27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: Yeni hükümet sistemi darbesavar bir sistem

Kurtulmuş: Eski düzende sistem her kilitlendiğinde çözüm askerden beklendi. Yeni sistemde eğer Meclis ve Cumhurbaşkanı arasında ihtilaf doğarsa eş zamanlı seçimle-re gidilebilecek. Dolayısıyla halk hakem olacak.

27 Mart 2017 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: Yeni hükümet sistemi darbesavar bir sistem

Hükümet Sözcüsü olarak özellikle sizden dinlemek isteriz. Yeni hükümet sistemi nasıl bir sistem olacak ve Türkiye’ye ne getirecek?

Yeni hükümet sistemi tesadüfen ya da AK Partinin kendi istekleriyle ortaya çıkmış bir şey değildir. Toplumda var olan taleplerin sonucudur. Hiç bir anayasa değişikliği toplumda talep yoksa gündeme gelmez. Meclisten AK Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla geçti, milletimiz bir karar verecek. O yüzden önce “bu sisteme niye ihtiyaç vardı, mevcut sistemin çalışmayan, eskimiş tarafları neler” bunların üzerinde durmak lazım.

Duralım, buyurun.

Ben Türkiye’nin 67 yıllık çok partili siyasi hayatımızda mevcut sistemin dört konuda artık 80 milyon nüfusu olan, bu kadar büyük meydan okumalarla karşı karşıya kalan ama bu kadar büyük fırsat ve imkânları da olan bir ülkeyi taşımaktan aciz kaldığını düşünüyorum. Bunlardan birincisi; Türkiye’de çok ciddi vesayetçi ve çatışmacı bir yapı var. Siyasi aktörler arasında, ülkenin kurum ve kuruluşları arasında, zaman zaman da 67 yılda toplum kesimleri arasında çatışmayı esas alan, bunun üzerine oturmuş bir sistem var.

İkincisi; ciddi bir güç bölünmesi var; Recep Peker ile İnönü’den başlayıp Bülent Ecevit ile Ahmet Necdet Sezer’in kavgasına kadar Cumhurbaşkanı ve Başbakanlar arasında çok sayıda kavga var, güç bölünmesi var. Yönetimde çift başlılığın sebep olduğu büyük ekonomik ve siyasi krizler var. Ve bu potansiyel devam ediyor. Bu isimler kötü olduğu için değil sistem böyle olduğu için çatışma kaçınılmaz. Hatta öyle ki mesela Ecevit-Sezer örneği, Demirel-Çiller örneği Yıldırım Akbulut-Turgut Özal örneği çok açık bir şekilde siyasi lider olanların kolundan tutup koltuğa oturttukları insanlarla dahi aralarında çatışma yaşandığını gösteriyor.

ESKİ SİSTEMİN FATURASI ÇOK AĞIR

Aynı partiden olsa bile, kendi varisleri olsa bile çatışma kaçınılmaz mı diyorsunuz?

Demirel Çiller’i getirttirmeseydi Çiller’i kim Başbakan yapardı? Ya da rahmetli Özal, Yıldırım Akbulut’u getirttirmeseydi kim Akbulut’u Başbakan yapacaktı? Ecevit tutup Sezer’i Cumhurbaşkanı yapmasa kim yapardı? Buna rağmen medyun-ı şükran olmaları gereken isimlerle dahi çatışma kaçınılmaz. Bu isimler kötü, geçimsiz oldukları için olmuyor. Sistem doğası çatışmacı, dik başlılığı doğuran bir sistem olduğu için böyle. Türkiye’nin bundan kurtulması lazım. Her çatışmanın Türkiye‘ye çok ağır ekonomik ve siyasi faturaları var. Türkiye onlarca yıldır kaybetti.

Üçüncü alan ise siyasi iktidarsızlıktır. Mevcut sistem siyasi iktidarsızlığı oluşturuyor. 94 yıllık Türkiye Cumhuriyet’i tarihinde 17 ayda bir kurulan hükümetler var. Zaman zaman 10 aya düşmüş. Bu kabul edilebilir değil. 3,5 yılda bir seçim gitmiş Türkiye. Bu ülkeye zaman kaybettiriyor.

Dördüncüsü ise ekonomik iktidarsızlıktır. Bütün bu sürtüşmeler nedeniyle Türkiye’de siyasi iktidarsızlıklar ve ekonomik krizler yaşandı. 2001 ekonomik krizi sistemin çalışmamasının sonucuydu. 22 bankanın kapanmasına, Türkiye’nin finansal açıdan 580 milyar lira kaybetmesine neden oldu. 2001 yılının faturasını biz millet olarak ancak 2011’de ödeyebildik. 10 yıl ödedik! Dolayısıyla bütün bunlardan kurtulmamız lazım artık.

TÜRKİYE HASTALIKLARINDAN KURTULACAK

Muhalefet hayır kampanyası yürütürken şöyle diyor: Ak Parti 15 yıldır iktidarda. Sezer’i dışarıda bırakırsanız Abdullah Gül kendisindendi, Erdoğan zaten kurucu lideri. Neyi isteyip de yapamadılar ki şimdi sistemi değiştirmek istiyorlar?

Çok şey yapılamadı. Türkiye’nin ödediği fatura çok ağır… 67 yılda 5 askeri darbe, 6-7 darbe teşebbüsü oldu. Türkiye’de Cumhurbaşkanları millet tarafından değil kapalı kapılar ardında Türkiye’nin oligarşik sistemini yönetenzadegân tarafından belirlendi. Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçileceği zaman kara cüppeli adamlar tekrar ortaya çıktılar, yeni bir fetva, yeni bir içtihatla 367 garabetini zorunlu kıldılar. 1961’de Ali Fuat Başgil’in Cumhurbaşkanı adayı olmasına dahi izin vermeyen çevreler aynı şekilde Parlamentonun Cumhurbaşkanı seçmesine mani oldu. Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı sırasında müsteşar atanmalarından merkez bankası başkanı atamasına kadar çok sayıda üst düzey bürokratın atanamadığı bizzat kendisi söyledi. Üçlü kararname gerektiren birçok konuda ciddi engellemelerle karşı karşıya kaldığımız ortada. 2008’de parti kapatma davası direkten döndü. Yani bu öyle çatışmacı, öyle vesayetçi bir sistem ki Cumhurbaşkanının kim olacağına onlar karar verecekler. Bazen koalisyon kurulabilsin diye üçüncü partinin başkanına başbakanlığı verecekler. Bazen tek başına bir milletvekili olan Yalım Erez’eBaşbakanlığı verecekler.

