16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

Mustafa Şentop: Ak Parti-MHP ittifakı 15 temmuz’da kuruldu

Şentop: Barajı aşmak yahut AK Parti-MHP ittifakı başarısız olsun diye ittifak arayışındalar. Olabilir. Ama AK Parti ile MHP ittifakı yüzde 50+1 için yapılmış değildir. Arkasında 15 Temmuz'da oluşmuş anlamlı bir birliktelik var.

FADİME ÖZKAN9 Nisan 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Mustafa Şentop: Ak Parti-MHP ittifakı 15 temmuz’da kuruldu

Haftaya bugün 16 Nisan’ın sene-i devriyesi. Bir yandan da 2019 seçimleri yaklaşmakta. Referandumda anayasal hüküm haline gelen cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin mevcut sisteme uyumu için Meclis çalışmakta. Uyum yasalarının ilki seçim güvenliğini ve seçim ittifakına ilişkin 26 maddelik kanun TBMM’nden geçti. Yürütmeye dair düzenlemeler dahil kapsamlı bir çalışma sürüyor. Tamamlandığında Nisan sonuna dek Meclis’e gelmesi bekleniyor. Geriye doğru en az on yıllık bir sürecin netice evresindeyiz lakin esasen biz bu işin neresindeyiz? AK Parti İstanbul Milletvekili, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı, AK Parti-MHP arasında üçer kişiden oluşan Milli Mutabakat Komisyonu’nun üyesi Prof. Dr. Mustafa Şentop’a sordum

***

Uyum yasalarının ilk düzenlemesi Meclis’ten geçti. Yürütmeye dair yeni düzenlemeler üzerine çalışıldığını biliyoruz, Nisan sonuna kadar Meclis’e gelmesi bekleniyor. Geriye doğru bakarsak en az on yıllık bir sürecin netice evresindeyiz lakin size göre biz bu işin neresindeyiz?

16 Nisan’a bir hafta kaldı. Geçen yıl 16 Nisan’da önemli bir hükümet sistemi değişikliği oldu Türkiye’de. Bu, yüzyıllık tarihimizdeki belki de en önemli üç değişiklikten birisi. Bunlardan biri, birincisi saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı 1923 değişikliği. İkincisi 27 Mayıs 1960 darbesi ve akabinde, 61 anayasası ile getirilen sistem. Bu, Türkiye’de vesayetçi sistem dediğimiz, uluslararası sistemin vesayetini esas alan ve bunu sürekli hale getiren, anayasal sistem haline getiren bir değişim. 61 anayasası bunu teminat altına alan bir anayasaydı. Bu da ikinci önemli, olumsuz yönde bir değişiklik. Bizim tarihimizde üçüncü değişiklik ise hükümet sistemi değişikliği. Çok kapsamlı bir değişiklik, aynı zamanda bir paradigma değişikliği.

1961 Anayasasıyla gelen o vesayetçi anlayış ve onu anayasal bir sistemle teminat altına alan paradigma gidiyor, onun yerine bu sefer tamamen millet iradesine dayanan ve Türkiye’de seçilmişlerin ülkeyi yönettiği, tek iktidar anlayışına dayanan bir yeni sisteme geçmiş oluyor Türkiye. Bu bakımdan, o yüzyıllık tarihte üçüncü büyük anayasal değişiklik bu.

GÖNÜL İSTERDİ Kİ YENİ ANAYSA YAPALIM

Anayasal değişiklik ama bir anayasa değişikliği değil…

Türkiye 2010’dan itibaren yeni anayasayı tartışıyor, gönül ister ki yeni bir anayasa yapılsın. Türkiye’nin bunu hak ettiğini de düşünüyorum ama bu yeni anayasa ‘meselesi’ de anayasanın sadece maddeleriyle ilgili bir mesele değil, paradigmasıyla ilgili. Dolayısıyla 16 Nisan’daki değişiklik sadece bir hükümet sistemi değişikliği değil, bu bir paradigma değişikliğidir. Yeni anayasayla murat edilen sonuca bu anayasa ile büyük ölçüde ulaşmış oluyoruz.

Bu, esasen hükümet sistemi, yürütmeyle ilgili bir değişiklik ama onunla beraber yasamayı da etkiliyor. Devletin bütün sistemini yeniden gözden geçirmeyi bir taraftan zorunluluk, bir taraftan bir imkan olarak Türkiye’nin önüne getiriyor.

YENİ SİSTEMDE ANA MUHALEFET OLMAYACAK

Değişikliğin teknik boyutunda ne var?

