19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

ABD'nin amacı 'Türkiye oyalansın, PKK dönüşsün'

KURT: ABD, PKK zayıflamış ve Kandil’e hapsolmuşken aldı üç PKK’lıya ödül kararını. Benzer bir kararı PYD ya da Avrupa’daki PKK yöneticileri için almadı. Türkiye’yi oyalamaya dönük bir karar bu. Bu arada PKK da hızla biçim değiştiriyor.

FADİME ÖZKAN19 Kasım 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
ABD'nin amacı 'Türkiye oyalansın, PKK dönüşsün'

Üç PKK’lının başına ödül koyan ABD’den “YPG ile ilişkimiz geçici, taktiksel” açıklaması geldi. Evet, ama aynı ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey “YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamıyoruz” demişti. Üstelik ABD YPG’yi ağır silahlarla donatıyor. Haseke’de YPG’lilere eğitim veriyor, Münbiç’te Türkiye ile ortak devriye geziyor.

Neye yoralım bu çelişkileri? ABD ne yapmak istiyor? PKK biçim mi değiştiriyor? Ortadoğu’da ve aslında küresel siyasette dengeler hızla değişirken Türkiye de oyun bozmayı sürdürüyor. Ama oyun ve oyuncu değişiklikleri de hiç bitmiyor. Ne olduğu İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Veysel Kurt ile konuştuk. Kurt’un son çalışması “Ortadoğu’da Ulusal Güvenlik Stratejileri” adıyla çıktı.

ABD üç PKK’lı terörist başının başına para ödülü koydu. Buna neden ihtiyaç duydu?

Amerika’nın PKK yöneticilerinin başına ödül koyması söylemsel düzeyde dikkat çekici ve fakat Türkiye’nin terörle mücadelesi bağlamında değerlendirildiğinde Türkiye’nin beklentilerini karşılamadığını söylemek mümkün. Dikkat çekici olmasının temel sebebi PKK’nın en üst düzey üç yöneticisine yönelik bu kararı almış olmasıdır. Türkiye açısından değersiz olmasının sebebi ise PKK’nın en çok zayıfladığı ve Kandil’e hapsolduğu bir dönemde bu kararı almış olmasıdır. Örneğin benzer bir kararı PKK’ya mensup PYD yöneticilerini ya da Avrupa’da yaşayan PKK yöneticilerine yönelik almadı. Başka bir değişle sahada somut sonuçlar üretecek uygulamalar yerine Türkiye’yi teskin etmeye hatta oyalamaya dönük bir karar almıştır. Amerika bir yandan Türkiye’yi teskin etmeye ve PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde ki faaliyetlerini perdelemeye dönük bir söylemsel strateji izlerken, öte yandan PKK’ya da ciddi bir mesaj vermiş oldu. Aldığı kararı artık PKK’ya karşı önemli bir koz olarak kullanacaktır. Yine de Türkiye bu kararın genişletilmesi ve PKK’yla ilişkisi kanıtlanmış olan bütün kişilere teşmil edilmesi için gündeme getirebilir.

 

ABD –MİŞ GİBİ YAPTI

Peki, neden şimdi ihtiyaç duydu?

Neden şimdi yaptığına gelince Amerika’nın Suriye’de kalıcı olacağını açıklaması, öte yandan İran’a karşı yeni bir yaptırım dönemini başlatmış olması Amerika’yı Türkiye’ye muhtaç bırakmaktadır. Ancak Suriye’deki stratejisini de PYD üzerinden kurduğu için bu örgütü tasfiye edecek ya da etkisizleştirecek herhangi bir hamle yapmaktan kaçınmaktadır. Dolayısıyla zaten zayıflamış olan ve terör örgütü olarak ilan ettiği PKK’ya yönelik bu kararı alarak Türkiye bir şey vermiş gibi yapmış oldu.