ÇATAL ÇOMAK TOPRAĞA SAPLANMAZ

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir düsturuna ne oluyor bu arada?

Milletin egemenliği kâğıt üzerinde, görünürde... Seçim nasıl olursa olsun sonuçlarını kendileri belirlemek istiyorlar. Türkiye’de evet şu an güçlü bir Ak Parti hükümeti var. Aynı partiden olduğu için Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında sürtüşme çıkmıyor olabilir. Ama sonuç itibariyle bu sistemin doğası buna müsait. Bunun ortadan kaldırılması lazım. Kaldı ki 7 Haziran seçimleri sonrasındaki süreçte çok açık bir şekilde şunu tecrübe ettik. Yani bazen sistem kitleniyor ve hükümet kuramaz duruma geliyor. 1980 öncesinde de 5,5 ay parlamentoda Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçilemedi ve 12 Eylül’ün siyasi mazeretlerinden birisi de bu oldu.

Ayrıca Anadolu’da çok güzel bir laf var; Çatal çomak toprağa saplanmaz, yani çift başlı bir yürütme anlayışı ister istemez aralarında bir görüş ayrılığı oluyor. Bu görüş ayrılıkları bazen örtülemez bir noktaya geldiklerinde geçmişte yedi sekiz kere yaşadığımız, büyük çatışmalar oluyor ve Türkiye’ye ağır siyasi ekonomik faturalar çıkıyor.Şimdi bütün bu hastalıklardan kurtulacağız.

HÜKÜMET SEÇİM AKŞAMI KURULACAK

Halktan 16 Nisan’da onay alırsa yeni sistem nasıl işleyecek?

Millet sandık akşamı kendisini yönetecek, kendisi adına karar verecek iki mekanizmayı birden seçmiş olacak. Sandıktan yüzde 50+1 oyla kim çıkarsa hiç beklemeden, koalisyon pazarlıkları olmadan, Güneş Motel benzeri krizler ya da 7 Haziran sonrasında o aylar kaybettiğimiz koalisyon pazarlıkları olmadan millet kimi Cumhurbaşkanı seçtiyse o hükümetin başı olacak. Ertesi gün de hükümetini oluşturup milletle bunu paylaşacak. 

KURUCU İRADE HALKA AİTTİR, VESAYETÇİLERE DEĞİL

Yıllardır sistemdeki sorunu dillendiren ve “değiştirmeliyiz” diyen akademisyenler, siyasetçiler, liderler oldu ama söylemde kaldı. İlk kez eyleme dönüştü. Ne oldu da eyleme dönüşebildi bu öneri?

İhtiyaç açık şekilde ortaya çıktı. 1982 anayasası yapıldığının ertesi gününden itibaren tartışılıyor mevzuu. Bunu yaşayarak biliyoruz. Külliyat ortadadır, çok farklı anayasa teklifleri gündeme geldi ve 18 kere de anayasa değişti. Yamalı bohçaya döndü. Şimdi 19. Kez değiştiriyoruz. Türkiye’de ne zaman anayasa değişikliği teklifi olsa bazı çevreler (şuanda anayasa paketine hayır diyen çevreler) başta olmak üzere “kurucu irade yok” derler. Kast ettikleri tankı tüfeği çıkartan darbeci oligarşik zihniyettir. Bunlar 1961 anayasasını, 82 anayasasını yapan darbecileri kurucu irade kabul ederler. Ama millet doğrudan doğruya 16 Nisan’da anayasa teklifini onaylamaya giderse milleti kurucu irade kabul etmezler. Aynen 2010 referandumunda da kabul etmedikleri gibi. Şunu herkes görmeli: Bu memlekette bir tane kurucu irade vardır, o da milletin kendisidir.

Dolayısıyla çabuk kurulan bir hükümet olacak yeni sistemde. Doğrudan seçilmiş olan Cumhurbaşkanı hükümetin başı olacak ve hükümet kendi işiyle, yürütme faaliyetleriyle ilgilenecek. Aynı gün seçilmiş parlamento da sadece kendi işiyle yani yasama ve denetim faaliyetleriyle uğraşacak. Böylece Türkiye hükümetlerle yasama organı arasındaki içli dışlı durumdan, hükümetlerin kontrolündeki yasamadan kurtulacak. Muhalefet kusura bakmasın. Kimin çoğunluğu varsa mecliste onun önerileri hükümet tasarısı olarak yansıyor parlamentoya ve o yasalaşıyor. Aslında meclis yasa yapmıyor, hükümet yasa yapıyor. Biz şimdi bu sisteme son veriyoruz. Aynı şekilde bir milletvekili, bakan olduğunda milletvekilliği düşecek, böylece kişi hem savcı hem yargıç pozisyonunda olmayacak. Ya yasamanın ya yürütmenin içerisinde olacak.

YENİ SİSTEM DARBESAVAR

Yeni sistem darbelerin önünü alabilecek mi peki? 

Bu sistemin bence en önemli ve en az konuşulan yanlarından birisi de bu. 18 maddelik teklifimiz darbe savar bazı maddeleri bünyesinde barındırıyor. Bunlardan ilki, meclis ve Cumhurbaşkanı eğer siyaseten çözüm oluşamayacak noktaya gelirler ve sistem kitlenirse çözülmesi için Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin eş zamanlı olarak yenilenmesi imkânı vermesidir. Geçmişte sistem çok tıkandı, düğümü darbeciler çözsün dediler ve öyle oldu. Biz de diyoruz ki “hayır sistem tıkandığı zaman Cumhurbaşkanı ve meclis ülkeyi erken seçime götürebilsin, düğümü halk çözsün. Dolayısıyla bu bir emniyet subabıdır, darbe savardır. Maalesef CHP, hele Sayın Kılıçdaroğlu bunu tersine anlatıyor. Yanlış anlıyor ya da anlatıyor. Sanki Cumhurbaşkanı bir sabah kalkacak, kafası bozulacak ve hadi seçime diyecek. Hiçbir sorumlu devlet adamı böyle davranmaz. CHP’li arkadaşlar uzun yıllardır iktidarda olmadıkları ve bu sistem geldiğinde uzun yıllar iktidar olamayacaklarını düşündükleri için öyle zannediyorlar. Böyle şey olmaz.

