25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Televizyon şovu vebalden anlamaz

Jürili, starlı yarışmaların ilk dönemlerinde tanıdık Bayhan Gürhan’ı. Dikkatle izledi Türkiye. Sesi, duruşu, tavrı enteresandı. Kimi bayıldı, kimi tuhaf buldu. Bu arada yarışma sırasında aile sırları, geçmişi sahneye taşındı. Jüri üyeleri seçtikleri genci, kendileri bulmamış gibi ekran önünde “Senden star olmaz!” diye tepelemeye kalkıştı. Bir yanıyla bugüne göre daha ölçülüymüş bu tip programlar diyor insan. Öte yandan bugüne kapı aralayanlar da onlardı. Basamak oldular. Her geçen gün doz arttı. Artık jüri üyelerinin, yarışmacıların, sunucuların birbirleriyle kıyasıya rekabeti çok daha şiddetli. Üstelik artık amaca stüdyoda, yarışma formatındaki doğallaştırılmış şiddet içinde ulaşılamıyorsa, evde kendi kendinin yapımcısı, yönetmeni, starı olarak, hayvana edilen eziyet seyrettiriliyor, sağa sola tehditler savruluyor. 

ZEYNEP TÜRKOĞLU30 Aralık 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Televizyon şovu vebalden anlamaz

Annesi kendi ifadesine göre bir öfke ve cinnet anında intihar edince babası tarafından ablasıyla beraber Almanya’ya götürülüyor Bayhan Gürhan. Burada da ebeveyni tarafından bakılamadığına karar verilince önce yetiştirme yurduna, ardından varlıklı bir aile yanına evlatlık olarak geçiyor. Okula gidiyor. Çok da seviyor bu hayatı. Ancak birkaç yıl sonra geri gelen babası onu bu düzenden alarak Türkiye’ye getiriyor. Ve birkaç akrabanın yanında konup göçtükten sonra, okul hayatına devam edemeyince, İstanbul sokaklarını öğreniyor. Marangoz çıraklığından tersane işçiliğine kadar türlü işte çalışıyor. Bu arada annesinden sonra sevdiği iki kadını daha kaybediyor; önce ablası, sonra babaannesi. Türkiye’den gitmeyi düşünürken daha evvel de denediği şansını son bir kez sınamak için giriyor yarışmaya. Bu kez tutuyor… 

Katıldığı ses yarışmasıyla şöhrete kavuşan Bayhan Gürhan kendi dönemi için “En azından biz yarışmacılar olarak doğaldık” diyor. 

Yarışmaya kadar hiç profesyonel olarak ilgilendin mi müzikle? 

Her şey yarışmayla başladı. Aslında hiç profesyonel olmadım. En fazla çocuklukta gittiğimiz düğünlerde, ‘Sesi güzel bir çocuk var, ona da bir şarkı söyletelim’ denildiğinde şarkı söylemişliğim vardır. 

Bayhan gibi şarkı söylemek diye bir şey var. Bayhan kim gibi söyledi şarkılarını? Model var mıydı önünde? 

Adana’da Küçük Emrah, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses şarkıları dinliyorken, birden bir gece yarısı kendimi Almanya’da buldum. Ve bambaşka müziklerle tanıştım. Hard-rock, pop gibi. Hatta senfonik müzikler… Bu arada iyi Kur’an okurum. Tecvitli. O konuda da Abdüssamed hayranıyımdır. Tibet müziklerini de bilirim. Öğrenmek, okumak istedim. Doğru müziği yapmak istedim. Fakat hayatta ve ayakta kalmak zorundaydım. Ancak bahsetmiş olduğum ruhani insanlığımı kaybetmemek adına hayatta kalma sınırında yaşadım ama kötü alışkanlığım yok. 

Sokaklarda olup da nasıl olmaz? 

