26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl:IMF’ye borcumuz bitti, Türkiye’ye baskılar arttı

ÜÇ kızkardeş Moody’s, S&P ve Fitch’in Türkiye’yle ilgili negatif kararlarını değerlendiren Karagöl “IMF’ye borcumuz bitti, baskılar arttı” dedi.

FADİME ÖZKAN3 Ekim 2016 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl:IMF’ye borcumuz bitti, Türkiye’ye baskılar arttı

Kredi derecelendirme kuruluşları için Pandora'nın kutusu açıldı

Türkiye ekonomisi 2016 yılının ilk altı ayında yüzde 3,9 büyüyerek G-20 ve OECD ülkeleri içinde en hızlı büyüyen dördüncü ekonomi olmuşken kredi değerlendirme kuruluşlarının ülke notunu yatırım yapılamaz seviye indirmesinin anlamı ne? Standart & Poors ve Moody's neden ekonomik verilere uymayan siyasi kararlar veriyorlar? Türkiye, istikrarlı biçimde büyürken ve demokratik hukuk düzenini en sofistike terör örgütlerinin saldırısına karşı can pahasına korurken aslında nasıl bir küresel kuşatmaya maruz kalıyor? Bunun finansal ayağı nasıl işliyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan kredi değerlendirme kuruluşlarını eleştirirken Pandora'nın kutusunu mu açtı? Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi, iktisatçı Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl ile konuştuk.

***

ABD merkezli kredi değerlendirme kuruluşu Moody’s iki gün arayla Türkiye ile ilgili iki farklı görüş bildirdi ve Türkiye’nin notunu kırdı. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra diğer derecelendirme kuruluşları Türkiye’yi not indirimi için tehdit etmişlerdi. Ne anlamalıyız bundan, Türkiye yatırım yapılamayacak bir ülke haline mi geldi yoksa ekonomik bir darbe girişiyle mi karşı karşıyayız?

Sizin de dediğiniz gibi, iki gün arayla Türkiye ekonomisi için birbiriyle çelişen iki karar var. Aslında bu, kredi derecelendirme kuruluşları başta olmak üzere uluslararası ekonomi ve finans çevrelerinde Türkiye’nin kısa sürede toparlanmasından duyulan şaşkınlığı gözler önüne seriyor.

Kredi derecelendirme kuruluşları eski alışkanlıklarının verdiği inançla hareket ediyorlar, oysaki Türkiye 15 yıl önceki Türkiye değil. Yani, şimdi Moody’s Türkiye için “yatırım yapılamaz” notu verdiğinde, tüm sürecin değişeceğini ve suyun yönünün değişeceğini sanıyorlar. Açıkçası Türkiye için “yatırım yapılamaz” ülke denmesinin bir gerekçesi yok. Ama şunu diyebiliriz, “Türkiye ekonomisine ayar vermek eskisi kadar kolay değil”

EKONOMİMİZ 15 YILDA SAĞLAMLAŞTI

Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?

2013’e gidelim, Türkiye ekonomisi için makroekonomik göstergelerin çok iyi gittiği bir dönem. Üstelik, 2008 küresel ekonomik krizde Avrupa ülkeleri ekonomik anlamda ağır yaralıyken, Türkiye ekonomisi yüksek büyüme rakamlarını yakalamıştı. Ama bu şaşkınlığın tek sebebi ülke ekonomisindeki iyileşme değil. Asıl şaşırtıcı olan, Türkiye ekonomisi Gezi gibi, 17-25 Aralık gibi girişimlere rağmen, etkilenmiyor, gücünü koruyor. 15 yıl önce bir Anayasa kitapçığı, en ağır ekonomik krize sebep olmuştu. Ama şimdi, hem içerden hem de dışarıdan siyasete ve tabi ki ekonomiye dizayn vermek isteyenler, ne yaparlarsa yapsınlar, ülke ekonomisi etkilense de çok kısa bir sürede toparlanabiliyor.