MİLLETE HAKARET EDİYORLAR

Aynı zihin devamını şöyle getiriyor: Yüzde 50+1 almış bir lider gelecek ama –çok af edersiniz- ya sonradan “manyaklaşırsa”? Bunun tedbiri var mı?

Asla böyle şey olamaz. Bu, millete hakarettir. Bu millet Cumhurbaşkanını kendisi seçtiği sürece, milletin şarkısını türküsünü söylemeyen, milletin yasıyla hüzünlenip halayında bulunmayan, geçmişiyle geleceğiyle irtibatı olmayan kimse Cumhurbaşkanı seçilemeyecektir. Çünkü Cumhurbaşkanını milletin çoğunluğuyla seçeceğiz ve burada sosyoloji çalışır. Yani millet neyse kendisine benzer birisini cumhurbaşkanı yapacaktır. CHP’nin yaydığı bu anlayış Millete itimatsızlıktır, anlaşılabilir değildir.

İkinci darbe savar madde, sıkıyönetim uygulanmasının ortadan kaldırılmasıdır. Türkiye’nin 67 yıllık çok partili siyasi hayatında sıkıyönetim uygulamaları sistemi rahatlatmak için değil, sivil siyaseti köşeye sıkıştırarak askerin alanını genişletmek için kullanılmıştır. Şimdi Türkiye’de hiçbir şart altında sivil sıkıyönetim olmayacak. Allah muhafaza 15 Temmuz benzeri bir şey olursa ya da Marmara depremi gibi büyük bir faciayla karşı karşıya kalınırsa o zaman olağanüstü hal uygulanabilir. Bu kararı verecek olan da seçilmiş cumhurbaşkanı ve onun hükümetidir.

HÜKÜMET NASIL OLUŞACAK, NASIL İŞLEYECEK?

Hükümetin oluşu ve işleyişiyle ilgili insanların zihninde bir boşluk var. Hükümet oluşumu Parlamenter sistem içerisinden düşünüldüğü için hayal etmekte zorluk çekenler var. Onlar için tasvir eder misiniz? Bakanlar ve cumhurbaşkanı yardımcıları nasıl seçilecek? Onların özelliği ne olacak? Bakanlar kurulu nasıl çalışacak?

Cumhurbaşkanı seçilen kişi önceden hazırlıklarını yapmış olacaktır. İşinin doğası gereği hazırlıklı olması gerekir. Kısa bir sürede hükümetini ilan edecek. Dışarıdan bakan nasıl olacak, diyenler var ama kusura bakmasınlar şimdiye kadar olmadı mı hiç? Sayın Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş, Efkan Ala AK Parti hükümetleri zamanında milletvekili olmadan bakan oldular. Mevcut sistem de buna müsaade ediyor. Bakanlık yürütmeyle ilgili bir meseledir. Milletvekilliği ise yasama ile ilgilidir. Ama parlamentoda çoğunluğu olan parti, parlamentoyu kendi organı gibi çalıştırdığı, yürütme yasamayı kontrol ettiği için iç içe geçmiş vaziyetteler, bunları şimdi ayırıyoruz. Dolayısıyla dışarıdan bakan atama imkanı bu sistemde de var. Cumhurbaşkanı bütün bakanlarını dışarıdan atayabilir, milletvekillerinden atadıklarının da milletvekilliği düşer. İkisi aynı anda olmaz.

Cumhurbaşkanı parlamento içerisinden bazı vekilleri bakan atamak istediğinde, onlar da kabul edip vekillikten istifa ettiğinde, Mecliste bir eksilme olmayacak mı?

Teorik olarak olmaz. Nasıl şu andaki sistemde Meclis dışından atamak istisnai bir durumsa bu da istisnaidir. Şimdi sistem bu anlamda tersine geçmiş oluyor, Meclisten atamak istisnai olacak.

BAKAN SEÇİMİ ŞİMDİKİNDEN FARKLI DEĞİL

Türkiye’nin bakanlık yapmış isimlerden oluşan ciddi bir hazinesi var. Kurulan her hükümette daha önce bakanlık yapmış birileri de olur hep. Bir tür tecrübe devri yaşanır, itimat oluşur. Yeni sistemse bilinmezliğini koruyor. Eski ve potansiyel bakanlar yeni sistemde vekillikle olası bir bakanlık arasında erken bir seçim yapmak zorunda kalacak. Bu durum siyaset yapan insanlar üzerinde nasıl bir gerilime neden oluyor?

Hiç bir gerilime neden olmaz nihayetinde kimlerin bakan olacağını tespit etmek şu ki sistemde de başbakanın yetkisindedir. Başbakan kimi bakan görmek istiyorsa milletvekillerinin arasından ya da istisnai olarak dışarıdan atayabilir. Yeni sistemimizde de bu sorumluluk Cumhurbaşkanımıza aittir. Cumhurbaşkanımız da her bakanlıkta en iyi istifade edebileceğini, Türkiye’ye en iyi şekilde hizmet edebileceğini düşündüğü kişiler arasından birilerini seçecektir. Dolayısıyla bu seçim tek tek kişilerin seçimi değil Cumhurbaşkanı olarak millet tarafından seçilecek olan kişinin seçimidir. Burada mevcut durumdan daha farklı bir tablo ortaya çıkmaz.

BAKANLIK KİMSEYE MÜLK DEĞİL

Yeni sistem için liyakat sahibi bir bakanlar kurulu tasavvur ediliyor. Konunun uzmanı kişi bakan ya da cumhurbaşkanı yardımcısı olacak ve o kişi de başarılı olmak zorunda, başarısız olursa azledilecek. Türkiye pratiğinde ise aynı kişinin farklı bakanlıklara atanması gibi bir durum var, bir dönem –atıyorum- çevre bakanı, bir dönem eğitim, bir dönem savunma bakanı gibi. Her biri ayrı uzmanlık alanları iken. Yeni sistem bunu ortadan kaldırır mı?