Tabii ki tanıştım. Ama bıraktım. Kimim ben? Amacım ne? Yerim, yurdum, vatanım yok. Bilincim yok çünkü. Ülkemle alakalı en ufak bir tarih bilgim yok. Almanya’dan döndüğümde tek kelime Türkçe bilmiyordum. Tek başıma dilimi, dinimi, ülkemi öğrendim. Yalnızdım. Müzik beni yaşattı. Müziğin ruhani tarafından bahsettik ama tabii ki sektörel tarafı var. Köşelerde şirketler var siz kendinize gerçek manada bir saha bulamıyorsunuz. Dünya çapında gerçek anlamda kalite kapasiteniz olduğuna inanırken doğru düzgün konser bile veremiyorsunuz. Çünkü ‘hayır’ diyorsunuz. 

Neye ‘hayır’ diyorsunuz? 

Müzikal kalitemi ortaya koyamayacağım ortamlardan gelen tekliflere. Olabilecek işler de baltalanıyor. Bir konser projesi alkolik ve intihara meyilli olduğum dedikoduları ile yapılmadı. Sigara bile içmem. Geçmişten bugüne düzeltemediğim ciddi bir önyargı var bana karşı. Ama hali hazırda yerlerde sürünen insanlar konserler verebiliyor. Buna gerçekten anlam veremiyorum. 

“Sahtekar olduklarını biliyordum ama hayallerim vardı…” 

Şarkı yarışması tesadüf müydü yoksa kovalanmış bir şey miydi? 

Sokaklarda kalırken bile, sözlerini yazdığım bestelerimi Unkapanı’nda noterde kayıt altına almıştım. Tescilli bir şekilde hâlâ dururlar. İnternetten önceki zamanlarda gazetelerin iş ilanı sayfalarında ses yarışması ilanları da olurdu. Onlarca… Biliyorum; yüzde doksan dokuzu sahtekâr. Ama buna rağmen şansımı denemeye çalıştım. Antalya’daydım. Yol kenarında bulup, eve alıp, güç bela çalıştırdığım televizyonda çizgi film seyrediyorum, reklam arası verildi. Dımtıs dımtıs dımtıs! Türkiye Pop Star’ını arıyor! Günlerce aynı reklamı görebilmek için uğraştım ama televizyon zaten zor çalışıyordu, hepten gitti. Bir taraftan da Pop Star’ın pop kısmını düşünüyorum. Ben pop bilmiyorum. Televizyon bozulunca radyoya döndüm. Kayahan çalıyordu; Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi… E bu güzel şarkı, madem öyle bununla şansımı deneyeyim. Birkaç şarkıyı öyle ezberledim. Antalya seçmelerine de içimde kalmasın diye girdim. Almanya’ya gideceğim ya nasılsa, bunu da denememiş olmayayım. Derken ilk elliye kaldım. İlginç geldi herhalde onlara da. Sonra İstanbul’da elene elene 12 kişi kaldık. Sonra şehirlerimize geri döndük. Ünlü olmuşum ama televizyonum olmadığı için dünyadan haberim yok! 

Yarışma şans mıydı, şanssızlık mıydı? 

Başlangıç olarak şanstı bizim için. Ama ben bazı detayları bilmediğim için acemiliklerden dolayı fırsatları doğru değerlendiremedim. 

Jüriyle ilişkiler nasıldı? 

Ercan Saatçi, hem jüri üyesiydi hem de yapımcıydı. İlk problemleri onunla yaşadık. Aldı başını gitti. O dönem DMC’nin genel müdürüydü. 12 yıllık tek taraflı bir sözleşme imzalatmak istedi. O dönemde kaldı tabii. Olan oldu, biten bitti. Yıllar geçti. Zaten bilmediğim bir çevrede ve dünyada çok zaman kaybettim. Onlar başka insanlardı, bizler başka insanlardık. 

Deniz Seki, “Hapse girenden sanatçı olmaz, bunlar toplumdan aforoz edilmeli” dedi ve sonra kendisi de uyuşturucudan hapse girdi. İçinizden etme bulma dünyası gibi şeyler de geçti mi hiç? 

Herkes hata yapabilir. Fakat Allah’ın tövbe kapısı herkese açıktır. Böyle biliyor ve inanıyorum. Nihayetinde etme bulma mı, değil mi, bunu benim söyleme yetkim yok. Tabii ki üzülür insan, kalbi kırılır. Ama o da o vakit için geçerli. 

