Din, inanç ve kültürüne yabancı olanlar için kimi kavramları anlamlandırmak, insanların o kavramlara neden böylesi değer atfettiğine akıl erdirmek çok da kolay değildir. Hele de hücrelerine kadar sinmiş bir ‘aidiyet’ sorunu yaşıyorlarsa hiç mümkün değildir. O yüzden bir liderin küçük bir çocuğa ‘şehit olursun inşaallah’ sözü ürperticidir onlar için. Evet yaşam esastır, peki ya sonsuz hayat? Sosyolojik, psikolojik, ilmi bütün cetveller elinizde kalır çözemezsiniz. Şehitlik tam da böylesi bir kavram.
Bir ara kimi sol entelektüeller ve profesör ünvanlı kişiler hiçbir anlama çabasına girmeksizin ‘şehitlik’ kavramından duydukları rahatsızlığı makaleler ve kitaplarla ambalajlayıp piyasaya sürmüşlerdi. Ne ki bu çabaları sonuçsuz kaldı. Gençlerin Çanakkale Şehitlikleri’ne götürülmesinden rahatsızlık duyan ve ‘Bunun kime ne yararı olabilir?’ sorusunu soranların ya da Sarıkamış Şehitleri’nin hatırlanmasına bozulanların hangi zihinsel iklimden beslendiği hepimizin malumu. 1970’lerde ‘devrim şehidi’ masallarıyla ülkeye sosyalizm getirmek için gençleri ateşin ortasına atanların, silahlı eylemlere özendirip, bugün de canlı bombaları, ölüm oruçlarını kutsayanların ‘şehitlik’ gibi güçlü bir kabul karşısında ezilmeleri doğal.
Bu toplumun büyük çoğunluğu ahiret inancına sahip oldukları, İslam öncesi dönemlerinden itibaren vatan için can vermeyi kutsal bildikleri için bu tezviratları yok saymayı tercih etti. Öyle ki şehitliğin AK Parti’nin iktidarını güçlendirmek için kullandığı bir argüman olduğu tezi de 15 Temmuz’da paramparça edildi.
O gece darbeye direnen her kesimden, her ideolojiden vatansever, Milli Mücadele ruhuyla darbecilere karşı canını ortaya koydu. Tabi bunu da anlamakta zorlandı kimi çevreler, hatta anlamak istemediler. Tazyikli su sıkan tomalara karşı poz vermek kolaydı ama topçu ateşi yapan tanklara karşı dimdik yürümek ‘şehadet’ deyince yüzünü buruşturanların harcı değildi. O geceden şehitlerin hikâyelerini öğrenmeye başladığımızda her birinin yaşantısıyla tam da şehitliğin kelime anlamı olan ‘şahitlik’e uygun bir hâl üzere olduğunu fark ettik.
MUSTAFA KEMAL’DEN ŞEHİTLİĞE ÖVGÜ
Bu toprağın mayasına aşina olanlar için Hz. Hamza’nın heybetidir şehitlik, Kerbela’da Peygamberimizin emaneti Hz. Hüseyin’le birlikte 72 canın katledildiklerinde eriştikleri makamdır. Ulubatlı Hasan’dır mesela Fetih rüyasının ardı sıra surlara tırmanan.
Çanakkale’de gencecik yaşlarında dünyanın anlı şanlı ordularına karşı direnen aydınlık nesillerdir. Hani yüz yıl önce ortada AK Parti iktidarı yokken lise ve üniversite sıralarını bırakıp cepheye koşan, bir milletin geleceği olan yiğitler… Mehmet Akif’in ‘Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber’ müjdesini verdiği gençler. Ki Mustafa Kemal, Çanakkale Zaferi sonrası Yeni Mecmua için Ruşen Eşref Ünaydın’a verdiği mülakatta zaferi getiren asıl şeyin maneviyat olduğuna dikkat çekiyor:
“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı Vak’ası’nı anlatmadan geçemeyeceğim. Siperler arasındaki mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıbta bir tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki rûh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran yüksek ruhtur.”
ŞEHİT TAHTINDA RABBE GÜLÜMSER
Gazi Mustafa Kemal’in altını çizdiği bu milli ve karakteristik özelliğimizi görmezden gelenler elbette ‘şehitlik’ten söz edilmesinden tedirginlik duyar. İslâmiyeti kabul etmeden önce de örfümüzde vatan için canını feda etmek kutsal sayıldığından İslam inancındaki şehadet anlayışına hiç yabancılık çekmemiş Türk milleti. Ayetler ve hadislerle temellendirilen bu kavram, ‘ölüme güzelleme’ değil ‘tertemiz, ebedi bir hayat’ arzusu olarak karşılık bulmuş hayatımızda.
O yüzden Şeyh Şamil denildiğinde içimiz titrer, İskilipli Atıf Hocanın hatırası gözlerimizi yaşartır. Malcolm X’in güler yüzüdür şehitlik bizler için. ‘Şehit tahtında Rabbe gülümser ah binlerce canım olsaydı der’ yıllarca dilimizde marş olarak tekrarladığımız bir hadis-i şerife naziredir. Doğruluğunu önce Bosna’da sonra Gazze’de, Mısır’da, Suriye’deki şehitlerin yüzlerinde gördük defaatle. Güneydoğu’da teröristlerle mücadele ederken eşinin, çocuğunun yanında pusuya düşürülen, çatışmalarda can teslim eden, Eşref Bitlis, Gaffar Okkan, Muhsin Yazıcıoğlu gibi suikastlere kurban gidenler, Sur’da, hendeklerle altı oyulan ilçeleri hainlerden temizlerken, Afrin’e düğüne gider gibi gülerek gidip al bayrağa sarılarak baba ocağına gelen tertemiz insanların onurlu mücadelelerine Yaradan’ın verdiği mükafât şehadet.
Mavi Marmara’nın dünyanın vicdanını bir gemiye sığdırarak yol alışındaki başkaldırıydı… Furkan’dı şehadet, sonrasında akranı Abdullah’tı, Ömer Halisdemir’di. Kızılelma’ya gidenlerin gemileri yakmasıydı şehadet ve sadece seçilmiş kulların nasibi…
Şehadet Uykusu
Kara gözlerinde mahmurca gülüş
Gayrı uyanılmaz uykunda mısın
Kanın cemre gibi toprağa düşmüş
Şehadet yolunun ufkunda mısın
Çizgilerle dolu ellerin yüzün
Otuzunda mısın kırkında mısın
Bizi yalnız koyup göğe süzüldün
Acın dayanılmaz farkında mısın
Dudakların sanki bir şey söylüyor
Yine aynı sevda şarkında mısın
Melekler bile sana özeniyor
Cennette döşenmiş tahtında mısın..
AYDINLIK
Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık:
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık.
Vurulup ömrünün ilkbaharında
Kanından çiçekler açar yanında
Cümle şehitlerin omuzlarında
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık.
Abdurrahim Karakoç