Bakanların seçimi konusunda çok fazla bir fark olmayacak, Mevcut sistemde başbakan yeni gelecek sistemde de cumhurbaşkanı belirleyecek her ikiside başarılı olacağına inandığı isimler arasında tercih edecek. Hiç bir başbakan ya da yeni sistemde cumhurbaşkanı kimseyi laf olsun diye bakan yapmaz. Yapamaz çünkü her bakanlık ülkenin çok önemli işleriyle uğraşıyor. Bunları çözebileceğine inanılan kişiler seçiliyor. Şu an için de öyle, her bakanlıkla ilgili çok sayıda alternatif var. Mahkeme kadıya mülk değil, hiç bir koltuk kimsenin uhdesinde değil, zaten Ak Partinin 15 yıllık siyasi tecrübesinde de çok sayıda bakan arkadaşımız geldi geçti.

CUMHURBAŞKANI VEKİLİ YA BİR DELİLİK YAPARSA…

Sahada şöyle bir soru var, cevabı merak edilen: Cumhurbaşkanı makamı güçlü yetkilerle donatılıyor ama tamam halk seçiyor, meşrudur ama Cumhurbaşkanı yurt dışındayken seçilmemiş biri vekalet edecek. Ya bu yetkileri suiistimal ederse, mesela eyalet sistemine geçerse?

Bunlar ‘Hayır’ cephesinin sahadaki zafiyetini ortadan kaldırmak için ürettiği konulardır. Bunların hiç birisi olmaz çünkü şu anki sistem içerisinde vekalet yok mu Allah aşkına. Cumhurbaşkanına da vekalet eden oluyor, Başbakan’a da. Kimse de Cumhurbaşkanı, Başbakan ortada yokken onun adına ben şu işi yapayım demiyor. Akla ziyan bir meseledir bu. Böyle şey olmaz. Zaten Cumhurbaşkanı çok kısa süreli yurt dışına çıkıyor. O sürede çok acil bir şey varsa hemen Cumhurbaşkanıyla haberleşerek onun kararını alır ve ona göre hareket eder. Ama kimse kafasından, yerine vekil olarak durduğu ismin yerine karar almaz.

YA ERDOĞAN GİBİ İKİNCİ BİR LİDER ÇIKMAZSA?

Mevcut siyasiler içerisinden baktığımızda yüzde 51’i alabilecek bir kişi var, aldı. İki muhalefet partisi lideri kendileri rekabet etmedi, bir araya geldi, onun yanına 16 parti daha eklendi ve 2014’de Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı gösterdiler. Bunca çabadan sonra alınan oy en fazla yüzde 35 oldu. Yüzde 51’e yaklaşabilecek bir isim henüz görünmüyor. Partilerin böyle bir potansiyeli olmadığı da görülüyor. Dolayısıyla Erdoğan’dan sonra Türkiye’nin yüzde 51 almak için taşınması gereken nitelikleri taşıyan bir lider adayı sorunu var. Bu sistem açısından lidersizlik bir sorun değil midir?

Olası risklerin ortadan kaldırılması için bu sistem dizayn ediliyor. Sayın Tayyip Erdoğan bu kadar yıldır siyasetin içinde, Allah vergisi bir karizması var. Türkiye'de siyasetle çok derin tecrübesi var, 15 yıldır Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak hizmet ediyor ondan evvel Büyükşehir Belediye Başkanı olarak önemli bir tecrübe kazanmış ve neredeyse Türkiye'nin her kasabasında her şehirinde birebir tanıdığı çok sayıda yol arkadaşı var. Şimdi soru şu bize de çok sık soruluyor. Efendim Tayyip Erdoğan'dan sonra ne olacak? Tamda sistem Tayyip Erdoğan'dan sonra ne olacağını dizayn etmek için kurulmuş bir sistemdir.Herkes bu kadar güçlü bir siyasi lider olmaya bilir ama biz sistemi güçlü dizayn edersek o güçlü sistemin sistemin içresinde ortaya çıkacak nihayetinde birisi sandıkta %50+1 alıp ortaya çıkacak. %50+1 alan kendi potansiyeli birikimi vs dışında birde sistemin gücünü kullanmış olacak. Yani Tayyip Erdoğan sonrası daha  güçlü bir Türkiye'nin dizayn edilebilmesi için ortaya konulmuş olan bir tekliftir. Yoksa tersi olur Tayyip Erdoğan'dan sonra bu is olmaz diye millete de güvensizliktir böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil. Milletin içinden nice güçlü isimler çıkar nice Tayyip Erdoğan çıkar nice güçlü siyasi figürler ortaya çıkar böyle düşünmemek  lazım çünkü doğrudan doğruya halk seçerse halk kendine benzeyeni seçer. Şuanda ki şartlara baktığınız zaman muhalefet partilerinin diyelim ki ana muhalefet partisinin iktidara gelmesi mümkün görünmüyor. Ama tamda Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde iktidar olma ihtimalleri beliriyor çünkü halkın genel ortalamasının makul çoğunluğunun mahşeri vicdan dediğimiz makul çoğunluğunun kabul edebileceği bir siyasi figür halkın sorunlarını çözmek Türkiye’yi diyelim 30- 50 yıl sonrasına hazırlayacak siyasi programlar üzerinde odaklanır. Dilini üslubunu siyaset tarzını muhtevasını değiştirir buna uygun kadrolar çıkartır bu kadroların içerinde birde öne çıkan bir lider olur. Böylece CHP’nin iktidar olma ihtimali ortaya çıkar. Ben tam tersine bu sistemin sadece şuan da çoğunluğu elde bulunduran iktidar partisi için Ak parti için değil diğer partiler içinde iktidar olmanın yolunu açtığını  düşünüyorum. Ayrıca dahasını söyleyeyim şuan ki sistem içerisinde parlamentodan ancak partiler Cumhurbaşkanı adayı gösterebiliyor. Parlamento dışı partiler eğer %5 oy almışsa toplamda bir kisiyi aday gösterebilir hatta onuda bırakıp 100.000 tane seçmen bir araya gelir bizim adayımız Ayşe hanımdır, Mehmet beydir der ve birisini Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterir. Bu adayda çok kuvvetli birisi olabilir siyasi partilerin sosyolojik tabanına hitap eden birisi olabilir, demin söylediğim gibi programı, muhtevası, dili vs si çok güçlü birisi olabilir. Bu anlamda öyle birisinin bile cumhurbaşkanı seçilme ihtimali vardır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı artık kapalı kapılar ardında belirlenmeyecek milletin sandığında belirlenecek. Bundan sonra yüzde 50+1 alan herkes sistemin gücünü arkasına alarak liderlik yapacak. 

