27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Ramazan’ın musikisi Kur’an-ı Kerim’dir

Tanburi, bestekâr Refik Hakan Talu ile buluştuk; sizin için, kendim için, Ramazan için. Ben sordum o söyledi diye başlamalı değil mi? Ama tam öyle olmadı. Daha soru sormaya başlamadan “Ramazan ile ilgili okuma tavsiyesinde bulunalım mı”dedi, “Hay-hay” dedim, notumu aldım. Hatta sırf bahsettiği isimleri aktarmakla yetinmedim, ikisinden örnekleri de iliştirdim şuralarda bir köşeye. Yine de sohbetimiz rengini müzikten aldı tabii olarak. Ramazanlarımızın sözünü, sesini, müziğini konuştuk.

ZEYNEP TÜRKOĞLU20 Mayıs 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Ramazan’ın musikisi Kur’an-ı Kerim’dir

Sizin bildiğiniz veya anladığınız Ramazan’ın içinde neler var?

Ramazan’ın kendine ait adetleri var. İstanbulluyuz, oradan iyi biliriz. Sayalım: İlk önce Hırka-i Şerif ziyareti. Mutlaka!

Belli bir zamanı var mı, yoksa Ramazan içinde rastgele bir gün mü olur? 

Cumaya denk getiririz. Namaz oralarda kılınır, sonra ziyaret yapılır. Çok güzeldir. Hırka-i Şerif’ten sonra mutlaka Ramazan içinde de kabir ziyareti yapılır. İstanbul’un tekkeleri, türbeleri ziyaret edilir. Mukabele okunur. Teravihler... Osmanlı o kadar zevkli ve düşünceli ki… Teravih 20 rekât kılınıyor. Itrî zamanından gelen bir gelenek var. Buna saray teravihi veya Enderûn teravihi de denilir. Her dört rekâtta bir, o dört rekât süresince oturmak lazım. Bir istirahat. Bu istirahat sırasında tesbihat yapılır, ilahiler okunur. Ve kılınan her dört rekâtın ardından söylenen ilahilerin makamları da bellidir. Rast, uşşak, sabâ, eviç ve acemaşîran makamlarında okunuyor. Niye böyle biliyor musun? Farz et ki camiye geç geldin. Bir baktın selam verilmiş, arada ilahi okunuyor. O zamanın insanları da müzik biliyor, makamları tanıyor. Hangi makamda ilahi okunduğuna göre kaçıncı dört rekâtı kılacağını anlıyor. 

Nereden biliyorlar peki, bu müzik ve kültür eğitiminin kaynağı nedir?

Tekkeler var. Hepsinde de musiki var. İstanbul öyle bir şehir ki, Pera tarafında Batı müziği daha hâkim. 1900’lerin başları… Ama 1925’e kadar tekkeler açık. Türk müziğinin en büyük ustaları da, bestekârları da hep oralardan yetişiyor. Ama daha sonra müziğimiz iki büyük darbe alıyor. Birincisi 1927’de Dar’ül-Elhan’da Türk müziğinin yasaklanması ve Milli Eğitim’den de kaldırılması. 1976’ya kadar yok, düşünebiliyor musun! Türkiye’de yaşıyorsun, Türk müziği yok. Bir de 1934’te radyoda iki sene yasaklanıyor. Gerçi ben tutucuyum bu işte kimse kusura bakmasın. Bana göre çok daha eskide başladı bozulma. Şarkı formunun yaygınlaşmasıyla büyük formlar kalmadı. Beste, ağır semai, yürük semai yok… Kâr, kârçe, âyinler yok… Son klasik Zekâi Dede’dir. Basit bir şarkı formu kaldı elimizde. Çok iyi şarkı bestekârlarımız var, ama ben klâsik müzik taraftarıyım. Benim limanım orası. 

Nasıl kapatacağız arayı, nereden başlayacağız? Mümkün müdür?

Artık iş değişti. Hani eskiden derlerdi ya okuldan filan başlayacak diye. Ben ona katılmıyorum. Doğrudan televizyon. Düşünsene bir insan eve geliyor. Televizyon karşısındasın. Her zaman açık. Orada güzel Türk müziği programları olursa faydası olabilir. Maalesef özel kanallarda yok. Yoksa okulda öğretsen ne olur? Eve gelecek, hayatın içinde yoksa o müzik bir işe yaramaz ki…  

Ramazan’ın kendine has müziği nedir, nerede duyarız?