Bizler bu durumu çok olağan karşılamaya başladık farkındaysanız, yani, siyasi istikrar var, güçlü bir halk desteği var, dolayısıyla ülkeye karşı yapılan girişimler bertaraf edilecek ve ekonomide sorun yaşanmayacak. Bizler için olağan olan bu durum, yıllarca Türkiye’de ekonomide, siyasette istedikleri gibi davranabilmiş odakları rahatsız ediyor. Bu yüzden de, her seferinde akıllara ziyan oyunlarla ve farklı farklı araçlar kullanarak girişimlerde bulunuyorlar.

TÜRKİYE İLK 6 AYDA YÜZDE 3,9 BÜYÜDÜ

Ekonomik veriler ne diyor? Türkiye büyüyor mu büzülüyor mu?

Türkiye ekonomisinde 2002 yılından bu yana hız kesmeden reformlara devam edilmekte, sağlanan siyasi istikrarla birlikte ekonomik istikrar sürekli hale geldi. Ekonomik büyümeden dış ticarete, enflasyondan işsizliğe, yatırımlardan kişi başı gelir artışına ekonominin her alanında iyileşmeler gerçekleşti. Türkiye uzun süredir istikrarlı büyümesini sürdürüyor. Tüm bu yaşananlardan sonra dahi ekonomik büyümeye ara verilmemesi bu verilerin tesadüfi ya da geçici olmadığını göstermektedir. Türkiye ekonomisi 2016 yılı ilk altı ayda yüzde 3,9 büyüyerek G-20 ve OECD ülkeleri içinde en hızlı büyüyen dördüncü ekonomi oldu. Ekonomik büyüme izlemektedir. Diğer yandan, ekonomide başta da kamu maliyesinin güçlü olması sayesinde, ekonomi içerde ve dışarıdan gelen şoklardan minimum düzeyde etkilenmekte ve sürdürülebilir bir büyüme ivmesi ile yoluna devam etmektedir. Türkiye, kamu maliyesinin güçlü olması sayesinde belli dönemlerde hane halkı tüketimi ile, bazen kamu harcamaları ile bazen de ihracat ile büyümektedir. Ama her dönem ekonominin bu esnek yapısı nedeniyle büyümeye devam etmektedir 2009 yılının son çeyreğinden beri…

Veriler böyleyken not indirimine gitmek haliyle ekonomik değil siyasi bir karar değil midir?

Öyledir. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisi için büyüme tahminlerinin başta kredi derecelendirme kuruluşları olmak üzere aşağı yönlü revize edildiği bir dönemde tahminlerin tutmaması, belirli çevreleri algı yönetiminde başarısız kılmıştır. Bu dönem hızlandırılacak yapısal reformlar ile belli çevreler, başta kredi derecelendirme kuruluşları olmak üzere, artık Türkiye ekonomisi ile algı operasyonlarını  gerçekleştiremeyecekler.

S&P, MOODY'S KAR AMACI GÜDEN ŞİRKETLER

Peki uluslararası bir kuruluş bu tür siyasi ve ekonomik sonuçları olacak bir kararı neden verir?

Kredi derecelendirme kuruluşlarının organik yapısına bakıldığında, bu kurumlar kar amacı güden şirketler. Üstelik hiçbir denetlenme mekanizmaları yok. Dolayısıyla, ekonomik ve siyasi sonuçlar doğurabilecek kararlar almalarını engelleyecek bir durum yok ortada. Hesap verilebilirliği yok, karşılaşacakları yaptırım yok. Dolayısıyla istedikleri gibi at koşturabiliyorlar. Kredi derecelendirme kuruluşları darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin gerek siyasi gerekse ekonomik anlamda istikrarının bozulacağından emin bir şekilde birbirini izleyen açıklamalarda bulundular. Adeta darbe girişimi ile sonuç alamadıkları ekonomik kaos ortamını yaptıkları açıklamalarla ve son olarak verilen notla canlandırmaya çalıştılar. Uluslararası kuruluş olmalarını, bu konuda başarılı olabileceklerine dair bir güvence olarak görüyorlar…