ERDOĞAN BÜYÜK TÜRKİYE İDEALİNİN BİR SEMBOLÜ

Hayır kampanyası yürütenlerin bir heyüla üzerine argüman geliştirdiklerini görüyoruz. 2012’den sonra başlayan bir Anti-Erdoğanizm var. Avrupa yaptı bunu, Gezi yaptı, PKK yaptı, FETÖ yaptı... Yine Erdoğan  üzerinden yapılıyor ‘Hayır’ kampanyası. 16 Nisan hayır cephesi için Erdoğan’ın ve AK Partinin tasfiyesi kampanyası mıdır?

Yani bunu bir vesile olarak kullanıyor olabilirler ama Tayyip Erdoğan bir sembol bir kişi değil artık.Tayyip Erdoğan büyük Türkiye idealinin sembolü. Tayyip Erdoğan mazlum milletlerin, asırlardır ezilmiş geri bırakılmış doğu halklarının sesini soluğunu dünya milletlerine taşıyan birisi. ‘Dünya beşten büyüktür’ diyebilecek kadar cesaretle hareket eden birisi. Burada karşı olunan iki şey var Türkiye karşıtlığında. Bu maalesef dışarıdan kaynaklanıyor ama içeri karşılık buluyor. Bunlardan birisi özellikle Avrupa'da ki son gelişmelerle birlikte burada çok ciddi bir ırkçılığın, çok ciddi bir göçmen düşmanlığının, yabancı düşmanlığının özelde Müslüman düşmanlığının daha özelde bunu sembolize eden bir şahıs olarak yani doğuyu, İslam dünyasını, mazlum milletleri ayakları üzerine yeniden dikilen dirilen büyük medeniyeti temsil eden adam olarak Tayyip Erdoğan düşmanlığı. Bu üretilmiş bir şey nasıl İslam karşıtlığı üretilmiş bir şeyse Erdoğan karşıtlığı da üretilmiş bir korkudur. Faşistlerin, ırkçıların Avrupa da artık ayak seslerini duymaya başladığımız tamda 1. Dünya savaşı sonrasında 2. Dünya savaşı sonrasında ki dönemi andıran aşırı milliyetçi ve yabancı düşmanı seslerin bir ortaya koyduğu bir mesele. İçerde de maalesef bazı çevreler bunlardan ciddi bir şekilde destek alıyor Fetö bir tarafta PKK bir tarafta yurt içinde yurt dışında bu kampanyada hayır cephesinin en aktif unsurlarını oluşturuyor. Dışardan Bild Gazetesi ‘Erdoğan’ın diktatörlüğüne hayır’ manşetleri veriyor. Türk halkının üzerine atlarla, köpeklerle saldırılar vuku buluyor bütün bunlar hepsi bir zihin dünyasının deşifresidir.

İMF’YE BORCUMUZ BİTTİ, ANTİERDOĞANİZM BAŞLADI

Nasıl bir zihin dünyasıdır, nedir?

Yükselen güçlü bir Türkiye’den duyulan rahatsızlıktır, korkudur. Eğer Türkiye açık söyleyeyim 25 milyon dolar IMF den almak için el avuç açar, bizim maliye bakanlarımız IMF komiserleri önünde düğme iliklerse bizden iyisi yok. Avrupa’nın terbiye salonunda tek ayaküstünde durursak bizden iyisi yok. Falan ülkeden İHA almak için onların kapısını aşındırırsak bizden iyisi yok, sadece borç almak değil emir ve talimatları alırsak bizden iyisi yok. Ama ne zaman biz kendi savunma sanayimizde önemli atılımlar yapmaya başladık  ne zaman biz ‘Dünya beşten büyüktür’ demeye başladık, ne zaman biz Avrupa’nın terbiye salonunda beklemek değil Avrupa’yla eş değer ortaklık düzeyinde müzakereler etmeye başladık, ne zaman biz imf ye ihtiyacımız yok istemiyoruz biz size borç verelim demeye başladık o zaman oyun değişti. O zaman baktılar ki bu güçlü Türkiye hele hele artık dünya sistemi tamimiyle yeniden yapılandı bu süreçte dünyanın istemediği şekilde en azından bazı güçlü ülkelerinin başına sıkıntı çıkara bilir. Ondan dolayı Türkiye’yi geriye itmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin üstünde bu anlamda bir baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Meselenin özü budur.  

CHP STATÜKO SÜRSÜN İSTİYOR

Peki, terör örgütleri zayıf bir Türkiye istiyor bölebileceği, iç savaş çıkartabilecek. Avrupa’nın talimatlarını yerine getirecek kendine ekonomik ve siyasi anlamda rakip olmayacak bir Türkiye istiyor. Peki, hayır diyen CHP ne istiyor?

CHP öyle görünüyor ki eski sistemi istiyor, vesayet devam etsin Cumhurbaşkanları kapalı kapılar ardında seçilsin efendim yine Türkiye’nin zadegânı, ekonomik ve siyasi sistemi manipüle etmeyi sürdürsün, koalisyon pazarlıkları, bu pazarlıkların içerisinde acaba bize de bir şey düşer mi CHP olarak bize de bir yer olur mu? Falan gibi herhalde eski sistemin korunmasından siyasi menfaatlerinin o sistemde olduğunu düşünüyorlar.Halbuki söylediğim gibi CHP’nin siyasi menfaati yeni sisteme evet demektir, bunu görecekler. İnşallah ‘EVET’den sonra Türkiye yeni sisteme geçinde CHP bunu görecek.

HAYIR ÇIKARSA NE OLUR?

