26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Kazdal: AK Parti ilk günden beri milletin partisi

Kazdal: “AK Parti’yi millet kurdu, biz tabelasını astık” der Sayın Genel Başkanımız. İktidara ilk kez yüzde 34’le geldik, şimdi yüzde 50’nin üstündeyiz. Milletimizin takdirini kazanan işler yapmasak millet bu oyu verir mi?

Fadime Özkan14 Ağustos 2017 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Kazdal: AK Parti ilk günden beri milletin partisi

 

AK Parti 14 Ağustos 2001 günü yepyeni bir siyasi anlayış ve ''Her şey Türkiye için'' sloganıyla yola çıktı ve daha önce hiçbir siyasi partiye nasip olmamış bir teveccühün muhatabı olmayı başardı. İlk seçimden beri de non-stop iktidar. Bugün 17 yaşına giren AK Parti’nin gencecik bir parti olarak yüklendiği büyük sorumluluğu, yaptıklarını yapamadıklarını ve Erdoğanlı yeni dönemi AK Parti’nin kurucu gençlik kolları başkanı hukukçu Zelkif Kazdal ile konuştuk. Rize doğumlu olan Kazdal 24. Dönemde Ankara’dan milletvekilli seçildi ve Erdoğan’ın ikinci kez AK Parti Genel Başkanı olduğu son olağanüstü kongrede ise MKYK’ya girdi. Yani, hem dünü ve bugünü, hem geçen süreci biliyor, hem de siyasette vazife alınan ve beklenilen dönemleri… 

AK Parti'nin kurucu gençlik kolları başkanı ve halihazırda MKYK üyesi olarak, AK Parti'nin kuruluşundan bu yana geçen zamanı nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun on beş yılı. Partinin kuruluşunda, bazı olumlu gelişmeleri yadsımadan söylersek; hem geçmişten devralınan hem yeni devletin kuruluşunun getirdiği ve seksen yıl boyunca çözülemediği, hatta biriktirildiği bir Türkiye söz konusu. Böyle bir ortamda iktidara talip olmak, ciddi bir cesaret ve sorumluluk. 2002 yılında ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin bir tespiti yapmadan bu serüven tam olarak anlaşılamaz. Ekonominin tamamen çöktüğü, toplumsal yapıda travmaların yaşandığı ve siyasete güvenin neredeyse yok olduğu bir Türkiye. Dış politika bir iki büyük devlete endeksli, bu anlamda bağımsız bir politika üretmenin, ülke menfaatleri öncelikli bir yol izlemenin mümkün olmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Adeta işleyemez hale gelen devlet mekanizmasını sınıfsal iktidarlarını oluşturmak için kullanmak isteyen grupların çanak tuttuğu ağır hatta ölçüsüz bir vesayet ve baskı yönetimi söz konusuydu. Suni gündemlerle toplum oyalanmaya, baskı altında tutulmaya çalışılıyordu. Yetersiz ve beceriksiz yöneticiler, sorunları çözme konusunda aciz iktidarlar, işin hep kolayını tercih edip devleti toplum üzerinde bir baskı mekanizmasına dönüştürerek durumu kontrol altına aldıklarını sanırlar. Böyle kargaşa dönemleri sürdürülebilir değildir. Ya devleti çöküşe götürürsünüz ya yeni bir yol bulursunuz. Türkiye tarihi tecrübesi ve milletin sahip olduğu devlet geleneği yetisiyle kendine yeni bir yol bulmuştur.

MÜCADELEYLE GEÇEN 16 YIL

O yeni yol, çıkış yolu mu oldu AK Parti, Türkiye için?