2008 KÜRESEL EKONOMİK KRİZİNİ ONLAR TETİKLEDİ

Dolayısıyla?

kredi derecelendirme kuruluşlarına bakışımız ne yazık ki güven esasından uzak, yani güven duymuyoruz, çünkü verdikleri kararlar sübjektif ve olanı değil olmasını istedikleri resme büründürülüp o şekilde servis ediliyor. 2008 küresel ekonomik krizinin adeta tetikçisi konumunda olan kredi derecelendirme kuruluşlarının yüksek verdikleri bankanın ertesi gün batması piyasa gerçeklerinden ne kadar uzak olduklarının bir başka önemli göstergesidir.

MÜŞTERİ KAYBETMEMEK İÇİN...

Kredi değerlendirme kuruluşları açıkça zayıf Türkiye'yi güçlü Türkiye'ye tercih ediyorlar, diyorsunuz?

Bu yüzden, Türkiye’nin güncel ekonomik ve siyasi durumu ile uyumlu bir notlandırma zaten söz konusu değil. Çünkü, geçmişte en büyük müşterileri olan Türkiye’nin kaybedilmesi, yani Türkiye’nin dışarıda para ihtiyacının azalması ve borçlanma faizinin düşmesi açıkçası derecelendirme kuruluşlarını üzmüştü. Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe girişimini de bu açıdan fırsata çevirmekte geç kalmadılar. Tüm kredi derecelendirme kuruluşları harekete geçti ve not indirmeye başladılar. Hele, Standart and Poor’s (S&P) Türkiye ekonomisinin dünya ölçeğinde bir gelişim hızı gösterdiği dönemlerde dahi notu yatırım yapılabilir seviyeye yükseltmemiştir. Oysaki Yunanistan’ın notunu iflasını açıkladıkları dönemde bile yükseltmekten geri kalmamışlardı.

'ÜÇ KIZKARDEŞ'İN TEKELİ

Moody’s, Standart&Poors ve Fitch gibi kuruluşların çalışma sistemleri nedir tam olarak? Bağlı oldukları prensipleri, onları takip eden ve denetleyen bir hakem kurum-kuruluşun olmamasının gerekçesi nedir?

Üç kız kardeşler olarak bilinen ve önde gelen kredi derecelendirme kuruluşları olan Moody’s, Standard&Poor's (S&P) ve Fitch benzer sistemlerle notlandırma yapmaktadırlar. Kredi derecelendirme kuruluşlarının metodolojisi teknik olarak iki kısımdan oluşuyor. Birincisi ekonomik verilerin değerlendirildiği objektif değerler üzerinden yapılan değerlendirme; ikincisi ise analistlerin öngörülerine dayanan sübjektif bir değerlendirmenin yapıldığı aşama. Teknik olarak hangisinin daha ağırlıklı olduğu, analistlerin sübjektif değerlendirme yaparken o ülkeyi ne kadar tanıdığı ise tam bir bilinmez. Bunun yanı sıra bu kuruluşlar notlandırma yaparken aslında kıyaslama yapmaktadırlar. Dolayısıyla ülke farklılıkları gözetilmeden tüm ülkeler birbiriyle kıyaslanarak kredi derecelendirme notu ortaya çıkmaktadır. Bu durum zaten geride olan ülkelerin hiçbir zaman yatırım alamayacakları gibi sonuçlara neden oluyor. Fakat kredi derecelendirme kuruluşlarının bu eleştirilere verecek cevapları yok.

ONLARI DENETLEYEN YOK!

Ama bu işleyiş büyük bir sorun?