Yetenek yarışmaları çoğaldı çeşitlendi. Geçen haftalarda bunlardan biri yine çok konuşuldu. Şu papağanlı şefli olay… Siz ne düşünüyorsunuz? 

Bizim yarışma ilkti ve biz yarışmacılar olarak doğaldık. Şahidim. Hatta jüri bile başlangıçta doğaldı. Ancak sonrasında değişti. Bir hafta çok iyi destekleyici, sonra o tavrı değişiyor. Biz anlayamıyorduk sebebini. Sonradan öğrendik ki, bu bir format! Bu televizyonculuk! Halktan gelen insanın adapte olması zor. Ama mesele bunların doğal veya kurgu olması meselesi değil. Yapılması gereken tek bir şey var bana göre. Hangi yarışma olursa olsun, televizyonculuğun ne olduğunu bilmeyen herhangi birini o ekrana çıkaracaksanız, önceden psikolojik olarak hazırlamalısınız. “Arkadaşlar; televizyonculuk budur, ama hayat da budur!” Bin kişi görünür, bir iki kişi var olur, diğerleri kaybolur. O bakımdan, sonrası için hayatın devam edeceğini unutmamak ve hazırlıklı olmak lazım. En azından üç günlük ön eğitime, psikolojik desteğe ihtiyacımız var. Yoksa ertesi gün herkes gibi sokakta yürümeyi, minibüse binmeyi, bir işte çalışmayı unutur, şaşırır insan. 

Şov/eğlence/yarışma karması bu programların arızalarını konuşuyoruz ama mesela bu bahsettiğin öneriyi hayata geçirir mi yapımcılar? 

Bu soruyu çok yönlü cevaplayabiliriz. Buna rağmen sonuca ulaşamayabiliriz. Bir kere çok göreceli bir durum. Televizyonculuğun kendine göre bir dünyası var. İnsanî olarak konuşalım. Diyelim yoldasınız, hararetle bir adres arıyorsunuz. Bana sordunuz, ben de yanlış tarif ettim. Ya tamamen kaybettiniz yolu veya başınıza türlü işler geldikten sonra gecikerek ulaştınız gideceğiniz yere. Benim bunda payım var. Yanlışı tarif edersem, vebali var. Ama çoğuna sorun, ‘vebal nedir’ der size. Bana ne, sormasaydı. Televizyoncuya sorarsanız ‘Bana ne kardeşim, sözleşmeyi ortaya koydum, imzaladılar. Kullandımsa da karşılığında ücret verdim der’ geçer gider. Karşı tarafa sorsanız, ‘Okudum ama anlamamışım, sonra psikolojim bozuldu, şöyle oldu böyle oldu’ der. Bütün bunların temeli aslında dürüst olunmaması. Kimseye vicdansız demem, ama varsa ellerini bir vicdanlarına koysunlar. Olay budur, kendinizi hazırlayın demeleri lazım. Şef Murat’ta da olan budur. Psikolojik danışmanlar bulundurulup, bu sorunlu rating için iyi olabilir ama almayın denilmesi lazım. 

İyi de şovda öncelik insaniyet mi rating mi? 

İşte görece dediğim odur. İnsan kendini, her şartta haklı çıkarabilir. 

Türkiye’nin Pop Star Türkiye yarışması ile tanıdığı Bayhan Gürhan, yaşadığı ekran tecrübesinden yola çıkarak dikkat çekici bir uyarıda bulunuyor: Hangi yarışma olursa olsun, televizyonculuğun ne olduğunu bilmeyen herhangi birini o ekrana çıkaracaksanız, önceden psikolojik olarak hazırlamalısınız. “Arkadaşlar; televizyonculuk budur, ama hayat da budur!” Bin kişi görünür, bir iki kişi var olur, diğerleri kaybolur. O bakımdan, sonrası için hayatın devam edeceğini unutmamak ve hazırlıklı olmak lazım. 

O bir ekran ünlüsü. Televizyon yarışmaları ile insanların ne hâle getirildiğini yakinen görmüş ve yaşamış bir isim. Ancak o açık yüreklilikle özeleştiride bulunuyor. Bayhan, “Televizyonculuğun kendine göre bir dünyası var. Halktan gelen insanın adapte olması zor.” diyor.