19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Selam Vakti'nde yer bildirimi

Mevlana’nın bakışıyla hayatımıza ve davranışımıza bir anlam ve güzellik katabiliyor muyuz? Yoksa günümüzün görünürlük hastalığının bir unsuru olarak mı kalıyor yaptığımız yolculuk? Yer bildirimleri ve özçekimlerimiz Konya’daydı diyor. Giden herkes orada mıydı? 

ZEYNEP TÜRKOĞLU16 Aralık 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Selam Vakti'nde yer bildirimi

Nasıl bir anlayış ve taşkın bir gönlün sesidir ki o, insanların çoğuna korkutucu gelen eceli özlemle beklesin. İman etmişlere bile zor gelen dünyayı terk, umrunda olmasın. Ve ölümün gelişini mutlulukla karşılasın, ölümü sevgiliye kavuşma diye anlasın, anlatsın ve ona “Şeb-i Arûs” desin. 

Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin 7 Aralık’ta başlayan 745. Vuslat yıldönümü anma programları 17 Aralık’a kadar devam edecek. Hz. Mevlana’nın “Selam denizi coştuğunda, gönüllerden kini giderir” deyişine atıfla “Selam Vakti” başlığı altında düzenlenen sohbet, konser ve ayini-i şeriflere ilgi hemen her yıl olduğu gibi bu yıl da çok büyük. Dünden bugüne, doğudan batıya takipçileri, yaklaşık sekiz yüz yıl sonra belki de hayatı, ölümü ve varlığı O’nun gözünden anlama çabası ile Hz. Pîr’in kabri başında buluşuyor. Bu sene o buluşma için yola çıkanlardan biri olmak varmış nasipte. ‘Turizm’ değil hikmet için gidince Selam Vakti’nde söylenenleri de sizler için kaydettim. 

Mevlâna Celâleddin Rûmi’nin 22. Kuşaktan torunu Esin Çelebi Bayru “Mevlevilik bir felsefe değil, manevi yolculuk.” diyor. Sema etmenin bir zikir şekli olduğuna dikkat çeken Bayru, mana anlaşılmazsa ve icra edenler sadece iş olarak görürse, meydandaki hâlin sema değil, dönmek olacağını söylüyor. Ve devam ediyor: 

“Şeb-i Arus Hz. Mevlana’nın Hakk’a yürüdüğü, Allah’a kavuştuğu gündür. ‘Üzülmeyin, ben Sevgiliye gidiyorum’ diyor. Ölüm bir yok oluş değil, maddi hayattan manevi hayata geçiştir. Bundan korkulmaması gerek. Yok olduğunu düşündüğümüz beden, topraktan gelip, toprağa dönüyor. Şeb-i Arus’ta bütün Mevlevihanelerde akşam vakti Kur’an-ı Kerim okunup, semâ ayini yapılırmış. 1925 tarihli Tekke ve Zaviye Kanunu ile bütün diğer tekke ve zaviyeler gibi Mevlevihaneler de kapatılmış. Sonra 1940’lı yıllarda Hz. Mevlana’nın Hakk’a yürüdüğü gün olan 17 Aralık’ta önce konferanslarla anmaya başlamışlar. Sonra tasavvuf müziği konserleri ilave edilmiş. 1950’lerde devlet tarafından semâ ayinine izin verilmiş fakat dini ritüel tarafı daha hafif tutulsun istenmiş. 

Bugün ise yalnız Türkiye’den değil, dünyanın her köşesinden insanlar koşa koşa gelip, özellikle Konya’da yapılan anma törenlerine katılıyorlar. Hz. Mevlana sadece Konya’da değil, dünyanın her yerinde anılıyor.” 

“GEL demek başka DÖN GEL demek bambaşka...” 