Bir kısmı teknik ve zorunlu bu değişikliklerin. Hükümet yeni sistemde Meclisin içinden çıkmadığı için güven oylaması diye bir şey yok. Hükümet parlamento, yasama faaliyetlerine katılmıyor. Güven oylaması olmadığı için gensoru da yok. Bunların bir kısmı bu anlamda sistem değişikliğinin ortaya çıkardığı zorunlu değişiklikler. Bir kısmı böyle, daha basit düzeyde olanları var, hükümet meclisin içinden çıktığı için buna iktidar partisi diyoruz. Veya koalisyon olursa hükümeti destekleyenler ama şimdi böyle bir şey yok çünkü iktidar partisi diye bir şey yok. Meclis’in içinden çıkmadığından. İktidar partisi olmayınca ana muhalefet partisi de yok. Bu açılardan bazı yine teknik değişiklikler var. Siyasi Partiler Kanununda, İç Tüzük’te falan değişiklik yapmamız lazım.

TOPYEKÛN BÜROKRASİ YAPILANDIRILACAK

Bu sebeple bir kısmı böyle zorunlu değişiklik, bir kısmı ise sistemin yeni paradigması gereği olması gereken değişiklikler. Onlar da tabii başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamları birleştirildiği için. Çift başlılık zaten parlamenter sistemin temel ayırt edici özelliği, burada başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına bağlı, bakanlıklara bağlı yapıların yeniden şekillendirilmesi, bakanlıkların teşkilatının yeniden yapılandırılması gerekiyor. Belki bu bağlamda taşra ve merkez teşkilatları arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi gerekiyor. Dolayısıyla yeni sisteme göre topyekun bürokrasinin merkez teşkilatının yeniden yapılandırılmasını gerektirecek, sistemin anlamına ruhuna uygun bir durum da var ortada. Zorunlu teknik değişikliklerden başlayıp, sistemin gerekli kıldığı değişikliklere kadar uzanan geniş bir yelpaze var.

16 Nisan 2017’de Türkiye cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karar verdi. Referandumdan önce başlayan AK Parti MHP ittifakının devamı da getirilmiş oldu. İttifak düzenlemesi de uyum yasaları çerçevesinde çıktı geçen hafta?

Somut olarak yaptığımız ilk değişiklik, yerel seçimlere yönelik, bir de seçim güvenliğiyle ilgili değişikliklerdi. Bir bölümü de seçim ittifakıyla değişikliklerdi. Seçim ittifakı değişikliği de doğru açıdan bakarsak sistem değişikliğiyle alakalı. Çünkü çok basit ifade edecek olursak Cumhurbaşkanlığı yani iktidarın belirlendiği yürütme seçiminde yüzde 50’nin üzerinde bir oy gerekli. Bu, siyasi partilerin birlikte hareket etmesini zorunlu hale getiriyor. Tabii bu sadece orayla kalmayacak, devamı mahiyetinde yasama organı milletvekili seçimlerine de sarkacak.

Hükümet sistemi değişikliği Türkiye’de siyasi partilerin birlikte hareket etmesini zorunlu kılacak bir tablo ortaya çıkaracak.

İTTİFAK DÜZENLEMESİ ZARURİDİR

Mevcut sistemde durum nasıldı?

Mevcut sistemdeki hükümlere dokunmadan aynı normun devamına izin vermiş olsaydık siyasi partilerin birlikte hareketinin legal bir zemini olmayacağı gibi, kanunen yasak olduğu için kanuna karşı hile yoluyla bunların yapılmasını temin etmiş olacaktık. Bu bakımdan sistem değişikliğinin zorunlu bir sonucudur ittifak konusu. Biz mevcut kanunlardaki partilerin birlikte hareket etmesini yasaklayan hükümleri kaldırdık ve birlikte hareket etmelerine imkan sağlayan basit, kılavuz mahiyetinde bazı düzenlemeler yaptık. Siyasi partilerin kendi tercihlerine göre belirleyebilecekleri geniş bir alan da bırakıyoruz. Bunu yapmamış olsaydık fiili ittifaklarla, kanuni temeli olmayan ittifaklarla karşı karşıya kalırdı Türkiye.

YASAKTI AMA İTTİFAKLAR HEP VARDI

Türkiye’nin geçmiş dönemlerinde görülen ve meclisin onuruna, vekilin onuruna, milli iradenin onuruna dokunan milletvekili pazarı, partiler arası pazarlık gibi durumların önü ilelebet alınacak o halde?

Tabii, Türkiye’de yasak olmasına rağmen ittifaklar yapıldı bugüne kadar. 1991’den itibaren seçimlerin hemen hemen hepsinde ittifaklar vardı. Refah Partisi ile Milliyetçi Çalışma Partisi,  öbür taraftan SHP ile Halkın Emek Partisi (HEP) vardı. 95’te başka ittifaklar var, Anavatan Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin fiili ittifakı var. 99’da ittifak var, 2007’de var; Demokratik Sol Parti (DSP) ile CHP ittifakı var. Dolayısıyla kanunda yasak konmasına rağmen bu tür ittifaklar fiilen olmuş bu güne dek. Bunun sebeplerinde biri Türkiye’deki seçim barajı. Aslında bizim yapmış olduğumuz, kanunen yasakları kaldırmak ve ittifak yapılmasına izin veren zemini hazırlamak. Seçim barajıyla ilgili zorluğu aşmak konusunda bir alternatif yol açıyor o da.

