanbul veya Ankara’da olsun. Veya İslam İşbirliği Teşkilatında bulunsun. Yani caydırıcı bir karşılığı olsun. Türkiye hiçbir zaman kendi korumasındaki bir yeri yalnız bırakmaz. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde Kardak’ta kayalıkları bile terk etmedik. 

Burada amaç, Mescid-i Aksa’yı yıkıp bölgeye dünyanın en büyük sinagogunu yapmak. Parlamenterler bunu çekinmeden söylüyor projeyi halka gösterip detaylarını anlatıyor. 

BARIŞ YURDU

Savaş Kudüs’ün kaderi mi?

Kudüs’ün İslami literatürde kullanılan ismi İbranice’de de kullanılıyor, Yaru Şalaym. Yani Darüsselam. İslam, selamet, barış yurdu… Burası yaratılışı itibarıyla mübarek ve mukaddestir. Yani İsrail postalı ile kirlenmeyecek bir yerdir o. Rabbimizin ümmete emanetidir. Eğer kitapları tahrif ettikleri gibi Kudüs’ün tahrifine seyirci kalırsak ümmet olma vasfımıza da halel gelir. Kudüs mutlaka adı gibi barış yurdudur. Ümmet olmak öncü olmak, koruyucu olmak demektir. Biz bunu sağlayamazsak, bizden sonrakiler bizi Kudüs’e sahip çıkamamış insanlar olarak hatırlayacaktır. Okumalarımızı, çözüm arayışımızı buna göre yapmamız gerekiyor. Kudüs yeniden olması gerektiği gibi barış yurdu olacak, biz de bunu göreceğiz inşallah. 

‘SELAHADDİN’LER BÖYLE GELİR

Siyaset ve sivil akıl dediniz. Sade bir insan bu kadar büyük bir sorumluluğa nasıl bakacak? Bu sorumluluk altında ezilmeden ne yapabilir insan?

Şunu soralım hemen, hiçbir bedel gerektirmeyen duayı yapıyor muyuz? Duamıza bile almıyoruz Kudüs’ü. Dindar olmasa bile bir Yahudi’nin evladına öğrettiği dua nedir biliyor musunuz? Hz. Davut’un dilinden, “Ey Kudüs seni unutursam, sağ elim kurusun. Ey Kudüs seni sevincimin baş tacı etmezsem dilim damağıma yapışsın.” Çocuklarını dindar olmasalar bile bu motivasyonla büyütüyorlar. Bizim duamızda Kudüs’ümüz yok. Allah’ın ilk kıblemiz olarak tayin ettiği yer yok. Kudüs diye bir gündemimizin oluşması için ille de Gazze’ye bomba inmesi mi lazım? Böyle mi olmalıydı? İmanımızın bir parçası olan peygamberler Kudüs civarında yaşadı. Vahiy orada nazil oldu. Tevrat o yoldayken nazil oldu Musa peygamberimize. Zebur Hz. Davut’a, İncil Hz. İsa’ya orada iken geldi. Son Peygamber oraya götürüldü. Kur’an-ı Kerim’deki peygamber kıssalarının pek çoğu orayı anlatıyor. Bu durumda oradan kopmamız imkânsız iken, durum tersi. Pekiyi ne yapalım? Unutmayalım! Duamızda unutmamak için resmini gözümüzün önünden ayırmayalım. Ufak tefek eşyamızda, mesela bir kalemlikte Mescid-i Aksa resmi kullanalım. Selahaddinler böyle büyür. Çocuklarımıza isim koyarken buradan ilham alalım, o motivasyonla büyütelim. İshak, Yakup, Yusuf’tan başlayarak, Davut, Süleyman, Ömer, Selahaddin, Abdülhamit isimlerini yine hayatımıza alalım ve çocuğumuza bu ismi neden tercih ettiğimizi anlatalım. Kızlarımıza, Sare, Hacer, Meryem, Refika, Hürrem diyelim, Kudüs için… Böylece bir 20 yıl sonra Selahaddin’lerimizi yeniden görmüş olacağız.