AK Parti bu devasa sorunların hem kaynağını kurutmak, hem ortaya çıkardığı hastalıkları tedavi etmek ve hem de bir daha bu sorunların ortaya çıkmasını engelleyecek bir zemin oluşturabilmek kaygısıyla kuruldu ve iktidar yılları boyunca da bu esaslar doğrultusunda çalıştı. Bir taraftan sorunların temeline inerek çözmek, diğer taraftan birikmiş sorunların getirdiği asalak yapı ve formları ortadan kaldırmaya odaklandık. Yani ekonomik ve toplumsal yapıdaki sorunları çözmek, iç ve dış politikada kangren halini almış sorunları çözmek gayesi. Aynı zamanda bu sorunların ortaya çıkarmış oluğu statükodan ve vesayetten kurtulmak için amansız bir mücadele.

Bunlar yanında, toplumsal hayatta aksayan, yürümeyen önemli operasyonel problemleri çözdük. Sağlık, ulaştırma, eğitim ve sosyal güvenlik başta olmak üzere hizmet birimlerini yeni bir anlayışla yapılandırdık ve hizmetleri kaliteli sunmayı başardık.

KADERİMİZ TÜRKİYE’NİN KADERİ

Kuşkusuz insanlar gibi toplumlar da ve haliyle bir toplumsal organizma olarak siyasi partiler de değişir, dönüşür. Değişmemesi hayatın olağan akışına aykırıdır. 16 yıl önceki parti ile bugünkü parti arasında nasıl farklılıklar var peki? Hangi alanda nasıl bir değişim oldu, neden oldu?

Türkiye değişti. Dünya değişti.  2002’nin Türkiye’si ile şimdiki Türkiye aynı mı? Sorunları, fırsatları, gündemleri, beklentileri ve hedefleri çok farklı. Hayat değişiyor beklentiler değişiyor. 2002’de adeta ayakta kalma mücadelesi veren bir ülke iken şimdi büyük hedefleri gündemine almış bir ülkeyiz. Bütün bu gelişmelere bağlı olarak AK Parti de değişiyor. Aslında arada ciddi bir ilişki var Türkiye’yi değiştiren ve dönüştüren bizim iktidarımız oldu Türkiye değiştikçe bizim gündemimiz de değişti. Onun için diyoruz Türkiye’nin kaderi ile AK Parti’nin kaderi birdir. Bizim Türkiye için kurduğumuz hayallerimiz değişmedi. Ülkemizi taşımak istediğimiz hedeflerimiz ve ideallerimiz değişmedi.

AK PARTİ’Yİ MİLLET KURDU

AK Parti bir başka partiye nasip olmayan bir süreklilik ve zindeliğe sahip. Nedir sebep?

Kuruluş döneminde genel başkanımız Recep Tayyip Erdoğan hemen her konuşmasında “AK Parti’yi millet kurdu, tabelalarını biz astık” derdi. AK Parti’nin hangi felsefe ve taban üzerinde kurulduğunu çok güzel ifade eden bir cümledir. AK Parti’nin temsil ettiği, üzerinde inşa edildiği ötekileştirilmiş ve dışlanmış toplumsal kesimlerde yetişmiş ciddi bir insan kaynağı ve aynı zamanda entelektüel bir birikim vardı. Bu birikim toplumsal sorunlara yönelik pratik çözümler üretmek, ülke sorunlarının çözümüne ilişkin öneriler sunmak konusunda oldukça yetkindi. Diğer yandan bilhassa yerel yönetimlerde ciddi başarılar sağlamış ve halkımızın takdirini kazanmış bir kadro ve doğal ve karizmatik bir liderimiz vardı. Sahip olduğumuz bu zengin insan kaynağı, birikimi, sorunları çözecek kadroların oluşturulmasında ciddi bir imkan sundu bize. Yorulanın yerine yenisinin hemen ikame edildiği bir kadro. Değişim çok önemlidir. Siz zaman içerisine kadrolarınızı ve kendinizi yenileyip değiştirmezseniz millet bu sefer sizi değiştirir. Her yapı kendi içerisinde statükolar oluşturabilir. Bu siyasi partilerde de mümkündür. Genel Başkanımız ve Cumhurbaşkanımız, parti içerisinde bir statüko oluşmasına izin vermeyerek partinin geleceğiyle ilgili herkesin ümitlerinin devam edeceği bir zemini oluşturmuştur. Ak Parti aynı zamanda bir okul gibi kendi kadrolarını bu geçtiğimiz zaman içerisinde tekrar tekrar üretebilmeyi başarmıştır. Yani AK Parti bir jenerasyon hareketi değil tarihi dinamiklere yaslanan, gelecek idealleri olan sosyolojik ve siyasal bir harekettir. Bu AK Parti’yi dinamik tutan önemli bir faktördür.  