SEÇİM İTTİFAKI DÜZENLEMESİ OBJEKTİFTİR

Muhalefetin seçim yasasındaki yüzde 10 barajına yönelik keskin eleştirileri var. Birisi şu: AK Parti ve MHP öyle bir ittifak kurdu ve yüzde 10 barajını kendi lehlerine öyle kullandılar ki sağ kesimde diğer partilerin önünü kestiler. Cevabınız nedir?

Milliyetçi Hareket Partisi ile AK Parti’nin seçim ittifakı yapmasına yönelik çalışma ayrı bir çalışma olacak ve seçime doğru yapılacak. Seçim ittifakıyla ilgili yapılan çalışma ise bir kanun çalışması, Meclisten geçirdiğimiz. Bu objektif bir çalışma, ilkeleri, çerçeveyi belirleyen bir çalışma. Bu tür ittifaklar yapan bütün partiler açısından geçerli hükümler getiriyor. AK Parti, MHP ittifak yaparken de bunlar uygulanacak, CHP veya HDP için de aynı hükümler uygulanacak. Bu hükümlerde belli bir ittifak lehine sonuçlar doğuracak özel düzenlemeler yok. Böyle iddialar ortaya atılabilir ama onları temellendirecek,hususları, ilkeleri, cümleleri kanun metninde bulmak mümkün değil. Bu açıdan bunları ben tamamen bir çarpıtma olarak görüyorum. Ama AK Parti ile MHP arasındaki mesele üzerinde biraz durmak lazım.

MİLLİ MUTABAKAT 15 TEMMUZ’DA KURULDU

Duralım…

Malumunuz 15 Temmuz'dan sonra AK Parti ile Milliyetçi Hareket Partisi birçok temel konuda birlikte hareket etti, etmeye başladı. 15 Temmuz siyasi tarihimizde bir milat. 15 Temmuz'u yok sayarak Türkiye'de artık siyaset yapabilmek mümkün değil. Dolayısıyla partiler bütün pozisyonlarını ve Türkiye'nin, bölgenin, dünyanın meselelerine bakışlarını 15 Temmuz'la beraber yeniden gözden geçirdiler. Bu çerçevede 15 Temmuz sonrası Yenikapı'da çıkan o Türkiye'nin temel meselelerinde birlikte hareket etme kararlılığını kısa süre sonra Sayın Bahçeli'nin yaptığı açıklamalarla Türkiye'de hükümet sistemini değiştirme noktasında birlikte çalışmaya çevirdik. Niye bu şekle döndü bu mesele? Çünkü 15 Temmuz'da Türkiye'de devlete ve millete karşı bir saldırı, taarruz vardı. Bunun karşılığında bizim milleti ve devleti tahkim etmemiz lazım. Türkiye'deki parlamenter sistem başlangıcından itibaren darbelere kolaylık sağlayan, darbelere imkan veren bir tablo ortaya koydu. Biz bunu imkansızlaştıracak bir sistemi, Türkiye'de anayasal sistemi belirlememiz lazım diye düşündük. Uzun zamandır siyasetin tavır alışlarıyla beraber vesayetçi sistem de büyük ölçüde geriledi ama bunu anayasal teminata kavuşturmamız lazımdı.

AK PARTİ VE MHP İTTİFAKININ BİR HİKAYESİ VAR

Dolayısıyla 15 Temmuz sonrasında alınan tedbir bu anlamda devletin, istikrarın tahkim edilmesi, millet iradesinin tahkim edilmesi yönündeydi. Milliyetçi Hareket Partisiyle beraber bunu yaptık ve 16 Nisan'da milletimizin teveccühüyle bu anayasa değişikliği gerçekleşti.

Türkiye'de sistem değişikliği sadece anayasal düzeyde gerçekleştirmek yeterli değil. Bu anayasal değişikliğin kanunlarla, kanun değişiklikleriyle uygulanabilir hale getirilmesi lazım. Dolayısıyla uyum kanunları veya uyarlama dediğimiz şeyler hep buradan çıktı. Anayasa değişikliği sonrası beraber yol yürüdüğümüz MHP ile kanun değişikliklerinde uyum çalışmalarını da birlikte yapma kararı verince Milli Mutakabat Komisyonu oluşturuldu.