 

ÇELİŞKİLER İÇİNDE

ABD PKK-YPG konusunda ne yapmak istiyor? Geçen hafta lider kadrosundan üç PKK’lının başına ödül koyan ve bu hamlesi Türkiye’nin YPG’ye bakışını değiştirme çabası olarak değerlendirilen ABD’den son olarak “YPG ile ilişkimiz geçici, taktiksel” açıklaması geldi. Ama ABD Suriye özel temsilcisi James Jeffrey de “YPG’yi terör örgütü olarak tanımlamıyoruz da demişti. Haseke’de YPG’lilere eğitim veren ABD Münbiç’te de Türkiye ile ortak devriye geziyor. Neye yoralım bu farklı tutumları, farklı açıklamaları?

Amerika’nın geniş bağlamda Suriye, daha özel bağlamda ise PYD ile ilgili kullandığı söylemler bugüne kadar hep çelişkili olaylarla geldi. Türkiye’ye dönük konuştuğunda bu örgütle ilişkisinin geçici olduğunu, verdikleri silahları geri alacaklarını, Türkiye’ye bir saldırı düzenlemesinin kabul edilmeyeceğini, PYD’yi PKK’nın Suriye kolu olarak kabul ettiklerini,  açıkça dile getiriyorlar. ABD’nin Suriye stratejisini neredeyse tamamıyla PYD üzerinden kurması ve bu örgüte sağladığı yardımlar ise bu söylemleri fazlasıyla anlamsız kılıyor. Bu yüzden özellikle Trump yönetimindeki Amerika’nın ne söylediğine değil sahada ne yaptığına bakmak gerek.
Mümbiç konusunda Türkiye ile anlaşması ve fakat Fırat’ın doğusunda PYD’ye tıpkı eskiden olduğu gibi tırlarca silah yardımı yapması tam da hem Türkiye hem PYD ilişkilerini ayrı tutmaya dönük bir çabanın göstergesi.

 

TÜRKİYE’NİN TAVRI ÇOK NET

ABD göz boyayarak YPG adıyla PKK’ya Suriye’de alan açabileceğini ve Türkiye’nin de buna razı olacağını gerçekten düşünüyor mu? Neden bu konuda bu kadar ısrarcı? Planı ne?

Türkiye’nin buna razı olacağını muhtemelen düşünmüyordur, çünkü Türkiye’nin Suriye ile ilgili özellikle Suriye’nin kuzeyi ile ilgili pozisyonu oldukça net. Bu pozisyon yeni oluşmuş değil, 2011’de ayaklanmalar başladığında Türkiye’nin dikkatini verdiği en önemli bölgelerden birisi burasıydı. Daha da önemlisi 2015 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından “burada bir devlet ya da devletimsi bir yapının kurulmasına göz yumulmayacağı”nı açıkça deklare etti. Ancak ABD’nin Suriye’deki stratejisinin neredeyse tamamen PYD üzerinden şekillenmesi, kendisini bu konuda ısrarcı davranmaya sevk ediyor. Ayrıca politik düzeyde bu konu ile ilgili önemli bir kararın alınmamış olması sahadaki asker ve sivil bürokratların insiyatif almasına imkan tanımakta. Suriye’nin kuzeyinde görev yapan Amerikalı askerler buraya tamamen kendi perspektiflerinden ve çok dar bir çerçeveden bakmakta. Sahadaki durum üzerinden bir politika geliştirmekte olduklarını ve zaman zaman Amerikan yönetimini ikna ettiklerini de söyleyebiliriz.

 

JEFFREY DE İKİRCİKLENDİ

Bu konuda en çarpıcı örnek yaklaşık iki ay önce Suriye Özel temsilcisi olarak atanan James Jeffrey’nin tavrı. Bu göreve gelmezden önce PYD’yi PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlamakta ve aynı anda hem Türkiye hem de bu örgütle çalışmanın mümkün olmadığını dile getirmekteydi. Ancak göreve geldikten sonra daha üst düzey yöneticilerin kullandığı ikircikli dili kullanmaya başladığını görebiliyoruz Jeffrey’in. ABD ya da uluslararası medyaya konuşurken PYD’nin ABD tarafından terör listesine alınmadığını, Türk medyası ya da yetkilileriyle konuşurken ise bu örgütü PKK ile doğrudan ilişkilendiren cümleler kurmakta.