AK Parti’nin kendisine yönelik dikkati ve anlayışı dışarıya nasıl yansıdı?

Birikmiş sorunları çözmeye odaklanmış bir iktidar anlayışımız var. Sürekli pozitif bir gündemimiz oldu ve kendi gündemimizi hep kendimiz ürettik. Sorunlara çözüm ürettikçe, milletin dertlerine derman ve duygularına tercüman oldukça bize yönelen destek artarak devam etti. Milletimizi derinden rahatsız eden yasaklar ve yoksullukla mücadelemiz kesintisiz olarak devam etti, etmektedir. Bu her iki ana problem büyük oranda milletin gündeminden çıktı. Ekonomik sorunlarla yoksulluğu ayırıyorum. Ekonomi aynı zamanda devletlerarası çıkar çatışmalarının bir konusu olduğu ve iç politika kadar dış politikayı ilgilendiren boyutları olduğu için onu ayrı bir başlıkta incelemek gerekir belki.

Biz milletimizin gerçek gündemine odaklandığımız, ülkemizi kalkındırıp güçlendirmek için çalıştığımız ve tam bağımsız bir ülke olmak için mücadele ettiğimiz sürece milletimiz bizi destekledi ve inanıyorum ki desteklemeye de devam edecektir. 

SÖZ VERDİK, YERİNE GETİRDİK

AK Parti'nin çıkış metinleri, halka vaat ettiği siyasetleri içeren programları ile iktidar yılları boyunca hayata geçirdikleri üzerinden bir karşılaştırma yapmanızı isteyeceğim. Lütfen artıları kadar noksanlarını ve sebeplerini de el alın ki, muhasebenin hakkını verelim.

“Vesayet düzenine son vereceğiz, milletin seçtikleri söz sahibi olacak” dedik. Bu konuda her türlü mücadeleyi verdik veriyoruz. “Yasakları kaldıracağız, özgürlüklerin alanını genişleteceğiz, demokratikleşme konusunda devrim niteliğinde değişiklikler yapacağız” dedik ve bunları yaptık. Artık ülkemizin gündeminde din ve vicdan hürriyeti konusunda sorunlar yok. Başörtüsü sorunu mesela... Din eğitiminin önündeki engelleri kaldırdık. Kürt kardeşlerimizin taleplerini karşıladık. Bu konular çok detaylı, detaylara girmek istemiyorum. Mesela iktidara gelir gelmez olağanüstü hali kaldırdık. Çünkü bu baskı aracı olarak kullanılan bir ortam oluşturuyordu…

OLAĞANÜSTÜ HAL DEVLET’E

Olağanüstü Hal’in 2016’da yeniden ilan edilmesini eleştiri konusu yapanlar var? 