O komisyonda çalışmaların ilk meyvesi de Meclisten geçen Seçim Kanunları değişikliği oldu. Dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi ile AK Parti arasındaki o ittifak meselesi, biz bu konuyu gündeme getirdikten, kanun değişikliği Meclisten geçtikten sonra ortaya çıkan bir şey değil. Mesela "Biz de ilkeler ittifakı yapacağız" diyorlar. Ama kanun geçtikten sonra, AK Parti ve MHP ittifakı ortaya çıktıktan sonra "karşı ittifak" olarak planlanan bir şey bu. Hangi ilkeler üzerinden yapacaklarını bu bakımdan merak ediyorum CHP'nin ve arkadaşlarının. Ama bizim MHP ile ittifakımız bu şekilde ortaya çıkan bir ittifak değil. Bir hikayesi var. 15 Temmuz'dan sonra bir birliktelik var. Belli konularda bir perspektif ortaklığı var. Bunun devamı mahiyetinde, somutlaştırılması mahiyetinde ortaya çıkan bir ittifak. Tabii herkes istediği gibi yapabilir. Kimisi barajı aşmak için yapabilir. Kimisi AK Parti- MHP ittifakı başarısız olsun diye yapabilir. Herkesin niyeti farklı olabilir. Kanun bunlara bir emir getirmiyor ama AK Parti-MHP ittifakının diğerlerinden farklı olduğunu, birlikte yol yürümenin arka planında böyle bir hikâyesi olduğunu söylemek isterim.

BARAJ YÜRÜTMEDE İSTİKRARIN TEK UNSURU DEĞİLDİR

Diğer bir eleştiri de şu: İktidar çevreleri “yüzde 10 barajı yönetimde istikrar için gerekli” diyor, olabilir, bu yürütmeyle, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgilidir ve onunla sınırlıdır, ama yasama için uygulanıyor ve temsilde adaletsizliğe yol açıyor, deniyor?

Baraj meselesini tek başına değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Seçim sisteminin, içinde baraj olmak kaydıyla bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Doğrudur Türkiye’de baraj yürütmede ilk defa istikrar düşüncesiyle getirilmiş. 80’li yıllar bunu kendi çapında sağlamış. Ama 90’lı yıllarda baraja rağmen sağlayamamış. 90’lı yıllarda Mecliste birçok parti olmuş ve baraj olmasına rağmen istikrarlı hükümetler üretememiş. Dolayısıyla barajı yürütmedeki istikrarın tek unsuru olarak almak doğru değil. Evet, sebeplerden birisi barajın yüzde 10 olarak belirlenmesidir. Fakat seçim sistemini bir bütün olarak görmek lazım. Mesela İngiltere’de baraj yok. Ama İngiltere’de yüzde 30’lar civarında oy alan bir parti parlamentoda yüzde 55-60’lar civarında temsil elde edebiliyor. Çünkü tek dereceli ve çoğunluk sistemi var. Dolayısıyla beş adayın katıldığı bir dar bölgede yüzde 20 oy alan bir aday seçilebiliyor. Dolayısıyla orada yüzde 80’in temsili söz konusu olmuyor. Baraj da yok. Dolayısıyla temsili zayıflatan tek unsur baraj değildir. Seçim sisteminin bütününü dikkate almak lazım. Biz de bunu söylüyoruz, seçim sistemini bütünü dikkate alarak düzenlemek lazım. Tabii hükümet sistemi değişikliği yapıldıktan sonra masa başında değişikliklerin hepsini birden yapıp yepyeni bir sistemi teorik olarak birden yürürlüğe koyalım demek de doğru değil. Bu bir süreçtir. Bu sistem değişikliğinin belli bir zaman dilimi içinde yerleşip oturmasını sağlamak lazım.

2019 SONRASI YAPILACAKLAR DA VAR

Bu bir ilk evre mi?

Evet, 2019 seçimleri öncesi yapılan uyum çalışmaları bunun birinci basamağıdır. 2019 sonrasında o beş yıllık dönemde sistemin yerleşmesi için gerekli uyum çalışmaları yapılacak. Bunlar arasında seçim kanunu, baraj, siyasi partiler kanunu hususlarının da olacağını düşünüyorum. Yapalım bakalım ne olacak diye masa başındaki bir uygulamayı birden yürürlüğe sokmak yerine kademe kademe gerçekleştirmek daha doğru olur diye düşünüyoruz.

BARAJ 2019 SONRASI KALKACAKTIR

Muhalefet ısrarla, iktidar sözcüleri referandumdan önce halka “yeni sistemde baraj olmayacak” diyorlardı. Oysa baraj var, insanları kandırdılar, diyor?

Bunu inkar etmiyoruz. Söyledikleri doğrudur ama dediğim gibi bunun hemen değişiklikten sonra olacağını söylemedik. Zaten yapılabilmesi mümkün değil. Bir kısım değişikliklerin mecburen seçimden sonra yürürlüğe girmesi gerekiyor. Ama bir kısmının da uygulama sırasında adım adım gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. 2019 sonrasında ortadan kalkacak.

MÜHÜRSÜZ OY İDDİASI TAM BİR ÇARPITMA

Seçim sistemiyle ilgili tartışma başlıklarından birisi “mühürsüz oy”. Sandık kurulu mührü olmayan oyların geçerli sayılması kararına muhalefet “YSK fazla oy pusulası bastığı için mühürsüz oylar şaibeli olur” diyor. Durum nedir?