Ramazan’ın müziği ezanla başlar, bütün gün de sürer. Bestekârlarımız ilahi bestelemiş, üzerine de yazmışlar. Mesela, bu ilahi Muharrem ayı içindir, bu Ramazan içindir diye not düşer. Ramazan ilahileri de kendi içinde birbirinden ayrı özellikler gösterir. Mesela ilk günlerde okunan ilahiler selamlayıcı ve coşkuludur. On beşinden sonra daha hüzünlü, daha ağır olur besteler. Ama bana göre Ramazan’ın temel musikisi Kur’an-ı Kerim’dir. Onu okuyan sestir. Bol bol okuyup, hayatını da ona göre tanzim edeceksin, bu ses onu hatırlatır. 

Tekkelerin, Mevlevihanelerin Ramazan düzeni nasıl olurmuş? Özel bir hareketlilik var mı?

Eskiden her akşam iftar sofraları kuruluyordu tekkelerde. İftardan sonra da mutlaka sohbet var. Ardından ilahiler söyleniyor. Zikir yapılıyor. Ben şanslıyım. Osmanlı’nın son dönem insanlarına yetiştik. Onların söylediği kitapları okuduk. Elimizden tutup bak burası Yenikapı Mevlevihanesi, burası Galata Mevlevihanesi, burası Yahya Efendi Dergâhı dediler. Bir sürü yere götürdüler, oradakilerle tanıştırdılar. Zaten o manevi hava o kadar lezzetli ki, başka bir neşe. Çıkamıyorsun ki içinden... 

Yeni nesle bu lezzeti aktarma konusunda iyi misiniz yoksa zorluk çekiyor musunuz?

Yolu bulan buluyor. Şu anda benim üniversite öğrencisi birçok tambur talebem oldu. Ama bilmeyen veya uzak olan çok insan da var. Mustafa Nafiz’in bir sözü var ya; herkes mi Cemil Bey’i anlayacak… Şu televizyonlarda daha fazla olsun kendi müziğimiz. Kitaplar yazılsın bunun üzerine, konserler olsun, hayatımıza daha fazla girsin. Derdim bu. Yalnız ilginç bir şey var. Albüm piyasasında genç müzisyenlerin klasikleri daha fazla çaldığını görüyorum. Ama assolist geçinenlere bakıyorum konserlerinde klasik birkaç enstrümanla Dede Efendi’yi seyircisine dinletse fena mı olur? Yine de gençlerdeki ilgiyi görüyorum, umutsuz değilim. On yıldır bir hareketlenme var. 

Ramazanın hemen öncesinde Enderun teravihi diye bir şey yok diyenler çıktı. Kaynağı nedir diye soruyorlar. 

Benim bildiğim bunun Itrî’den bugüne geldiğidir. Geçmişte sarayda belirtilen makamlarda, dört rekâtta bir ilahiler okunarak kılındığına dair kayıtlar var kitaplarda. Mesela Sadettin Nüzhet Ergun’da da, başka kitaplarda da okuduğumu, konservatuarda anlatıldığını hatırlıyorum. Bekir Sıdkı Sezgin’den de, kudüm hocamız Hurşit Ungay’dan da dinledik. Şeyh çocuğuydu, biliyordu. Yani uydurma değil. Fakat her camide de tatbik edilmemiş. Son dönemde yeniden canlandırıldı, o usulde kılınıyor. Zevkli de bir uygulama. 

Ramazan yazıları akıcıdır, tadı damakta kalır… 

Eski ramazanlarla ilgili insanlara bir tavsiyede bulunalım mı? Okuyacakları kitaplar var. Mesela Balıkhane Nazırı’nın, Ahçı Dede’nin, Reşat Ekrem Koçu’nun, Cenap Şahabettin’in Ramazanı anlatan yazıları var. Leyla Hanım’ın saraydaki Ramazanları, icra edilen müziği anlattığı yazıları, makaleleri var. 