CHP lideri dedi ki; “16 Nisan akşamı sandıktan ‘hayır’ çıktığında Türkiye’de hiç bir şey değişmeyecek; Cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığına, Ak Parti hükümet olmaya devam edecek”. Böyle mi olacak?

Bunu taktik icabı söylüyorlar. Evet diyecek olan, büyük kitlenin zihnini karıştırmak için aman hiç bir şeyden endişe etmeyin Cumhurbaşkanı, Başbakn yerinde duracak diyorlar. Eminim ki Sayın Kılıçdaroğlu bunu takdik itibariyle şimdi söylüyorda farzı-mahal böyle bir şey olmayacak ama sordunuz diye söyleyim, Hayır çıksa o akşam hemen diyecekler ki, Sayın Erdoğan’ın meşruiyeti bitmiştir, Cumhurbaşkanı istifa etmelidir, hükümet görevini bırakmalıdır. Türkiye’yi yeni bir siyasi türbülansın içerisine sürükleyecek bir baskıyı başlatacaklardır. Ama bu muhaldir, olması mümkün olmayan bir şeydir, takdik icabı CHP’nin söylediği bir şeydir.

HAYIRLAR DEĞİL EVETLER ARTIYOR

Hayır cephesi aslında 2012’den bu yana küresel aktörlerin ve terör örgütlerinin başlattığı bir kampanyayı devam ettiriyor. CHP taktik olarak AK Partinin tabanını etkilemeyi hedefliyor. Sahada durum nedir? Hükümetin yaptırdığı çalışmalar nasıl?

Ben aşağı yukarı beş altı haftadır, sahada çalışıyorum, Türkiye’nin bir çok yeriyle temaslarımız oluyor, evet diyelim ki 5-6 hafta evvel kampanyalar daha yeni başlandığında çok fazla ne olup bittiğinin bilinmemesinden kaynaklanan bir serin duruş vardı. En azından evet diyecek olan kitlede ama şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim; gün gün, hafta hafta biz kampanya yaptıkça millet niçin evet demesi gerektiğini anladıkça, evetler süratle ertmeye başladı, CHP’nin ve ‘Hayır’ cephesinin durumuda aslında niye hayır dediklerini mantıki bir şekilde izah edebilecekleri şekilde sahada bulunmuyorlar, ayrıca ‘hayır’ cephesi bunu söyleyince alınıyorlar ama niteliğine baktıkları zaman CHP’yi hadi iatasna tutarak söyleyim, orada PKK’da var, FETÖ var ve çok güçlü bir şekilde, büyük, yüksek bir motivasyonla hayır çıkması için çalışıyorlar bunu millet görüyor. Yetmedi ilk sefer biz bu kadar seçim kampanyası yaptık, ilk kez bir seçim kampanyasında bu kadar davetsiz misafirimiz oldu. Bize seçim kampanyası yaptırmayan Avrupa’nın ırkçı siysetinin dalgas altında kalmış olan Avrupa’nın siyasetçileri, Arkasından Hayır cephesinin zayıf kaldığını düşünüp manşetleriyle hayır cephesine destek veren Avrupa’nın gazeteleri, arkasından daha da işi ileri götürerek FETÖ’nün bu darbenin arkasında olduğuna inanmıyoruz manasına gelecek sözleri söyleyenler arkasından FETÖ’nün hain adamlarını tam da bu süreçte iltica başvurularını kabul edenler bütün bunların hepsi, aslında vatandaşımızın gözünü açıyor, inanın ki Avrupa’da yapılan şu yanlış uygulamalar bizim bir çok şeyi anlamamıza gerek bırakmadan hem yurt dışında ki hem yurt içinde ki çok geniş kitlelerin ferasetle yani ne oluyor, bu adamlar niye bu hayır kampanyasının arkasında duruyorlar dedirtiyor ve Allah’ın izniyle bütün bu gelimeler bir taraftan bizim çok süratle sahada bunları anlatmamız diğer taraftan hayır cephesinin niteliği, diğer taraftan bu davetsiz misafirlerle birilerinin Türkiye seçimlerini burun sokmaya çalışması, Allah’ın izniyle Evet’i çok ciddi bir şekilde evet çıkmasına vesile olacak gibi düşünüyorum giderek sahada her gün biraz daha iyiye doğru gidiyoruz.

BAHÇELİ BU İŞİ BEKA MESELESİ OLARAK GÖRÜYOR

Eski MHP’li Tuğrul Türkeş sürecin başında çıktı dedi ki “Yüzde 49 seçim kazandırabilir ama referandum kaybettirir, Bahçeli hin bir politikacıdır”. AK Parti’yi uyarmaya çalıştı. Sahada bu uyarıyı ispatlayan daha boşa çıkaran bir hal var mı? Bu endişe hükümette var mı?

Ben siyasette hiç kimsenin kişisel yorumu üzerinden konuşmadım. Bunu parantez içerisinde söyleyeyim. Benim gördüğüm işin başından itibaren Sayın Bahçeli hem kendi siyaseti açısından hem evet kampanyasına destek verdiği ana fikir açısından tutarlı ve düzgün bir şekilde davranmıştır. Hem meclisteki müzakerelerden hem daha sonra ki çıkışlarıyla çizgisini hiç değiştirmemiştir. Sayın Bahçeli bu işi Türkiye’nin beka meselesi olarak görmüş. Referandumda evet çıkmasının Türkiye’nin terörle mücadelesinde teknik gücünü arttıracağını dışarıdan gelen bu tür saldırılara karşı Türkiye’nin gücünü arttıracağını Türkiye’nin özellikle yakın çevresinde ki tehditlerden daha rahat korunabileceği hızlı karar alabilen etkin karar alabilen bir mekanizmaya kavuşacağını defaatle söylemiş. Benim gördüğüm kadarıyla kendi çizgisinde bir tutarlılık içerisinde bugüne kadar kampanyayı getirmiştir. Kampanya içerisinde MHP’de biz nasıl AK parti olarak kampanya yürütüyorsak MHP’de yürütüyor. Mitingler arttıkça MHP teşkilatları çalışmasını arttırdıkça milletvekilleri çalışmasını arttırdıkça hem MHP tabanında hem MHP’ye oy vermediği halde ve yakın olan tabanda Evet’e çok güçlü destek geleceğini düşünüyorum.