Asıl sorun ise, kredi derecelendirme kuruluşlarının bir denetleme mekanizmasının olmaması. Zaten metodolojik sistemlerinin detayına bakıldığında denetlenmelerinin pek mümkün olmadığı, buna göre bir sistem kurulduğu görülmektedir. Denetlenmemelerinin yanı sıra bir izleme ya da karşı görüş bildirecek, ülkeler bazında bunlarla muhatap olacak bir yapı da mevcut değildir. Örneğin Türkiye’de bugüne kadar verdikleri notlara bakıp bunları izleyen değerlendiren ve gerekçelendiren bir kurum yok. Bu denetimsizlik kredi derecelendirme kuruluşlarına büyük bir özgürlük alanı vermektedir. Ne yazık ki hesap da sorulamıyor.

CUMHURBAŞKANI 'KRAL ÇIPLAK' DEDİ

CumhurbaşkanıErdoğan Moody’s’in kararını eleştirirken “bunların cebine parayı koy, istediğin notu al” dedi?

Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Moody’s de dahil olmak üzere bu kuruluşların çalışma yöntemini ve hedefini tartışmaya açarak, bu kuruluşlarla ilgili kafalardaki soru işaretlerini ifade etti. Şöyle ki, kredi derecelendirme kuruluşları çok da parlak bir geçmişe sahip değil, özellikle yaptıkları öngörüler ve kararlarla ilgili. Bu yanlış kararlar, tahminlerinin gerçeğe çok uzak oluşu için 2008 küresel ekonomik krizi en iyi örnek. Bir gün önce bol keseden dağıttığı yüksek notları alan banka, bir gün sonra iflas noktasına geldi. Aynı şekilde bu durum, ülke notları için de geçerli. Avrupa Birliği’nin Yunanistan’ı, Portekiz’i, İspanya’yı iflas etmekten kurtarmak için nasıl bir çaba gösterdiğine şahit olduk. Bu ülkeler için, 2008 küresel ekonomik kriz öncesinde S&P ne demiş, Moody’s nasıl bir değerlendirme yapmış? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği, hepimizin kuşkulandığı hatta bir adım ötesi, bildiği bir gerçeğin yüze çarpılması. Birisi “Kral çıplak” diyecekti, o da yine Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.

HEPAYNI SAFSATA: SİYASİ İSTİKRARSIZLIK

Peki bu kurumlar, neye göre, hangi kriterleri önceleyerek ve nasıl bir notlandırma yapıyor?

Diğer ülkeleri bir kenara koyalım, 30 Mart 2014 yerel seçim sonuçlarının hemen ertesi günü, Türkiye için “siyasi istikrarsızlık” riski var açıklaması yapıldı. Her açıklamalarında gerekçe olarak kullandıkları “siyasi istikrarsızlık” açıklamasında ise sürekli yanılıyorlar. 2014’den bu yana, 1 yerel seçim, 1 Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2 genel seçim gerçekleşmiş, her seçim öncesinde “seçimlerden kaynaklanan belirsizlik” ifadeleri kullanılmış. Sonuç ise, tahminlerinin de, öngörülerinin de iflas etmesi. Dolayısıyla, bu kurumların nasıl çalıştığının, notlandırmalarının doğruluk ve gerçeklik durumlarının tartışılması zamanı geldi.

YATIRIMCILAR BU NOTLARA PEK BAKMAZ

Anlaşılan o ki, üç kız kardeşin kontrolündeki son derece subjektif, 'ahlaksız' ve denetimsiz bir alandan ve onların keyfi olarak dağıttıkları notların sonuçlarından bahsediyoruz. Bu durum sorgulanmalı, tamam. İflas eden dünya sistemini sorgulamaya açan Cumhurbaşkanı Erdoğan da BM Güvenlik Konseyi'nden sonra kredi değerlendirme kuruluşlarını sarsıyor, tamam. Ama şunu da konuşalım. Bu kararlar Türkiye’yi nasıl etkiler, ne kadar etkiler? Kredi derecelendirme kuruluşlarının verilerine bakarak yatırım yapan şirketler de var sonuçta?