Biz olağanüstü hali kaldırırken de, diğer açılımları yaparken de milletimiz yararlansın, rahat ve huzurlu bir hayat alanı oluşsun diye yaptık. Terör örgütleri yararlansın, yeni vesayet odaklarına zemin oluştursun diye yapmadık. Bizim demokratik açılımlarımızdan istifade ederek birileri terör örgütlerinin elinin rahatladığını etkinlik alanının genişlediğini düşünüyorsa bu derin bir yanılgıdır. Başka birileri, devlet mekanizmasını ele geçirip millete gizli emellerini gerçekleştirmeyi planlamışsa, bu daha da derin bir yanılgıdır. Biz vadettiklerimizi ve yaptıklarımızı sadece millet için yaptık. Ne PKK, ne FETÖ ne de başka yasadışı faaliyetleri ve niyetleri olanlar için yaptık. Şimdi birileri terörist faaliyetleri, hukuk dışı faaliyetleri engellenince hak özgürlük demokrasi hatırlatması yapıyor. Bu alanları istismar ederek devlet otoritesini ele geçirmek ve millet üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyor. Bunlarla mücadele kriminal bir olaydır. Özgürlüklerle ve demokrasiyle ilgisi yoktur. 15 Temmuz işgal girişimden sonra olağanüstü hal ilan edildi. Bu bizim genel söylem ve politikamızın yani hiçbir vesayete izin vermeyeceğimize ilişkin milletimize verdiğimiz sözü tutmak için bir enstrümandır. Çünkü tam da mücadele ettiğimiz ve ortadan kaldırmaya çalıştığımız vesayet odaklarının can havliyle saldırdıkları yeni bir deneme idi bu. Mücadelenin sağlıklı yürümesi için ilan edilen Olağanüstü Hal’i Cumhurbaşkanımız da Başbakanımız da “devlete ilan edilmiştir” biçiminde ifade etti. Bu durumdan vatandaşımız olumsuz etkilenmedi.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ AŞILADIK

Vesayet-devlet ilişkisi, siyaset-devlet dengesine nasıl oturdu? 

Bizim sürekli pozitif bir gündemimiz oldu, ülkemiz için hem kalkınma hem demokrasi, hak ve özgürlük alanlarında gelişim trendini devam ettirebilmek için daha fazla neler yapabiliriz çabasının peşine olduk. Ama siz bu mücadeleyi yaparken,  birileri tüm devleti ele geçirmeye kalkıyor, birileri bir bölgeyi ele geçirmeye kalkıyor. Aralarında ittifaklar ve bölüşümler yapıyorlar, işbirlikleri kurup sizinle mücadele ediyorlar. Sizi zayıflatmak isteyen devletlerden destek ve teşvik görüyorlar. Sizin önünüze büyük bir sorun olarak hatta bir beka meselesi olarak geliyor. Bu sorunla mücadele etmek ülkenin ana gündemi haline geliyor. Bu mücadeleyi vermek zorundayız, bundan kaçamayız. Ülkemizi, ipi yabancı odakların elinde olan ihanet şebekelerine teslim edecek değiliz. Bu her şeyden daha önemli bir konu haline geliveriyor.

Ülkemizin her alanda geldiği seviye eski anayasal düzenle taşınamaz hale gelmişti. Ülkeyi kurumsal bir çerçevede yönetebilmek için sistemi değiştirmemiz gerekiyordu. Ülkemizin bağışıklık sistemi çökme noktasına gelmişken yeniden güçlendirdik. Yeni anayasa geçmişte karşılaştığımız arızı durumların ortaya çıkmasını büyük oranda engelleyecek ve çıksa bile mücadelesini kolaylaştıracak bir siyasal ortam oluşturuyor.

AB’NİN BAĞIMSIZ TÜRKİYE İSTEMEDİĞİ AÇIK

2013'e kadar hak ve özgürlükler, demokratik açılımlar ve AB uyum yasaları AK Parti'nin alametifarikası idi. Sonra iklim birden değişti. Bugün de Türkiye içinde ve dışında belli kesimlerin en fazla eleştiri yönelttiği başlıklar bunlar. Ne demek istersiniz?