 

PKK KURUTULUYOR

PKK insan kaynağını kaybediyor, şehirlerden dağlardan ve inlerinden bir bir temizleniyor. Sayının 14 bine ulaştığı söyleniyor. Eş zamanlı olarak gri-kırmızı listelerindeki lider kadrosu da operasyonlarla etkisiz kılınıyor. Hal böyleyken, Türkiye zaten PKK’yı bitiriyorken ABD üç PKK’lıya ödül koyarak ne yapmaya çalışıyor? Türkiye’nin başarı hikayesinde yer tutmaya mı, göz boyamaya mı yoksa PKK’yı uyuyan hücrelere mi çevirmek istiyor?

PKK insan kaynağını kaybediyor, evet. Rakamlar üzerinden bunu doğrulamak mümkün. İç İşleri Bakanlığının yaptığı son açıklamaya göre geçen yıla oranla neredeyse bütün alanlarda ciddi bir güç kaybı yaşadığı görülüyor. Örneğin yurtiçindeki terörist sayısı 3000 civarından 700-800 rakamına kadar gerilemiş durumda. 100 kadar üst düzey örgüt yöneticisi etkisiz hale getirildi. Örgütün eylem sayısı da neredeyse yarı yarıya azalmış durumda. Örgüte katılım ise son 30 yılın en düşük seviyesinde. 2015’te katılım 4000 civarında iken 2018’de bu rakam 95’e düştü. PKK’nın bu denli güç kaybetmesi tabii ki Türkiye’nin terörle mücadelesi sonucunda gerçekleşti.

 

İHA’LAR PKK’YA GÖZ AÇTIRMIYOR

Terör örgütünü tamamen bitirmek mümkün olmayabilir ancak örgütü hareketsiz hale getirmek, insan kaynağını kurutmak, ekonomik kaynaklarını kurutmak, uluslararası bağlantılarını kesmek, örgütü eylem yapamayacak duruma getiriyor. Türkiye’nin yeni terörle mücadele konsepti de tam da bu minvalde idi. Yani bütün alanlarda örgüte karşı ofansif bir konuma geçerek örgütü etkisiz hale getirmek üzerine kuruluydu ve bu stratejinin sonuç verdiğini görüyoruz.  Bununla birlikte ‘asimetrik bir savaş’ sayılan terörle mücadele de Türkiye’nin kullandığı araçlarda çeşitlenmiş durumda örneğin İHA’ların etkin kullanımı örgütün hareketsiz bırakılması ve kaynaklarının kurutulması noktasında çok etkin bir rol oynamakta. Sınırların teknolojik imkanlarla efektif kontrolü de bu açıdan önemli. Ancak burada dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta var.

 

DİKKAT: PKK EVRİM Mİ GEÇİRİYOR?

Nedir?

Terör durağan bir fenomen değil, şartlara adapte olan ve dönüşen bir şey. PKK da hem organizasyonel yapısı itibariyle hem de sahip olduğu imkanlar ve coğrafi yerleşimi itibariyle dönüşüyor. Nasıl ki 1999’da Öcalan’ın yakalanmasından sonra ‘eylemsizlik sürecini’ fırsata çevirerek dönüştüyse, şimdi de dönüşüyor. Bunu dikkate almakta yarar var. ABD’nin aldığı kararı bu bağlamda da değerlendirmek gerekiyor. PKK’nın işlevsizleştiği bir süreçte YPG’yi desteklemesi ve kalıcı hale getirmeye çalışması bence bununla ilgili. Bir başka deyişle aslında PKK’yı ‘Türkiye’ye verdiği’ ve tamamen gözden çıkardığı yanılgısına kapılmamak gerekiyor. PKK’nın geçirdiği dönüşüm önemli bu anlamda önemli: Artık örgütün ağırlık merkezinin Suriye’ye kaydığı ve Kandil ya da Sincar gibi dağlık bölgelerde barınan bir örgüt olmaktan çıkarak alan kontrolü sağlayan bir yapıya dönüşme gayreti içinde olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonra dikkat kesilmesi gereken nokta da budur.