Avrupa ve ABD kökenli bazı dev yatırım fonları bu kuruluşların kararlarından doğrudan etkileniyor, çünkü fon sahipleri iç tüzükleri gereği yatırım yapılabilir seviyede not almayan ülke ya da kurumlara yatırım yapamamaktadırlar. Dolayısıyla, kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların doğruluğu ve tabi ki nesnelliği, fon sahiplerinin yatırımlarını doğru yönlendirmelerini direkt etkiliyor. Ancak, Türkiye’ye yatırım yapanlar arasında bu kuruluşlara bağımlı olanların payı ise çok düşüktür.

Ancak, iç tüzüğünde böyle bir zorunluluk bulunmayan yatırımcıların ise kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri notları çok da ciddiye aldıkları söylenemez. Bunun en somut örneğini yakın tarihte Moody’s’in not indirimi kararı sonrası yaşadık. Not indiriminin hemen arkasından gelen yatırımlardaki artış, yatırımcıların bu kuruluşların verdikleri notların değersizleştiğini apaçık göstermektedir.

Tabi bir de, yatırımcıların kaynak ülkeleri de ekonomik gelişmeler sonucunda değişim göstermiştir. Eskiden yalnızca Avrupa ülkelerinden ve ABD kaynaklı gelen yatırımlar artık doğu ülkelerine kayıyor. Yalnız şunu da belirtmeliyim ki, fonların gideceği adresler çeşitlendikçe, kredi derecelendirme kuruluşlarının not kararları daha da tartışmalı hale geldi.

Bir de piyasada CDS primleri var. Bu primler kredi notundan daha gerçekçi bir tablo sunmaktadır yatırımcılara. Dolayısıyla şirketler yatırım kararı alırken yalnızca kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarına bağlı kalarak hareket etmemektedirler.

EN BÜYÜK YATIRIM 1994-2012 ARASINDA 

Türkiye'de de böyle mi oldu?

Bunun en iyi ispatı, Türkiye 1994-2012 yılları arasında hiçbir derecelendirme kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyede not almamasına rağmen tarihin en büyük doğrudan yabancı yatırım miktarının bu yıllarda almıştır. 1950-2002 yılları arasında yani 50 yıllık sürede ülkeye gelen doğrudan yabancı yatırım miktarı 20 milyar doların altında iken, yalnızca 2006 yılında ülkeye 20 milyar doların üstünde doğrudan yabancı yatırım  girmiştir. Bu derecelendirme kuruluşlarının yabancı yatırımlar için referans olmadığının bir göstergesidir.

Önemli olan, Türkiye ekonomisinin  ekonomik göstergelerini güçlü hale getirmek ve derecelendirme kuruluşların manipülasyon yapacakları sorunlu alanlardaki yapısal reformların sürdürülmesi.

15 TEMMUZ'DAKİ GİBİ ÜLKEMİZE İNANCIMIZI DİRİ TUTMALIYIZ

Askeri yöntemleri kullanan FETÖ darbe girişimine Türkiye bir bütün olarak karşı durdu. Ekonomik darbe girişimlerinde kullanılan aktörler faktörler ise daha farklı. Nasıl bir direnç gerekir?

Ben ikisini birbirinden ayırmıyorum, yani keskin çizgilerle ayrılmıyor halkın sivil siyasete sahip çıkmasıyla ekonomik geleceğine sahip çıkması. 15 Temmuz gecesi, sokaklara dökülen, seçilmiş Cumhurbaşkanı ve seçilmiş hükümeti savunanlar, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik ve sosyal dinamiklerini de savundu. FETÖ darbe girişiminde bulunanlar veya bu girişimin sahipleri ise, darbe girişimini, bu kez ekonomik alanda deneyeceklerdir. Tüm ekonomik kurumların ve aktörlerin, ekonomiyi olumsuz etkileyecek her girişim karşısında önlemlerini alması gerekiyor.