Avrupa Birliği başta olmak üzere bu tür yapıların; güçlenmiş, bağımsız, kendilerinin kontrol edemediği bir Türkiye’yi istemedikleri açık. Bunun için ellerinden geleni yaptıklarını da hepimiz görüyoruz. Kendi düşmanlıklarına ortak ettikleri ihanet yapıları hep oldu bugüne değin. Avrupa Birliğinin Türkiye’ye düşmanca davrandığı ve ötekileştirmeye çalıştığı böylesi bir ortamda partimizin ve hükümetlerimizin Avrupa Birliği ile ilişki sürecinin sağlıklı yürümemesinden sorumlu tutulması kötü niyetli bir sorgulama değilse, en hafifinden süreci okuyamama ya da anlayamama durumudur. Birileri yasadışı ve bölücü faaliyetlere özgürlük istiyor olabilir. Bölücü faaliyetlerini özgürce yapamayınca özgürlük yok diyor. Biz hiçbir zaman terör örgütlerine özgürlük vereceğiz demedik. Dışardan bize yönelen eleştirilerin tamamı bazı örgütlerin faaliyetlerinin kısıtlanmasıyla ilgilidir. Terör örgütleri AB ülkelerine yerleşmiş ve her türlü faaliyetlerine izin ve destek sağlanmaktadır. Bizim vaadimiz ve sözümüz milletedir. AB’nin vatandaşımızın hakkıyla özgürlüğüyle pek ilgilendiğini sanmıyor ve görmüyorum.

KUTUPLAŞMA İTHAMI DIŞARDAN

AK Parti aldığı oyları sürekli artırarak yüzde 52 bandına çıktı. Bu kuşkusuz bir siyasi parti için büyük bir başarıdır. Lakin diğer yarıyı da birbirine doğru iten bir etkisi olduğu inkar edilemez. Yüzde 50 çıtasını hem muhalifini monoblok hale getirme etkisi, hem de toplumsal kutuplaşmanın delili olarak gösterilmesi üzerinden değerlendirir misiniz?  

Türkiye aleyhine faaliyet yürütenlerle mücadele ederseniz, Türkiye’nin menfaatlerini önceleyen bir siyasetiniz olursa bir şekilde suçlanırsınız. Bu zaman içerisine değişik formlarla karşımıza çıkıyor. Kuruluş yıllarında ve ilk dönemlerde laiklik üzerinden bir baskı oluşturuldu. Hatta partimize kapatma davası bile açıldı.  Sürekli bir meşruiyet tartışmasına konu yapılıyorduk. Bu sonra genel başkanımıza dönük diktatör söylemine dönüştü. Toplumsal kutuplaşma ithamı bunu takip etti. Bu tür kampanyaların merkezinin dışarda olduğunu düşünenlerdenim. İçerde her zaman buna hazır muhalif çevreler vardır. Kendi mücadelesini düzgünce ve hakkıyla verip, derdini millete anlatıp iktidara gelemeyeceğini görenler bu anlamda dış güçlerden medet umarlar. “Dışardaki sahiplerimiz” bir şeyler yapsın, iktidarı düşürsün, bize versin diye beklerler. Daha önceki örneklerde olduğu gibi başarılı olduklarında iktidar altın tepsi içinde bunlara sunulur. Ama 15 Temmuz örneğinde olduğu gibi başarısız olduklarında ise ihanetleri ortaya çıkar. Bu kirli ilişki deşifre olur. Maalesef bu coğrafyada buna benzer kirli ilişkiler içerisine giren grup ve yapılar hep oldu bugüne değin, bundan sonra da olacak kuşkusuz.

Öte yandan AK Parti laiklikten sigaya çekildi hep. 16 yılın ardından görüyoruz ki bu endişeli zan ya da endişe görünümlü siyasi itham hiç eksilmemiş. Neden?

Toplumun bazı kesimleri sistematik bir propagandayla tahrik edildi. Kullanılan dil ötekileştirici bir dil oldu. Her şeye rağmen Türkiye de bir kutuplaşmanın olduğunu düşünmüyorum. AK Partiye oy verenler ve vermeyenler üzerinden böyle bir okuma yapmak son derece yanlıştır. Sonuçta toplumun farklı siyasal eğilimleri vardır ve olacaktır. Seçimler sonucu ortaya çıkan toplumun siyasal tercihidir. Siyasal tercihleri toplumsal kutuplaşmanın delili olarak görürsek o zaman demokrasiyi sorgulamaya başlamamız lazım. Toplumsal kutuplaşmanın olduğunu söyleyebilmek için başka bir sürü sosyolojik veriye ihtiyacımız vardır. Milletimiz arasında böyle bir durum söz konusu değildir.

