27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Müminin miracı: NAMAZ

Bütün ibadetler; namaz, oruç, hac, zekât, sadaka ve zikir ilâhî sözleşmeye bağlı kalmanın şahitleri sayılır.

12 Haziran 2018 Salı 07:00 - Güncelleme:
Müminin miracı: NAMAZ

Nitekim zekât vermek, dostlara armağanlar sunmak ve hasedden vazgeçmek ezel sırrına ermenin şahididir. Namaz kılmak bu ilâhî muahedenin şartı olarak Allah’a verilen sözün bizâtihî icrasıdır. Oruç helal nimetlerden bile elini yumak suretiyle haramdan uzaklaşmanın ve yine ilâhî sözleşmeye bağlı kalmanın yüksek bir tezahürüdür. İnsanın bu sözleşmeye bağlı kalışının en önemli cevheri takva ve ihsan şuurudur. Bunları olgunlaştıran da ibadetlerdir.

Şeytan varoluşundan itibaren insanı bir türlü içine sindirememiş ve sürekli onunla boğuşmaktadır. Şeytan, âdemoğlu sebebiyle ilâhî huzurdan kovuluşunun intikamını almak üzere sırât-ı müstakîm üzerine oturmak ve onu doğru yoldan uzaklaştırmak için izin almıştır.

Allah Rasûlü: “Namaz müminin miracıdır” buyurarak namazı yüceltmektedir. Mevlana da Allah ile mülakat olarak değerlendirdiği namazın rükünlerinden her birini işârî ve sembolik olarak yorumlamakta ve şunları söylemektedir:

İftitah ile namaza giren kul, kurban kesen gibi: “Allahu Ekber” diyerek nefsini kurban etmeye hazırlanmaktadır. Kul bu tekbirle bütün şehvetlerden, hırslardan arınmakta ve adeta Allah’a kendini kurban etmektedir.  

Kıyamda duran kul, Allah’ın huzurunda hesap vermeye hazırlanan insan gibidir. Gözyaşı dökerek ayakta durmak, kıyamet günü yeniden dirilerek kabirlerinden kalkmış kimselerin mahşer yerinde Allah’ın huzurunda ayakta durmaları gibidir. 

Kıraat sırasında kul adeta Rabbiyle konuşmaktadır. Allah kuluna verdiği nimetleri hatırlatarak: “Sana verilen bu ömür süresince neler yaptın, ne kazandın, bana ne getirdin, ömrünü nerede harcadın? Rızkı, kuvveti nerede kullandın? İradeni, duyularını neye harcadın?” diye sorar.

Bu soruları düşünen ve yeterli cevap bulamayan kul, bu nîmetleri veren yüce Rabbinden utanır, günahlarını düşünür, utancından iki büklüm rükûa varır. Ayakta durmaya mecali kalmadığından “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” diyerek Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ile tazim eder. Ardından fermân-ı ilâhî gelir ve adeta denir ki: “Başını kaldır da sorulan sorulara cevap ver.”

İki büklüm olmuş kul hayâ ile başını kaldırır fakat dayanamaz, utancından bu sefer yüzüstü yere kapanır. Secdede:  “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” diyerek Rabbini hicâb duygusuyla tesbih eder.

Tekrar kendisine adeta şöyle denilir: “Başını kaldır, yaptıklarından haber ver.” Kul bir kere daha başını kaldırır ama utancından tekrar yüzüstü kapanır. Hak Teâlâ tekrar: “Başını kaldır, yaptıklarını birer birer haber ver” buyurur. Allah’ın azameti ve heybeti karşısında acze düşen insan bu ağır yükle dizüstü / ka’deye oturur. Cenâb-ı Hak yine: “Verdiğim nimetlere nasıl şükrettiğini bana göster” deyince kul bu sefer yüzünü sağ tarafına çevirir, peygamberlerin ruhlarına ve meleklere selâm verir. Onlardan şefaat umar. Ayağının tökezlediğini ifade eder. Peygamberler de selâm veren kula derler ki: “Çare ve destek dünyadaydı. Şimdi geçti. Orada hayırlı işler yapsaydın, ibâdet etseydin olurdu.”

Kul bu sefer ümitsizce yüzünü sola çevirerek akrabalarından, dostlarından yardım diler. Onlar da ona: “Biz kimiz ki sana yardım edelim? Kendi cevabını Allah’a kendin ver” derler. Ümitsiz ve çaresiz kalan kul ellerini açarak duaya başlar: “Allah’ım herkesten ümidimi kestim. Kulun evvel ve âhir başvuracağı ve sığınacağı sadece Senin rahmet ve mağfiretindir. Beni bağışla!”

Namaz kıyam ile azamet ve heybet duruşuyla ayakta duran cemâdâtın; dağların, taşların, kayaların tesbîhini; rükû ile hayvânâtın tesbîhini; secde ile kökleri yerde olan nebâtâtın tesbîhini andırmaktadır. Böylece namaz varlık âleminin özü ve özeti insanın, ibadetinde de bütün varlık âlemiyle ortak olduğunun ifadesi; Hakk’a yükseliş ve miracıdır.