Uluslararası arenada da yapmamız gerekenler var. Türkiye ekonomisinin yatırımcılar için güvenli bir liman olduğunu anlatmamız gerek. Diğer yandan ilgili ekonomi kurumları derecelendirme kuruluşlarının verdileri notların Türkiye ekonomisinin gerçek notu olmadığını ve Türkiye’ye haksızlık yapıldığını iyi anlatması gerekiyor. Derecelendirme kuruluşlarının muhatap kurumu kim? Bunun öncelikli olarak belirlenip, bu kuruluşlara karşı muhatap kurumun ciddi şekilde çalışması gerekiyor. Ayrıca, derecelendirme kuruluşlarına karşı Türkiye’nin vereceği en iyi cevap, ekonomideki yol haritasını genişletmek ve çeşitlendirmek. Yeni ihracat partnerleri, özellikle enerjide uluslararası düzeyde projeler, İstanbul Finans Merkezi’nin hayata geçirilmesi, ekonomide sorunlu alanların önceleyerek çözüm üretilmesi, bu adımlardan yalnızca birkaçı. Ancak, tüm bunların ötesinde hepimize düşen bir görev var. Türkiye’ye ekonomisine duyduğumuz inancı ve güveni artırmak. Ekonomide beklentilerin gücü, göz ardı edilemez. Bu yüzden, öncelikle bizim, tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi, güven ve inancımızı artırmamız gerekiyor.

EKONOMİ DÜNYAMIZIN TEPKİSİ YERİNDE

Türkiye siyaset ve ekonomi dünyası genel olarak Moody’s’in kararını “ekonomik değil siyasi bir karar” olarak değerlendirdi. Bu söz ve bakış birliği direnme-dayanma gücümüze katkı sunar mı yoksa beyhude iyi niyet bildirimi olarak kalır?

Türkiye ekonomisinin göstergeleri iyi bir seyir izlerken ve 15 Temmuz darbe girişiminin etkisini kısa sürede atlatmışken, böyle bir not kararının verilmiş olması, doğal olarak kararın ekonomik değil siyasi yönlendirmeyle ilgili olduğu yorumlarına sebep oldu, ki haklı bu yorumlar.

Bu şekilde cevap verilmesi veya reaksiyon gösterilmesi bence önemli, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde. Bakın Moody’s kararını eleştirebilen, nasıl bir değerlendirme yaptığını sorgulayabilen bir noktadayız. Başlıca sorun şu: Ne oldu da Türkiye değerlendirmeniz değişti? Eğer bu karar, yatırımcıların Türkiye kararını etkileyecekse, aynı şekilde yatırımcılara biz de şu şekilde sesleniyoruz: Karar siyasi ve değerlendirmeler tutarsız. Bu da, Türkiye’nin en tabii hakkı.

Ayrıca şunu unutmamak lazım: Kredi derecelendirme kuruluşları ve  bu kuruluşların notuna göre  borç veren bankalar ve finansal kuruluşlar artık çok iç içe girmiştir. Beraber ve ortak bir amaç için hareket eden bu yapılardan ülkeler ve dolayısıyla ülke firmaları için adil not beklenir mı?

IMF'YE BORCUMUZ BİTTİ, TÜRKİYE'YE BASKILAR ARTTI

Türkiye 2012’den belki 2010’dan beri ağır çekim bir darbe sürecinin içindeydi. Çok ayaklı bir mekanizma vardı. Ekonomi ayağı nasıl işliyordu? Bu sürece dair neler söyleyebilirsiniz?

Geçmiş dönemlerde Türkiye üzerinde oynanan oyunların başarıya ulaşmasının sebebi, yani örtülü darbe diyebileceğimiz müdahalelerin başarılı olmasının nedeni ekonominin zayıf olmasıydı. Kamu borcu ve bütçe açığı yüksek bir ülkede, üstelik bir de siyasi istikrarı yoksa pek tabi ki bu girişimler başarıyla sonuçlanıyordu.