Gerek zarflara sandık kurulu mührünün vurulması, gerekse oy pusulalarına sandık kurulu mührünün vurulması 1961’de getirilmiş bir uygulama Türkiye’de. Tabii şunu özellikle belirtelim zarflar ve oy pusulaları üzerindeki tek mühür sandık kurulu mührü değildir. Zarflarda ayrıca ilçe seçim kurulu mührü de var. Bu bakımdan “mühürsüz oy” demek bir çarpıtmadır.

Her ne kadar kanunda bulunsa da zarfların ve oy pusulalarının Yüksek Seçim Kurulu veya İlçe Seçim Kurulundan geldiğine dair şüpheleri aşmak için düşünülmüş bir yöntem. Fakat daha sonra teknolojik gelişmeler olmuş. Bir tanesi filigran meselesi. Filigran zarf ve oy pusulasına sonradan eklenen bir şey değil. Filigran, üretilen kağıdın dokusuyla ilgili bir şey. Kağıdı özel olarak üretiliyor ve kağıdın üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu diye bir ibare yazılıyor. Kanun gereği yazılıyor. Bu kağıtlar özel kağıtlar. Dolayısıyla 60’lı 70’li yıllarda bu kağıtların benzerini taklit edip matbaada bastırabilmek belki mümkün olabilirmiş fakat şimdi kağıt özel bir kağıt, bu kağıdın benzerini üretebilmek imkansıza yakın. Dolayısıyla bu kağıdın Yüksek Seçim Kurulu’ndan geldiği ışığa tuttuğunuzda gözüküyor filigranla. Ayrıca zarflar üzerine YSK’nın filigranı dışında YSK’nın amblemi de basılıyor. Oy pusulalarının da zemininde YSK’nın amblemi bulunuyor. Bu da ikinci bir teminat. YSK’dan geldiği belli. İlçe Seçim Kurulu’nun da mührü zaten zarflarda var. Onu da kaldırmıyoruz.

SAHTE OYA KARŞI KANUNDA HEM İPTAL HEM CEZAİ İŞLEM VAR

Eleştiriler esasen YSK fazla oy pusulası bastığı için yapılıyor?

Ama orada da şu var; hangi sandığa ne kadar oy pusulası ve zarf gittiği, gideceği belli sayı olarak. Tutanakla paketlenmiş olarak gidiyor. Tutanakla alınıyor. Dönerken de tutanak altına alınıyor. Yani kullanılan zarf, kullanılan oy pusulası sayısı, kullanılmayanlar, geçersiz sayılanlar, yırtılanlar vesaire hepsi sayılıyor. Sayım işlemini sandık kurulu üyeleri dediğimiz görevliler yapıyor. Ki aralarında CHP’den de HDP’den de görevliler sandık kurulu üyesi olarak var. Dolayısıyla bütün bunları dikkate aldığımızda, iddia ettikleri gibi “mühür olmadığı takdirde dışarıdan birisi oy pusulası getirir” gibi bir iddia mümkün değil.

Şunu da ifade edeyim, öncelikle biz prensip olarak sandık kurulu mührünün bulunması gerekliliğini kaldırmadık zaten, o duruyor. Prensip olarak yine sandık kurulu mührü kullanılacak. Ama sandık kurulu mührü vurulmadığı için sadece bu sebeple oyların geçersiz sayılmasını engelliyoruz bu düzenlemeyle. Ama bu sahte oy pusulaları geçerli olacak demek değildir. Sahtecilik iddiası varsa bu ayrı bir iddiadır. Bununla ilgili hükümler kanunda zaten var. Sahtecilik iddiası varsa bu ayrı bir iddiadır, bununla ilgili ayrı hükümler kanunlarda var.

Hem geçersiz sayma imkânı var, hem bu sahtelikle ilgili cezai işlemler var ama iddia sahtecilik iddiası değil de sadece mühür yok iddiasıysa o zaman bunun geçerli sayılmasını öngörüyoruz. Ama onunla beraber hem mühür yok, hem sahte, o zaman sahtecilik dolayısıyla bu konuda yapılacak işlemler var. Kaldı ki 1984’ten beri Yüksek Seçim Kurulu kanunda bu hükümler olmasına ve böyle bir düzenleme yapılmamış olmasına rağmen Yüksek Seçim Kurulu 1984’ten bugüne kadar bu tür kararları vermiş hep.

SANDIK KURULU MÜHRÜ OLMAYAN OYLARLA İLGİLİ İLK TALEP SODEP’TEN

Bu yönde oluşmuş bir teamül mü var?

Üstelik sadece YSK bu kararları vermemiş bütün siyasi partiler de bunları geçerli sayılması yönünde talepte bulunmuş. İlk talep SODEP-Sosyal Demokrasi Partisi’nden 1984 seçimlerinde gelişmişti Yüksek Seçim Kuruluna.