 

İRAN ETKİSİ KIRILACAK

PKK üzerindeki İran etkisini kırmak istiyor, yorumlarına katılır mısınız? Bunu neden yapmak istiyor? İran’a konan yaptırım kararlarıyla ilgisi var mı?

ABD’nin böyle bir hesabı olabilir, ancak bu konu Türkiye açısından birincil mesele değil. Mİ KIRACAKşey Türkiye’nin ulusal güvenliği. Aksi taktirde PKK’nın bir terör örgütü olarak varlığını Irak, Suriye ya da Türkiye’de farklı formlarda devam ettirirken ABD ya da bir başka ülke tarafından desteklenmesi kabul edilebilir bir şey değil.

 

ABD MUĞLAK, RUSYA KARARSIZ

Rusya’nın YPG’ye karşı tutumu ne olur?

Rusya YPG bir yana PKK’yı da bir terör örgütü olarak tanımlamış değil henüz. PYD’ye de yönelik işlevsel bir bakış açısına sahip. YPG ile iş tutabildiği ölçüde bu örgütü kullanışlı görüyor ve nitekim kullandı da. Ancak Türkiye ile Suriye üzerinde anlaştığı müddetçe bu örgütü Türkiye’ye karşı kullanmaktan vazgeçtiğini görüyoruz. PYD ile tamamen çalışmaktan vazgeçtiği anlamına geliyor mu, tabi ki hayır. Bir anlamda Rusya’nın PYD’ye stratejik düzeyde bakmadığını ve Türkiye ile sahip olduğu ilişkileri bu örgüte öncelediğini söylemek mümkün. Amerika ise bu anlamda daha muğlak bir tutuma sahip. Bir yandan YPG’nin kökeninin PKK’ya dayandığını kabul ederken öte yandan Türkiye’nin bunu sorun etmemesini istiyor. PYD ile sahip olduğu ilişkilerle Türkiye ile sahip olduğu bir ilişkileri birbirinden ayırarak Türkiye’nin de bunu kabullenmesini bekliyor. Rusya ise bu konuda da müzakereye daha açık bir pozisyonda.

 

KARGAŞA BİRAZ DAHA SÜRER

Ortadoğu’da dengeler, denklemler, denkleme giren çıkan aktörler faktörler sürekli değişiyor. Avrupa ile ABD’nin arasının açılıyor görünmesi, Kaşıkçı cinayetinin ortaya çıkardığı yeni durum, bölgede neye tekabül ediyor?

Bu saydığınız konuların hepsi önemli tabi, fakat yeni bir bölgesel düzenin ihdas edilmesi için bir zemin hazırlama potansiyeli taşıdıklarına dair güçlü şüphelerim var. Çünkü gerek bölgesel aktörler -İran Suudi Arabistan gibi-, gerekse Rusya ve ABD gibi küresel aktörler -buna Çin’i de dahil edebiliriz- hala mevcut karmaşa üzerinden hesap yapmakta ve bu karmaşadan nemalanmayı tercih etmektedirler. Doğu Akdeniz’de stratejik kazanımlar elde etmekten tutun da çatışmalı ortamda silah satışlarını artırmaya kadar geniş bir yelpazede bu süreci bir fırsata çevirme eğilimi hala mevcut. Yeni bir düzen kurulması yönünde bu aktörlerin bir irade sahibi olduğuna dair işaretler maalesef yok. Dolayısıyla bölgedeki bu karmaşanın bir süre daha devam edeceğini öngörmek zor değil.