AK Parti’ye açılan kapatılma davasında, Gezi olaylarında, 17-25 Aralık’ta ve tabi son olarak 15 Temmuz darbe girişiminde de amaç belliydi. Siyasi istikrarsızlık ve kaos oluşturup, ekonomik kriz çıkarmak. Ekonomide ne zaman atağa kalksa Türkiye, sürekli önü kesilmeye çalışılıyor. IMF’ye borcumuz bitirdiğimiz Mayıs 2013’den sonra, tüm baskılara rağmen Türkiye borç anlaşması yapmadı IMF’le, sonrasında Gezi olayları başladı. 17 Aralık günü, dönemin Enerji Bakanı’nın Türkiye’nin enerjide merkez olmasında çok önemli bir proje olan TANAP için Azerbaycan’da bulunması tesadüfle açıklanamaz. Bakın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinde fon sahipleri ve yabancı yatırımcılarla geçen olumlu toplantı ve görüşmelerinin hemen akabinde Moody’s kararı geldi.

TERÖRÜN TURİZME DARBESİ KONJONKTÜRELDİR

Daha spesifik bir şey sormak istiyorum. Terör yükselirken eş zamanlı olarak Türkiye’nin turizm gelirleri de düştü. Terörle mücadele hukuki, idari ve askeri olarak sürüyor ama negatif etki sürüyor mu aynı şekilde?

Turizm gelirleri bu dönemde önceki dönemlere nazaran daha hızlı bir düşüş yaşadı. Bu duruma konjonktürel bakmakta fayda var. Çünkü, uçak krizi nedeniyle Rusya ile gerilen ilişkiler sonrasında, önceki yıllarda yüksek sayıda turistin geldiği Rus turist sayısında azalma oldu. Ayrıca, turist sayısında azalma ve dolayısıyla turizm gelirlerindeki azalış Türkiye ekonomisinin makro ekonomik göstergelerini zayıflatmaz. Turizm gelirlerindeki azalış nedeniyle cari açıkta devam eden sürdürülebilir seviyenin zarar göreceği ve dolayısıyla kredi derecelendirme kuruluşlarının not indirme için bir gerekçe ortaya çıkar söylemi açıkçası çok anlamsızdır.                                  

İNSANLAR ÖLÜYOR, SİLAH SANAYİ KAZANIYOR!

Türkiyeve yakın bölgemiz terör örgütleri eliyle büyük bir ateşin içine çekildi. İnsanlığın öldüğünü, devletlerin nasıl sıkıştığını gördük. Bütün bu süreçten ekonomik açıdan kazançlı çıkanlar oldu ama! Savaştan nemalanan devletleri ve silah sanayini, savaştan kandan beslenen şirketlerin devletler üzerindeki etkisini ve terör örgütlerinin finansmanını konuşmanın vakti geldi de geçti galiba?

Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafya, ne yazık ki huzursuzluğun kader olarak belirlendiği bir bölge. Bakın, Türkiye ve İran dışında siyasi istikrarın olduğu bir ülke yok. Irak’ın, Suriye’nin durumu ortada. Yanız bu döneme has değil bu durum, bölgede siyasi istikrarın olmasında rahatsız olan, bölgenin ateş çemberi olmasını isteyen ve bunun için de uğraşan ülkelerin varlığı sır değil.

Uluslararası aktörlerin Suriye’de yaşanan insanlık dramına sessiz kalmaları, hem bölgede istikrar sağlanırsa bu bölgenin gücünden korkmaları, hem de çatışma ve kaosun devamıyla silah sanayinin devamlılığını sağlayan pazarlar açık kalıyor. Türkiye’nin bölgede etkin olmasını engelleme çabaları, tam da bu yüzden. Savaşın veya çatışmanın süresi, aynı zamanda silah sanayisini sattıkları pazarın açık kalacağı süreyi belirliyor. Yani, bir taşla birçok kuş vurulmuş oluyor.

Ancak bölgesel istikrarsızlığın vurduğu en büyük kuş, bölgenin ekonomik gücünün kullanılamayışı. Ekonomik potansiyelini kullanamayan, aksine başka ülkelerin bu kaynaktan faydalanması da, bölgede huzur ve istikrarın olmaması için çabaların devam edeceğini işaret ediyor.