CHP 7 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE BUNU TALEP ETTİ

SODEP CHP’nin bileşenlerinden birisidir?

Evet, CHP’nin kapalı olduğu dönemlerde CHP’lilerin bulunduğu partidir. Demişler ki aynı bu söylediğim gerekçelerle “Burada sahtecilik iddiası yok, sadece mühür yok. Sahte olduğuna dair bir tereddüt de olmadığına göre geçerli sayılması lazım” demiş SODEP. Ondan sonra bütün partilerin her seçimde benzer talebi var. Son olarak 7 Haziran seçimlerinde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin talebi var geçerli sayılması yönünde. Maltepe’de bir sandıkta sandık kurulu mührü olmayan oylar geçerli sayılmış, buna itiraz edilmiş Maltepe İlçe Seçim Kurulu’na.  Maltepe İlçe Seçim Kurulu demiş ki “Bu geçersizdir kanuna göre, sandık kurulu mührü olmadığı için”. Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanlığı, il seçim kuruluna İstanbul’da itiraz etmiş, demiş ki “Burada sahtecilik iddiası yok sadece sandık kurulu mührü bulunmadığı için iptal ediliyor oy, bu yanlıştır, geçerli sayılması lazım.” İstanbul İl seçim Kurulu da CHP’nin talebini doğru bulmuş ve geçerli saymış.

YSK 35 YILDIR BU YÖNDE KARAR VERİYOR ZATEN

O halde devam eden bir ihtiyaca binaen yapılmış bir değişiklik bu?

Bu değişiklik herkesin şartlara, duruma göre kullanmasına imkân vermemek ve tartışmayı ortadan kaldırmak için yapılan bir değişiklik. Tartışmayı çözüyor. Yüksek Seçim Kurulu 35 senedir zaten aynı yönde karar veriyor. Sandık başında ilçede ilde bu tartışmalar olmasın diye bütün partilerin de benimsediği ve kabul ettiği uygulamayı kanuna geçirmiş olduk. Burada tartışılacak bir husus yok esasen, su-istimal ediliyor bence.

PRATİKTE DE SANDIK BAŞKANI KAMU GÖREVLİSİ

Muhalefetin bir başka iddiasına, itirazına geçmek isterim. Yapılan değişiklikle sandık kurulu başkanı memur olacak. Muhalefet diyor ki “Memur iktidarın adamıdır, bir tartışma olduğunda cumhur ittifakından yana tavır alır”. Buna cevabınız nedir?

Sandık Kurulu Başkanı ile ilgili itirazlar haklı itirazlar değil. Sandık başkanları ile ilgili düzenleme çok kısa. İlçe Seçim Kurulu Başkanı -ki hâkimdir- kanunen bir liste hazırlatıyor, bu liste kamu görevlilerinden oluşuyor. İlçe seçim kurulunda üyesi bulunan siyasi partiler de birer liste vermek imkanına sahip, kanunen. AK Parti, CHP, MHP ve HDP liste verebiliyorlar. Fakat uygulamada çoğu siyasi parti liste vermiyor, veremiyor, isim bulamıyor ve verdiği listeler de çoğu zaman sandık başlarına kamu görevlilerini koyuyor.

Dolayısıyla bugüne kadar zaten sandık başkanları fiili zaten kamu görevlilerinden oluşuyor. Eğer zaten siyasi partiler liste vermediyse, İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının kamu görevlilerinden oluşan listesi, yok hayır liste vermişse siyasi partilerin listesinden çıkan ve büyük ölçüde kamu görevlisi olan kişiler başkan oluyor.

SANDIK BAŞKANLARININ YÜZDE 70’İ MEMUR VE İLÇE SEÇİM KURULU LİSTESİ

Burada da bir teamülün yasal zemine kavuşturulması var o zaman?

Zaten bugüne kadarki uygulamada bu hep böyle olmuş. En son 16 Nisan’daki uygulamaya baktım, sandık başkanlarının yüzde 70’i bir kere kamu görevlisi ve İlçe Seçim Kurulu Başkanının verdiği listeden çıkmış kamu görevlisi. Bunun dışında geri kalanının tamamının beşte biri, üçte birin beşte biri yani on beşte biri AK Parti’nin verdiği listeden olmuş. Ona yakın CHP’den var, MHP’den var, HDP’den var. Onlar arasında da kamu görevlileri çoğunlukta. Dolayısıyla oransal olarak baktığınızda aşağı yukarı yüzde 95’in üzerinde kamu görevlisiymiş 16 Nisan’da. Daha geriye gittiğimizde ise uygulamada zaten bu şekilde bir durum var, çoğu zaman siyasi partiler liste vermediği için. Şimdi buna niye itiraz ediliyor, bilmiyorum. İkincisi burada biz kamu görevlileri arasında bir eleme yapmıyoruz, bir ilçedeki kamu görevlilerinin tamamının listesini kaymakam İlçe Seçim Kurulu’na gönderecek. Siciline başka şeye göre eleyerek göndermiyor, ilçedeki bütün kamu görevlilerini elemeden gönderiyor. İlçe Seçim Kurulu Başkanı her sandık başına iki kişi olmak üzere kura çekecek, onun da takdir yetkisi yok orada. Niye iki kişi? Mazeretli olan, raporu olan, görevi kabul etmek istemeyenler olabilir diye. Tekrar bir eleme yapıp, bir daha çekmek gibi bir durum olmasın diye baştan yedeği ve kura ile belirlenmiş olacak.