AKŞENER’İN KAMPANYASI

Meral Akşener Bahçeli’nin yerine göz dikti, aniden çıktı “ben başbakan olacağım” dedi. Üzerine de darbe girişimi oldu, geri püskürtülünce Akşener işi tavsadı. Şimdilerde gayet mobilize, hayır kampanyası yürütüyor. Ama bazı salon toplantıları iptal edildi salon sahiplerince. Bu durumla ilgili yorumunuz nedir? Engellenmeye mi çalışılıyor?

Türkiye’de herkes istediği yerde kampanyasını yapabilir. Zaten yapılıyor da çok sayıda hayırla ilgili kampanyalar yapılıyor mitingler yapılıyor. Yani özel herhangi bir uygulama varsa onu bilmiyorum. Sonuçta benim gördüğüm seçim kampanyası son derece demokratik son derece eşit ve adil bir yarış şeklinde devam ediyor hiç kimse bunun aksini söyleyemez.

HİSLERLE DEĞİL DEVLET AKLIYLA HAREKET EDERİZ

Peki, o zaman şunu sorayım. Şimdi Avrupa evet kampanyasını yasakladı. Bakanlarımızı da ağır bir hakarette bulundu. Türkiye de mütekabiliyet gereği Hollanda’ya karşı bir tavır geliştirdi. Bunu yeterli bulmayanlar, Türkiye neden daha fazlasını yapmıyor diyenler var? Devletlerarası hukuk gereği elimizde başka imkân da var da kullanmıyor muyuz? Süreç nasıl devam edecek?

O akşam sabaha kadar uyumadık. Milletimizin büyük bir çoğunluğu uyumadı. Yapılan ağır bir ağır terbiyesizlikti. Hiçbir hukuka sığmayan uluslar arası sözleşmelere Viyana Sözleşmesine sığmıyor. Müttefiklik ilişkisine sığmayan Avrupa değerlerine sığmayan son derece terbiyesiz hadsiz bir uygulamaydı. Kahrolduk içimiz içimizi yedi öfkelendik ama sonuçta biz devlet yönetiyoruz evet Türkiye’nin hem vatandaşlarının hem milletvekillerinin bakanlarının hem Türk devletinin milletinin hakkını hukukunu hem de onurunu koruruz. Bunda en ufak şekilde tereddüt göstermedik ama aynı zamanda da biz hislerle değil devlet akıyla hareket ederiz dolayısıyla bakanlar kurulunda çoğu uzun saatler müzakere edilmiştir. Muhtemel bütün yaptırımlar konuşulmuştur bunların içerisinde şimdilik siyasi yaptırımlarla dört siyasi yaptırım söylendi bu dört siyasi yaptırımla birlikte Hollanda’nın yapmış olduğu terbiyesizlikten bir türlü vazgeçtiğini ortaya koymasını beklediğimizi ifade ettik bu sürecin devam edeceğini ümit ediyorum. Krizi biz çıkarmadık ama biz krizin çözülebilmesi için ortaya siyasi kararımızı koyduk bundan sonra adım atma sırası Hollanda dadır. Hollanda’nın adım atacağını ümit ediyoruz.

Özür mü bekliyorsunuz Hollanda’dan?

En azından bunu telafi edecek adımların atılması gerektiği ifade edildi. Bunlar yapılmadığı sürece şuanda ki dört yaptırımımız sürecek. Eğer krizi daha da derinleştirirlerse ondan sonra zaten bizimde ilave tedbirlerimiz olur onlarda o zaman gündeme gelir.

KRİZ ÇÖZÜMÜ İÇİN ADIM ATAN HOLLANDA OLACAK

İki ülke arasında ki ilişkilerin kopması ya da seviyenin düşürülmesi gibi mi?

Yani bundan sonrası dediğim gibi bu noktaya onlar getirdiler. Krizi çözme yönünde adım atacaklarını düşünüyorum. Orada bizim 460 bin vatandaşımız var. Bu insanlar bizim vatandaşımız olduğu gibi önemli bir kısmı da çifte vatandaş onlar Hollanda’da üçüncü nesil olanlar var. Artık oralılar eğitim almışlar oranın dilini konuşuyorlar. O toplumun en iyi entegre olmuş azınlıklarından birisi ve hiçbir sorun çıkarmadan yaşıyorlar. Dolayısıyla Hollanda’nın da bütün bunların hepsini yeniden gözden geçireceğini ve ortaya çıkmasına neden oldukları bu krizi çözecek adımlar atacaklarını tahmin ediyorum.

Avrupa ülkelerinde artan yabancı düşmanlığının önce İslamafobiye, sonra Türkofobiye döndüğünü görüyoruz. Müttefikimiz olan, çok yönlü ilişkilerimiz olan devletler bunlar. Bu durumun rasyonel bir açıklaması var mı?