16 yıl iktidar ve yüzde 50 oy kaçınılmaz olarak bir cazibe merkezi oluşturur ama bir partiye oy vermek de sonuçta her seçim döneminde yeniden verilen bir karardan ibarettir. AK Partili olmak ile AK Parti'ye oy vermek arasında nasıl bir nitelik farkı vardır? AK Parti'ye oy veren herkes AK Partili midir? Parti açısından bu iki pozisyona bakış nasıldır?

On milyonun üzerinde üyemiz var. Seçimlerde ise yirmi milyonun üzerinde oy alıyoruz. Bu bir veridir. Seçmenin yerine geçip bir şey söylemek doğru olmayabilir. Biz doğruları yaparak toplumsal desteğimizi büyüttük. İlk iktidara yüzde 34 oyla geldik şimdi yüzde 50’nin üstündeyiz. Bu iktidarda milletimizin takdirini kazanan işler yapmakla mümkün oldu. Başarısız olsaydık bu oyu millet verir miydi?

AK PARTİ ERDOĞAN’DAN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ

"Reiscilik" AK Particilik midir?

AK Partili olan herkes Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı sever ve lideri olarak görür. Sayın Cumhurbaşkanımızı seven herkes de AK Partilidir. AK Parti’yi Cumhurbaşkanımızdan, Cumhurbaşkanımızı da AK Parti’den ayrı düşünemezsiniz. O, bu hareketin doğal lideri ve AK Parti’nin Kurucu Genel Başkanıdır. Toplum Cumhurbaşkanımıza güveniyor, onu takip ediyor. Cumhurbaşkanımız olmadan AK Partiyi tarif etmek zordur. O da bu hareketin lideri olduğuna göre, böyle bir ayrım yapmak mümkün ve doğru değildir. Bu olsa olsa kendini konumlama çabasında olanların kullandıkları bir argüman olabilir. AK Parti’nin geleneğinde böyle bir şey yoktur.

AK PARTİ’DE KAST, KIDEM VAR MIDIR?

Parti içinde partililer arasında bir kıdem farkı, özgül ağırlık farkı, öz hakiki AK Partili olma hali gibi durumlar var mıdır?

AK Parti’nin bir lideri ve geniş bir kadrosu vardır. Bu geniş kadro içerisinden ehliyet ve liyakat esasına göre görevlendirmeler yapılır. Kadrolar içerisinde kimsenin diğerinden önde bir durumu olamaz. İlçeden genel merkeze kadar herkes bu davanın eridir. Görev ve makam farklılıkları sadece bir iş bölümüdür. Bugün böyledir, yarın başka türlü olabilir. Hatta önemli bir yerdeki kişi tamamen dinlenmeye de alınabilir. Partimizde kimse kutsanmaz, kimse de harcanmaz. Herkese yetenek ve kapasitesine göre katkı sunma imkanı her zaman tanınır. Yanlış yapanların durumu farklıdır tabii ki.

AK PARTİ MİLLETİN PARTİSİ

AK Parti en çok kimin partisidir?

AK Parti Milletin Partisidir. Öylede kalmak durumundadır.

TEŞKİLATIN STATİK HESAPLARINI YENİLEDİ

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan Türkiye'yi 2023'e, AK Parti'yi 2019'a hazırlamaya çalışıyor. Bu esnada da bazı şeylerin altını ısrarla çiziyor. "Metal yorgunluğu" bir özeleştiri, bir saptama olarak size göre neyi tanımlıyor, neyi kast ediyor?