HER SANDIKTA HER PARTİDEN ÜYE VAR

Dolayısıyla bugüne dek zaten kamu görevlileri görevini yapıyordu, şimdi de bütün kamu görevlileri hangi partiye oy vermiş olursa olsun kurayla belirleneceği bir sistem getiriyoruz. Eskiden kamu görevlilerini partiler veriyordu, partinin verdiği kamu görevlisi oluyordu. Şimdi tamamen kaymakamlığın verdiği ve İlçe Seçim Kurulunun belirlediği, hangi partiye mensup veya üye olduğu bilinmeyen bir kamu görevlisi başkan olmuş olacak. Kaldı ki sandık başkanı bir kişi, sandık kurulunda partilerin üyeleri var, sorun yok.

CHP BİLMEDEN ARAŞTIRMADAN İTİRAZ EDİYOR

Muhalefetin şüpheyle yaklaştığı diğer itiraz, aynı bina ya da sitedeki bazı seçmenlerin farklı sandıklara yönlendirilmesi… Sahte seçmen yaratır diyor muhalefet?

Komisyonda da tartıştık bunu. Seçim teknik bir alan, bu konuda bilgi sahibi olmayan arkadaşlar gelip komisyonda konuştular, seçim kanununda bugün de bulunan bazı hükümler bizim getirdiğimiz metinde de tekrar edildiği için sanki yeni geliyormuş gibi eleştirenler oldu (gülüyor, FA) 1961’den beri var hal bu ki. Ayrıca oradaki teknik ifadeleri bilmedikleri için de benzer durumlar oldu. Mesela bir seçim bölgesinde aynı binada oturanlar aile bütünlükleri korunmak kaydıyla farklı sandıklarda oy kullandırılabilir, deniyor. Onlar seçim bölgesi deyince İstanbul, Ankara veya Tekirdağ seçim bölgesi sanıyorlar, hal bu ki kanunda tanımı var, her muhtarlık bir seçim bölgesidir. Buradaki seçim bölgesi bir mahalledir. Aynı apartmanda olanların farklı sandığa atanması meselesi de aynı okulda bir aile bir sınıfta, bir aile öbür sınıfta, bir hanede oturanları koruyacağız. Sandıkların birleştirilmesi de var bununla bağlantılı, hem sandıklarda seçmenin dağıtılması hem sandıkların birleştirilmesi.

TERÖR ÖRGÜTLERİNİN SEÇMEN OYUNU TAKİP ETMESİNİ ENGELLİYORUZ

Neden ihtiyaç duyuluyor buna?

Yaşanan olaylar var daha önceki seçimlerde, özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde terör örgütünün bazı köyleri tehdit ettiğine rastladık, buna dair şikayetler geldi. Seçim güvenliğini hükümet sağlayamıyor mu? Sağlıyor, seçim güvenliğini seçim gününde hükümet sağlıyor orada sorun yok ama tehdit seçim gününe dair bir tehdit değil. Diyor ki terör örgütü “Bu köyden başka bir partiye oy çıkarsa malınıza, canınıza zarar veririz”. Seçim günü sorun yok ama bir hafta, bir ay iki ay sonra zarar veriliyor o köyde yaşayanlara, başka partiye oy çıktıysa. Tehdit böyle bir tehdit. Dolayısıyla biz o köyden, o sandıktan, o mahalleden kime oy çıktığının belli olmayacağı bir şekle kavuşturmak istiyoruz bunu. Ne olacak? Böylece birden fazla köy birleştirilmiş ve farklı sandıklara dağıtılmış olacak. Mesela üç beş köy ortak bir noktada birleştirilecek ama beş köye on sandık olacak ve her köyden on sandıkta da seçmenler olmuş olacak. Dolayısıyla da çıkan oyun hangi köyden çıktığına dair bir fikir olmayacak. Seçmen oyunun takibini böylece önlemiş olacağız.

Büyükşehirlerde genelde bölgeden göç eden insanlar geniş aileler olarak belli apartmanlarda oturuyorlar, bir-iki apartman aşağı yukarı bir sandık teşkil ediyor. Orada da başka partiye veya partilere oy çıkarsa diye tehditler oluyor, dolayısıyla biz seçmen oyunun takibini engellemek için bunu yapıyoruz. Bu zorunlu bir şey değil ihtiyaç olursa uygulanacak. İhtiyaca ilçe seçim kurumları, hakimler karar verecek.