Nihayetinde bu ülkelerin hepsi sandığın ortada olduğu ve halkın sandıkta oy vererek kendi yöneticilerini belirlediği ülkeler. Şimdi Hollanda bunun çok tipik bir örneği bütün Avrupa ülkelerinde de maalesef İsviçre’sinden Fransa’sına Almanya’sına kadar birçok ülkede yabancı düşmanlık özellikle göçmen düşmanlığı üzerinden gelişen bir süreç var. İşin bu tarafını da görmemezlik edemeyiz. Bu kalkıyor hadi camileri kapatalım, kuranı yasaklayalım, Müslümanları geri gönderelim.B unu diyor ve oyu artıyor. Yani bu söyledikleri ırkçı ırkçılık kötü bir söylemdir. İnsanlık suçudur. Irkçılık çok rahatlıkla fitili ateşlenebilecek bir yangındır. Yangın mekanizmasıdır. Bunu söylüyor oyu artıyor. İşte ikinci parti oldu. Birinci parti 33 milletvekili bu 20 milletvekili alır. Dolayısıyla iktidar bu bizim esas söylediğimiz şey şu teşekkür ediyorum bu soru için bir kere daha söylemek isteriz. Biz Avrupalılara laf yetiştirmek için bunları söylemiyoruz. Onları rencide etmek için söylemiyoruz. Avrupa’nın çok yakın geleceğinde ki tehdidi gördüğümüz için söylüyoruz. Çünkü Avrupa’nın bir de yakın geçmişi var. O geçmişte kan var gözyaşı var faşizm var Nazizm var. Biz ne o faşizm ne o Nazizm derken yükselen ırkçı dalgayı görüyoruz. Bu ırkçı dalga o kadar kuvvetli bir şekilde karşılık bulmaya başladı ki eğer Hollanda’nın Almanya’nın İsviçre’nin İsveç’in Fransa’nın Avrupa ülkelerinde ki dostlarımız mutedil makul siyasetçiler buna bir çözüm geliştiremezlerse yani bu yükselen aşırı ırkçı formlara prim verirlerse çünkü siyasete oy getiren bir şey bu o zaman çok açık söyliyim bu dalganın altında kalır.  Bu girdabın içine çekilirler. Ve birkaç sene sonra Avrupa’da makul siyasetçilerin kendi seçim kampanyalarını yapma zemini kalmaz. Bunu bir tehdit olarak görüyoruz. Gözümle görür gibi görüyorum. Biz onun için dostça uyarıyoruz. Tedbir alın diyoruz. Geçmişinizde biz bunları siz hepiniz nazizsiniz demiyoruz. Aranızda neo Naziler hortladı ve bunlar çok etkin olmaya başladılar. Geçmişinizde ki nazi ve faşist uygulamaları tekrar hatırlayın da tedbir alın diyoruz. Avrupa’yı Avrupa Birliği yapan nedir ortak kültürdür. Bu kültürün temelinde çok kültürlülük var. Dünya da ki bütün etnik yapılara dini yapılara mezhebi inançlara müsemma göstermek var. Kendi değerleri var şimdi birden 2016’da hatta 3-4 senedir bu gelişti diyelim ki 2012 den sonra göçmen krizi yükselmeye başladıktan sonra birden bütün bu değerler ayaklar altına alınıyor. Bunun sonu yok. Buradan kurtulsunlar diye bu tavsiye de bulunuyoruz.

GÖÇMEN KONUSU AB’NİN GELECEĞİ KONUSUDUR

Nazizm 50 yıl geriye gittiğimizde gördüğümüz şey ama 100-150 yıl geriye gittiğimizde de şunu görüyoruz. Ulus devletlerin oluşmasıyla birlikte kendilerine benzemeyen Müslüman azınlıklara hayat hakkı tanımadılar ve yüzbinlerce, milyonlarca insan Avrupa’dan Balkanlardan söküle söküle Türkiye’ye göç etti. Büyük kayıplar oldu. Türkiye evet bir imparatorluk bakiyesi ama aynı zamanda göçmen ülkesi haline getiren nedenlerden biriydi de buydu. Şimdi eğer Avrupa’daki bu delilik devam ederse girilen yolun sonu yine buraya mı çıkacak?

Zannetmiyorum, bu karşılaştığımız problemler bizim krizimizden ziyade Avrupa’nın krizidir. Ancak Avrupa bu krizleri çözme mecburiyetindedir. Yoksa Avrupa’yı sizinde söylediğiniz gibi çok yakın tarihinde ki büyük problemlere benzer problemler bekliyor. Bu düzelecek bir durum düzelmesi gereken bir durum Avrupa böyle devam edemez. Avrupa, Avrupa Birliği’ne bunu 20 senedir söylüyoruz. Bütün kurumlarını kurdular ama Avrupa ordusunu kuramazlarsa dağılma sürecine girerler. Ukrayna kriziyle birlikte AB dağılma sürecine girdi. Dışarıdan gelecek esas tehditlere karşı kendisini savunabilecek mekanizmaları yok. İçerideki federalist düşünceler zayıflamaya başladıkça Allah aşkına bir ingilizi bir fransızı bir almanı ne bir arada tutacak. İşte İngilizler dediler ki biz yokuz bu oyunda, resmen çekildiler, bugün yarın başka bir şey olduğunda ne olacak? Dolayısıyla AB göçmen kriziyle ilgili konuşurken kendi geleceğini konuşuyor. AB olarak geleceğimiz var mı yok mu konusunun bir numaralı sorusu göçmenlere nasıl davranıyorsunuz sorusudur. Göçmenleri insan yerine koymuyoruz, ne halleri varsa görsünler derseniz o zaman siz Avrupa Birliğinin dağılmasını istiyorsunuz demektir.

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ GÖREVİNİN BAŞINDA

Bir hareketlilik oldu geçen hafta Ankara’da. Darbe mi oluyor yorumları oldu. Anlaşıldı ki Emniyet tatbikatı. Emniyeti tatbikat için motive eden şey ise olası bir kalkışmada kurumları ve kişileri nasıl koruyacağı? Dolayısıyla hükümet bu konuda bir risk mi görüyor? Bir yandan da FETÖ’den benzer imalar geliyor. Perinçek “Martta Türkiye cayır cayır yanacak” gibi laflar ediyordu. Bir yandan da “bu referandumu bize sağ salim yaptırmazlar” endişesi var.

Hayır, Türkiye’de artık hiç bir güç darbe yapamayacaktır. Türkiye 15 Temmuzdan sonra milletçe bunu gösterdi. Sistemin bir takım vesayetçi darbeci tarafları da 16 Nisanla birlikte tamamen ortadan kaldıracak. Ama Türkiye de gösterdi ki bu millet göğsünü açarak tankların karşısında durabiliyor. Yumruklarıyla savaş uçaklarına karşı mücadele edebiliyor. Allah bütün şehitlerimizden gazilerimizden razı olsun. Dolayısıyla artık darbe heveslileri zihninin kenarından bile darbeyi geçirecek olsa bin kere düşünmek zorunda. Milletimiz işinin başındadır. Türk Silahlı Kuvvetlerimizin içerisinden bu FETÖ’cü eşkıyalar temizlendikçe devletin diğer kurum ve kuruluşların AB hukuk tabiriyle söyleyeyim, Bu örgütün elemanları devletten arındırıldıkça bizim kurum ve kuruluşlarımızın kabiliyetleri ve kapasiteleri artıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz de bu anlamda gerçekten durumun farkında, meşru hükümetin ve Cumhurbaşkanımızın emrinde işinin başındadır.