Uzun süre aynı görevde bulunan insanların veya uzun süre aynı form ve tempoda çalışan yapıların tutulduğu hastalıktır. Binaları düşünün, beton içindeki demir, binanın yükünü taşır. Bir sürü statik hesap vardır. Ne kadar demir ne kadar bir yükü taşır, bu yükü kaç yıl taşır. Yeni nesil binaların ömrünün genelde 80-100 yıl olduğunu söylerler. Bir süre sonra binada kullanılan demir, binadaki yükü taşıyamaz hale gelir yorulur. Betonun içindeki demiri yenileyemeyeceğinize göre binayı yıkar, yeniden yaparsınız. Ama insanları değiştirebilirsiniz. Çok yorucu süreçlerden geçtik hepimiz. Bu süreçlerin yükünü taşımış insanlarda yorgunluk oluşması normaldir. Genel Başkanımız, teşkilatın adeta statik hesaplarını yeniden yaparak yapıyı yenileyip güçlendireceğini söylüyor. Buna hem Partimizin hem de ülkemizin ihtiyacı var.

Gençleşme il ve ilçe teşkilatları ile devam edecek. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, kongrelerde seçilecek yeni yönetimlere gençleşme talimatı verdi. Bu kapsamda il ve ilçe yönetiminin yüzde 30’u kadın, yüzde 30’u da 35 yaşın altındaki genç üyelerden seçilecek. Bu da taşıyıcı kolonların gençleşmesi mi?

Siyasi partilerde gençleşme, siyasette değişim ve gelişmeyi sürdürmenin en hayati unsuru ve yoludur. Gençliğin enerjisini dinamizmini, yeni bilgi ve görgüsünü siyasal alana taşımanın yolu kadrolara gençlere yer vermekten geçer. Yeni nesillere kadrolarında yer vermeyen siyasi partiler siyasi harekete dönüşemezler ve toplumu gerçek anlamda kucaklayıp temsil edemezler. Toplumdaki değişmeyi yakalamakta da zorlanırlar. Zaman içerisine siyasi kadrolar ve söylemler kendisini tekrarlamaya başlar ve yeni bir statüko üretmiş olur. Önemli olan değer eksenli siyaset üretebilmektir. Bilindiği üzere genç nüfusumuz yoğun, doğal olarak da seçim sonuçlarına etki güçleri fazla, bu nedenle de gençlere kadrolarda yer vermek gerekir. Bir başka açıdan da teşkilat faaliyetleri yoğun ve yorucudur. Fazla zaman ve emek gerektirir. Fedakârlığın fazla olduğu bir alandır siyaset. Gençlerin daha başarılı olmaları normal bir durumdur. Yani hangi açıdan bakarsanız bakın siyasette gençleşmek fantastik bir durum değil siyasal sürecin ve siyasetin doğasının gerektirdiği bir vakıadır.

Yeni format, Sayın Erdoğan AK Parti genel başkanlığına ikinci kez seçildiğinde mi başladı?

Genel Başkanımız ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı seçilip genel başkanlığından ayrıldığında ister istemez partimiz bir sarsıntı yaşadı. Siyaset ve teşkilat çalışmalarını çok iyi bilen bir liderin yokluğunun ortaya çıkardığı bazı olumsuz sonuçları maalesef yaşadık. Şimdi partimizin genel başkanlığına dönmesiyle bir toparlanma ve yeni bir konseptle partiyi yapılandırma sürecini başlattı. Bu yeni sürecin gençleşerek değişme odaklı olacağını genel başkanımız ifade ediyor. Siyasette değişim sürecinin çok farklı gerekçeleri olabilir. Bu bazen başarısız kadroları sistemin dışına çıkarmak, bazen toplumsal zemini genişletmek, bazen yeni bir söylem inşa etmek, bazen de toplumsal değişimi yakalamak adına yapılabilir.