Derli toplu, kitap şeklinde mi? 

Derli toplu değil. Hepsi makale bir yerlerde. Veya onların kitapları arasında. Ama özellikle 1900’lerin İstanbul’unun resmi çıkıyor onlardan. Osmanlı’nın sonu, Cumhuriyet’in başı kendi gelenekleri ve geçiş dönemi yaşananları anlamak bakımından anlamlı. Evlerdeki Ramazanlar, iftarlar nasıldı, diş kirası nasıl verilirdi… Bütün bunları anlatan çok güzel yazılardır bunlar. Hepsi de akıcıdır. Tadı damakta kalır. Kantoların çalındığı yerlerde başka bir dünya var. Ama tekkelerde konaklarda âyinler yapılıyor Ramazan’da. Tabii biz bunları göremedik. Göstermediler de, söylemediler de…

ORUÇ TUZ VE ZEMZEMLE AÇILIRDI

Sultan Abdülmecid’in kızı Münire Sultan maiyetinde Dolmabahçe Sarayı’nda yaşamış olan bestekar ve şâir Leylâ (Saz) Hanım’ın hatıraları, Osmanlı’da son devir Ramazan ayı saray âdetlerine ilgi duyanlar için ilgi çekici bir kaynak. Meraklısına birkaç ipucu… 

“Padişah hareminde Mevlûd, Regaib, Mirâc, ve Berât kandillerini karşılama orucu tutulur, Kur’an okunur. Zira saraylarda ibadetlerin çeşidi ihmal olunmaz. Herkes Kadir gecesine yetiştirmek üzere hatim sürer. Mabeyinde hâfızlar ve vâizler dinlenir. Geceleri teravih birlikte kılınır. Gündüzleri hanedan türbe ve camileri dolaşır. Oruç bir çimdik tuz veyahut kül ile zemzemle bozulur. İftarlık önce bir tepside sonra ufak tepsilerde ayrı ayrı çıkar. Büyük konaklarda da iftarlar böyle. Kadir gecesine kadar davetsiz de gidilir. Sarayda ve buralarda diş kirası nâmı altında küçümsenmeyecek paralar dağıtılır. Ramazan’ın on beşinde Hırka-i Saadet’i ziyarete Topkapı Sarayı’na gidilir. Muazzam merasim olur.”

KADİM GELENEKLERİ İHYA EDELİM

1920’lerde Ercüment Ekrem Talû, bugünden bakınca nerde o eski ramazanlar dediğimiz günler içinde iken, bakın nasıl bir yad ediyor, kendi “eski ramazan adetlerini”…“Yalnız yavaş yavaş unutulduğunu görmekle mütessir olduğum bazı kadim an’anelerin ihyasını temenni ediyorum. Mesela daha bundan birkaç sene evvel Ramazan girdi mi, küçük büyük herkes birbirini tebrike şitâbân olurdu. Samimi riyasız ziyaretler. Mektuplar yazılır, sohbetler, içtimalar olur. Yemekte camiler, sergiler, sevgililer dolaşır. Otuz gün için müşterek ibadet, ziyaret, eğlence programları yapılırdı.”

UNUTUYORUZ İÇİMİZE SEYAHAT YAPMAYI

Ramazan en temelde Kur’an ayıdır. En önemlisi de budur. Biz hayatımızı neye göre tanzim ederiz? Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin (a.s.) yapıp ettiklerine göre. Zaten O, ayaklı Kur’an’dır. Demek ki buna dikkat edeceğiz. Ramazan sırf bir eğlence ayı gibi görülürse yazık olur. Orucu gözümüz, kulağımız, bütün bedenimiz ve aklımızla tutmamız lazım değil mi? Ramazan bizi kendimize getiren bir ay. Kendimizi unuttuğumuzda bütün yolculuklarımızı maddi planda ve dışımıza doğru yapıyoruz. Uçak, tren şudur budur, hep dışarı doğru. Unutuyoruz içimize seyahat yapmayı. Ramazanın hikâyesi bizi kendi içimizdeki yolculuğa çıkarmak. İçini ihmal etme, sonra yoluna bak, ne yapacaksan yap…