Şeb-i Arus programları içindeki Ayin-i Şerif’ten evvel kürsüye gelen mutasavvıf-yazar Ömer Tuğrul İnançer, Hz. Mevlânâ’nın çağrısının doğru anlaşılması gerektiğini söylüyor. Ona kulak verdiğimizde popüler hâle getirilmeye çalışılan ile hakiki Mevlânâ arasındaki fark da daha net idrak ediliyor: 

“Bâzâ diye başlayan –ki Hz. Pîr’e değil, ondan çok önce yaşamış olan Ebû Said Ebu’l-Hayr’a aittir.- o rubaideki ‘Bâzâ’ kelimesinin ‘gel’ demek olmadığını öğretemedik. ‘Gel’ başka bir şeydir, ‘dön gel’ başka bir şeydir. Çünkü ‘sen fıtrat-ı İslam üzere yaratıldın, sonra nefsinin tesiri ile yoldan çıktın; tövbeni bozan oldun, ne olursan ol. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Tövbe kapısı kapanmaz. Aslına dön gel.’ deniliyor orada. Eğer uzaktakini çağırmak manasına gelseydi, ‘biyâ’ denirdi. İngilizce’deki ‘come’ gibi. ‘Come’ başka ‘return’ başka. Türkçe’de de gel başka, dön gel başka. Aynen bunların arasındaki farkta olduğu gibi, Farsça’da da ‘biyâ’ başka, ‘bâzâ’ başka. Ama Hz. Mevlana’nın başka bir daveti daha var. ‘Gel, gel, daha yakına gel. Ama beni, benliği, bizi, bizliği terk et, öyle gel.’ Gel, daha yakına gel. Bizden de, ben de vazgeç; öyle gel. Senlik ve bizlik yok oluncaya kadar gel. Kibri, gururu ve kendini beğenmeyi, başkasını beğenmeme hastalığını bırak, öyle gel. Bir tek gönül verilecek olan var ya, ona gönlünü ver önce. Celal, cemal ve kemal sahibi Allah’a, ezel aleminde, Elest Meclisi’nde, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ buyurdu ya… Sen de ‘Evet Rabbimizsin’ dedin ya… ‘Belâ’ (Arapça’da kabul-tasdik ifadesi) sözünün sırrı nedir? Şikayet etmeden, Hakk’tan gelen senin bela zannettiklerine de sabretmektir. Benliğinden temizlen diyor. Toprak ol da sende de bitkiler yetişsin. Gel; beni bırak, benliği bırak, öyle gel… Bizi, bizliği bırak öyle gel. Sadece O kalıncaya kadar gel.” 

TEKKE TERBİYESİ VE ÖZÇEKİM MESELESİ 

Yolunun takipçileri tarafından “Hz. Pîr” olarak anılan Mevlânâ Celaleddin Rûmî şüphesiz zamanı ve zemini zorlayacak bir yaygınlıkta biliniyor. Öte yandan günümüzün popüler anlayış ve davranış biçimleri belki her zamankinden daha büyük etkiye sahip. İletişim imkânları çok güçlü ve hızlı. Dolayısıyla akla bazı sorular geliyor; Mevlana’nın bakışıyla hayatımıza ve davranışımıza bir anlam ve güzellik katabiliyor muyuz? Yoksa günümüzün görünürlük hastalığının bir unsuru olarak mı kalıyor yaptığımız yolculuk? Yer bildirimleri ve özçekimlerimiz Konya’daydı diyor. Giden herkes orada mıydı? Diğer tarafta büyük salonda yapılan törenler… Şüphesiz tekke musîkîsi ile bir güzellik eşiğinden atlayan kalpler, yapılan sohbetle az sonra izleyeceği ayin-i şerife daha da hazır hale geliyor. Derken bir özçekim daha, sohbet eden kişi fona alınmış, gülümsüyor resmi çeken. Salonda yüksek sesli, rahat konuşmalar. Elbette bugün eski usul tekke terbiyesi almış insanlarımız “Bu da bir nasip meselesidir, uzatmaya gerek yok, herkes kendine baksın” der ve meseleyi kapatır. Biz de öyle yapalım, nasibimize bakalım…