27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Toker: Türkiye Pakistan için örnek ülke

Lahor Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Halil Toker, Urdu dili ve edebiyatına katkılarından ötürü Pakistan Devleti tarafından ‘Sitara-i İmtiaz (İmtiyaz Yıldızı) Nişanı’ ile ödüllendirildi. Biz de Toker ile enstitülerini, nişanını ve ‘Sebepleri ve Sonuçları ile Keşmir Meselesini Anlamak’ kitabını konuştuk.

Bahar Erdoğan16 Nisan 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Toker: Türkiye Pakistan için örnek ülke

Öncelikle tebrik ederiz. Sitara-i İmtiaz Nişanı sizin için ne ifade ediyor?

Uzun yıllar Urdu dili üzerine yaptığım araştırmalar, çeviriler, Türkiye ile Pakistan arasında bir köprü vazifesi gördü. Milletler arasında kurulan en sağlam köprü, dil ve kültür köprüsüdür. Türkiye’nin, Türk dilinin, edebiyatının, tarihinin, kültürünün ve sanatının tanıtılması bakımından büyük projelere imza atan enstitümüzün çalışmaları içinde yer almaktan büyük gurur duyuyorum. Bu ödül yalnızca benim çalışmalarımın ya da enstitümüzün değil, bu çalışmalarda emeği geçen tüm kişi, kurum ve kuruluşların emeklerinin bir tezahürü.

Yunus Emre Enstitüleri’nin yurt dışında kurulma amacı nedir ve şu an Pakistan’da neler yapıyorsunuz?

Enstitülerimiz dilimizi ve kültürümüzü tanıtmak için çalışıyor. Pakistan’da şu an biri Lahor’da diğeri Karaçi’de olmak üzere iki Yunus Emre Enstitüsü var. Türkiye ve Pakistan’ın en kıymetli fikir ve sanat insanlarını bir araya getiriyoruz. İki ülke arası kültür dostluğunun pekişmesi için toplantılar, seminerler ve sergiler düzenliyoruz.

Pakistan Türkiye’yi nasıl görüyor?

Biz enstitü için ilk görüşmelerimizi yaparken Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, Türkiye ile Pakistan’ın iki kardeş ülke olduğunun altını çizerek, ‘Yunus Emre Enstitüsü’nün faaliyetlerini önemsiyoruz. Her türlü desteği de vermeye hazırız” demişti. Geçtiğimiz günlerde İslamabad şehrindeki şair ve edebiyatçıların katıldığı önemli bir toplantı düzenledik. İnsanlar 15 Temmuz’daki işgal girişimi sonrası Türkiye’deki durum ve FETÖ’nün bu kalkışmadaki rolü hakkında pek çok soru sordular. Uzun yıllar bağımsızlık mücadelesi veren bir ülke için Türkiye şu anda örnek bir ülke konumunda.

Oradaki gençler Türkçe öğrenmeye nasıl bakıyor?

Nisan başında Pencap Üniversitesi ve enstitü işbirliği ile Türkçe öğrenmek için Pencap Hükümeti tarafından gönderilecek öğrenciler için burada bir oryantasyon programı hazırladık. Çok talep gördü. Yıllarca Pakistan’dan öğrenciler Türkiye’ye geldiler. Şimdi ise Türk kültürünü, Türk dilini kendi kentlerinde öğrenebilecekler. Pakistanlı gençler için çok önemli bir adım.

Urduca dilinin Türkiye için nasıl bir geçmişi var?

İngiliz muhalifi ve Hintli bir milliyetçi olan Muhammed Abdülcebbâr Hayri, 1915 yılında Osmanlı Darü’l-Fünûnu’nda yani İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Urdu dili dersleri müderrisi olarak atanmış. Böylece Osmanlı başkenti İstanbul’da Urdu dili eğitimi başlamış. Dil eğitimi, ülkeler arası iletişimin en temel noktası. Yüz sene önce Osmanlı Hilafetine gönülden bağlı olan o dönemin Hint Müslümanları (Günümüz Hindistan-Pakistan ve Bangladeş devletleri) ile daha iyi iletişim kurabilmek, Hindistan’ı sömürgeleştirmiş İngiliz İmparatorluğu’na karşı halkı bilinçlendirmek ve İngilizlerin Osmanlı Devleti aleyhine menfi propagandasını engellemek için Urdu dilini çok iyi bilen kişilere ihtiyaç vardı. Şimdi ise bu dostluk bağlarının pekişmesi için enstitülerinin Türkçe kursları var. Hatta 2015 yılında Pakistan Hükümeti Urdu dili eğitiminin başlamasının 100’üncü yılı şerefine de bir pul bastırıldı.

Keşmir’in bizden başka kimsesi yok

Kitabınızla Keşmir meselesini tekrar gündeme getirdiniz. 

Hindistan’ın incisi, cennet misali ülke Keşmir... Tarih boyunca seyyahların güzelliğine hayran kaldıkları, şairlerin şiirlerine konu olmuş destansı bir ülke. Ancak maalesef bu ülkenin halkının kaderi, kendi doğal güzellikleriyle örtüşmemiş. Bugün yapayalnız bir bölge, neredeyse bizden başka kimsesi yok. Bulunduğu coğrafi konum yüzünden çok değerli ve bu yüzden stratejik oyunların kurbanı olagelmiş. Ben de Keşmir meselesinin tarihi sürecini, geldiği noktayı okuyucuya aktardım. Kitap, 1846 yılında Keşmir’in İngilizler tarafından 7 milyon 500 binrupi karşılığında gerçekten taşıyla, toprağıyla, üzerinde akan nehirleriyle ve hatta sınırları içerisinde yaşayan halkıyla birlikte nasıl satıldığını anlatarak başlıyor. Kitapta, BM’nin aldığı ancak bir türlü uygulanmayan kararlar gibi önemli konu başlıkları ve istatistiksel bilgiler var. Keşmirliler, bir ineği öldürmenin cezası ölümken bir Keşmirli Müslüman’ı öldürmenin cezasının sadece birkaç rupi olduğu bir dönem yaşadı. Hatta bu dönem bile bitti sayılamaz.