Kadroları ne kadar geniş kitlelere açarsanız milletin yönetimde etkinliğini o kadar artırmış olursunuz. İçerdeki ve dışardaki güç merkezlerinin ülkeyi teslim almasının önünde önemli bir bariyer çekmiş olursunuz.

SİYASET BARONLARINA GEÇİT YOK

Büyük kongre hazırlığı içinde AK Parti. Erdoğan da teşkilatlardaki değişimin kriterlerini açıklıyor. Bunları açıklarken Rize'de şöyle bir cümle kurdu: “15, 20, 25 yıl öncesinin siyaset baronlarının tarzıyla AK Parti’de etkinlik kurmaya kalkan herkes, karşısında bu kardeşinizi bulur.”Ne demek istedi?

Dünyanın her tarafında bir şekilde sermaye, medya veya insan gücü elde etmiş veya her üçünü elde edebilmiş kişi veya yapılar siyasete ve yönetime hep yön vermeye, manipüle etmeye çalışmıştır. Bunlar çoğunlukla kendileri siyaset yapmaz, risk almak istemezler ama her şeyi belirlemek isterler. Sahip olduğu insan kaynağını siyasi mekanizmalara yerleştirir ve onlar üzerinden yönetmeye çalışır. Siyasette veya devlette bu şekilde dışardan etki oluşturanlar olmuştur. Siyasetçi değil siyasete karışır, yönetici değil devlet işine karışır. Siyasetteki ve devletteki hiyerarşiyi bozar. Hiçbir risk almaz, sorumluluk üstlenmez ama yönetmeye kalkar. Bunlar düzen bozucu baronlardır. Sayın Cumhurbaşkanımızın bunu dile getirmesi ve buna izin vermeyeceğini açık bir şekilde söylemesi çok önemlidir, sevindirici ve ümit vericidir. İşi yapan hem yetkili, hem sorumlu olmalıdır. Davul tokmak meselesi meramımızı tam anlatır. Siyaseti belirli çevrelerin tekelinden ve kontrolünden kurtarıp millete mal edebilmiş tek parti AK Parti’dir ve onun lideridir.

YÜK OLAN DEĞİL YÜK ALAN

Siyasetin paradigmasını belirlerken de "şimdiye kadar yollar, havalimanları, büyük yatırımlar, değişimler yaptık, bunlar yetmez "gönül yapın" diye açıklıyor. Gönül ayağı eksik miydi bunca zaman, bu vurgunun sebebi ne ola?

Olmazsa olmazlar vardır. Milletin gönlünü kazanmak böyledir. Genel başkanımızın bunu zaman zaman hatırlatması illa bir eksikliğe işaret etmeyebilir. Milletle temas kuran, milletvekillerimize, teşkilatlarımıza ve belediyelerimize bu konuda sürekli bir duyarlılık içerisinde olmalarına dönük uyarıdır. Bu uyarıyı genel başkanımız hep yapmıştır. Şimdi de yapmaktadır. Şimdi belki metal yorgunluk tespitiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Sayın Genel Başkanımızın Parti Genel Başkanlığı’ndan ayrı olduğu dönemde bu konuda bazı ihmaller ve eksikler tespit etmiş olabilir. Partinin kadroları yük olan değil, yük alan pozisyonda olmalıdır. Sorun üreten değil sorun çözen olmalıdır.  

HEDEFİMİZ 2023, 2053, 2071

AK Parti'nin gelecek hedefi nedir?

Genel başkanımız 2023, 2053 ve 2071 hedefleri koydu. Bu hedefleri yakalamak için çalışacağız. Yeni Anayasamızı yaptık, vesayet odaklarının tasfiyesiyle birlikte ülkemizin önünde çok önemli fırsatlar var. Millet ve ülke olarak başka bir seviyeye geçmek üzereyiz. Bu seviye demokrasi, hak ve özgürlükler, kalkınma ve refah açısından eskiyle kıyaslanamayacak bir Türkiye hedefidir. Yani güçlü ve büyük Türkiye. Buna çok yakın bir yerde duruyoruz.