 

YEMEN: VEKALETE KURBAN

Yemen’de neler oluyor?

Yemen, İran ile Suudi Arabistan’ın giriştikleri vekâlet savaşına kurban gidiyor. Amerika bir yandan bu iki ülkenin Yemen’de birbirini yıprattığını keyifle seyrederken öte yandan Siha’larla yürüttüğü operasyonlarla kendisi de bu vekalet savaşının bir başka tarafını teşkil ediyor.

Ülkenin ekonomik kaynaklar açısından oldukça yoksul olması ve çatışmalar dolayısıyla insani yardımların gerekli bölgelere ulaştırılamaması bu ülkede önemli bir insani drama yol açıyor. İnsani müdahale için zaten geç kalınmış durumda. Dahası, çatışmaların bir süre daha devam etmesi durumunda buradaki insani durumun önüne geçmek maalesef mümkün olmayabilir.

 

İKİ DEVLET DE SIKIŞTI

Suudi Arabistan’ın ve İran’ın farklı sebeplerle de olsa köşeye sıkıştırılıyor olması Yemen’de neyi değiştirir?

Bu iki ülkenin Yemen’deki savaşı sürdürmek için gerekli kapasiteye sahip olduğunu söylemek mümkün. Ancak İran’ın yaptırımlar dolayısıyla ekonomisinin kötüleşmesi ve Suudi Arabistan’ın da Kaşıkçı cinayeti dolayısıyla yaptırımlara uğraması bu iki ülkenin Yemen üzerindeki savaşını etkileyebilir. Bu senaryonun gerçekleşmesi için her iki ülkenin ciddi anlamda bir maliyetle karşılaşması gerekiyor. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair bir öngörüde bulunmak ise zor. Çünkü bu konuda etkili olan aktör Trump yönetimindeki ABD. Trump’ın günlük kararlarla dış politikayı yönetmesi ise bir öngörü yapmayı gerçekten zorlaştırıyor.

 

ORTADOĞUNUN FIRSATÇISI İSRAİL

Dünyada ve bölgede dengeler değişirken İsrail’de neler oluyor? Gazze’de İsrail şiddeti yeniden alevlendi, ateşkes oldu ve ardından da mühim bir istifa geldi?

Filistin meselesine dahil olabilecek bütün ülkeler kendi dertlerine düşmüşken İsrail bu süreci bir fırsata çevirdi. Bu anlamda İsrail’e karşı ses çıkaran bir tek Türkiye kaldı.  İsrail Hamas’ı boğmaya ve Filistin halkının taleplerini karşılamaksızın ve bütün politik iddialarını devre dışı bırakan şartlara razı etmeye çalışıyor. Trump’ın desteği İsrail’i fazlasıyla rahatlatmış durumda. Ayrıca Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi Arap dünyasında etkili ülkeleri de kendi pozisyonuna razı etmiş durumda. Birkaç yıl öncesine kadar Arap ülkeleri İsrail’le normalleşmek için Filistin meselesini İsrail’in önüne bir şart olarak koyarken bugün Filistin’deki politik aktörleri İsrail’in şartlarını kabul etmeleri için zorlaman bir çizgiye geldiler. Bu da İsrail’in elini oldukça rahatlatmakta ve ‘gerekli gördüğü’ durumlarda şiddet kullanmasını da kolaylaştırmaktadır.Bu durum tabii ki İsrail’in istediği politikayı uygulayabileceği anlamına gelmiyor. Özellikle son operasyonun bir fiyaskoya dönüştüğünü söylemek mümkün. Savunma Bakanı Liberman’ın istifa etmesi ve ülkeyi erken seçime götürmekle tehdit etmesi, İsrail yönetiminin içindeki derin görüş ayrılığının sahaya yansıması ve son saldırıların başarısızlığını göstermesi açısından önem taşımaktadır.