SEÇMEN TAKİBİ MÜMKÜN OY TAKİBİ İMKANSIZ HALE GETİRİLİYOR

Vatandaş da talep edebilir mi bunu?

Talep edebilir. Bunu değerlendirip birleştirme kararını Yüksek Seçim Kurulu veriyor.Talep İl Seçim Kurulu’na veya valiliklerine iletilecek. Bunlar ciddi risklerse konu Yüksek Seçim Kurulu’na sunulacak, o da gerek görürse birleştirmeyi yapacak. Şimdi tabii seçmenlerin takibi meselesini teknik olarak bilmediği için Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlar, Komisyonda da bunu çok tartıştık, bilmiyorlar, bilmeyince kolay şekilde yalan yanlış yorumalar yapıyorlar. Burada seçmen listeleri her yıl bütün siyasi partilere dijital ortamda Yüksek Seçim Kurulu tarafından veriliyor ve bütün siyasi partiler kontrol edebiliyorlar. Mesela 2017’deki seçmen listesi var, 2018 ocak ayında tekrar bu listeyi alıyor her siyasi parti. 2017’den 2018’e ne değişmiş, dijital ortamda üç beş gün içerisinde tespit edebiliyor. Bu değişikliklerde şüphe uyandıran varsa itiraz imkanı var. Bu her yıl oluyor, bir. İkincisi, YSK seçimden önce bir siyasi partilere bu listeleri bir daha veriyor. Listeler askıya çıkıyor önce. Askı aşamasında seçmenlerin apartmanlardan dağıtılması söz konusu değil. Aksine herkesin ikametgahına göre bir sıra dahilinde var, buradan takip etmek mümkün. Seçmenler var mı,  yok mu, mükerrer yazım var mı yok mu, diye takip etmek askıya çıkılıyor. Askıda şu çıksın, şu insin gibi itirazların kanuni şartları var. Onlar yapıldıktan sonra güncellenmiş oluyor liste. Güncellemiş listeler siyasi partilere bir kere daha veriliyor. Sonra buna da itirazlar mümkün. Bu itirazlar da değerlendirildikten sonra son şekli veriliyor, kesinleşiyor liste. Bu kesin listeler bir daha siyasi partilere veriliyor. Daha sonra bu kesin listeler üzerinden sandıklara atama yapılıyor. Yani kimin hangi sandıkta oy kullanacağı, dördüncü aşamadan sonra belirleniyor. Bu da ayrıca siyasi partilere veriliyor. Yani hangi seçmenin hangi sandıkta oy kullandığını biliyorsunuz ama sandıkta 200-300 seçmen var. Onun ne oy verdiğini bulamazsınız. Biz burada seçmenin nerede oy kullandığını gizlemiyoruz ama oyunun takibini engelleyen bir sistem getirmiş oluyoruz. Dolayısıyla yapılan itirazlar temelsiz, cahilce, konuyu bilmeyenlerin itirazları.

Bir başka itiraz: Artık vatandaş da seçim kurulu başkanı gibi ihtiyaç hissettiğinde polis ya da jandarma davet edebilecek, çıkan olaya müdahale için. Sıkıntılı deniliyor?

Güvenlik görevlilerini çağırma imkanı şu anda sandık kurulu başkanının ve sandık kurulu üyelerinin. Ama bazı yerlerde yaşanan şeyler var. Sandık kurulu başkanı hatta sandık kurulu üyeleri bir olay olduğu halde çağırmıyor sandık başına güvenlik güçlerini. Çekiniyor oradaki psikolojik ortamdan etkilenerek. Şikayetler geldi. Çünkü sandık kurulu üyeleri ve başkan oy kullanma süresi boyunca ve sandık açıldıktan sonra orada görev yapıyor. Halbuki oraya gelen bir seçmen buna şahit olduğunda oyunu kullanıp gidecek, göz önünde olma durumu yok. Eğer sandık kurulu başkanı ve üyeleri bunu yapmazsa seçmenlerin yapabilmesine imkan getiriyoruz, olay varsa.

SUİSTİMAL İHTİMALİNE KARŞI TEDBİR ALINDI

Olası suistimalleri engelleyecek tedbirler alındı mı?

Evet, telefonla SMS’le çağırma imkanı yok. Bizzat yapılması gerekiyor. Karakola gidecek veya güvenlik güçlerine kimliğini tanıtarak bunu yapacak. Sorumluluğunu alacak. Ve sandık güvenlik güçleri oraya gittiklerinde olay gerçekse müdahale gerektiren bir durumda müdahale edecekler ve sorun çözüldüğünde oradan ayrılmak zorundalar. Bu kanunda hüküm olarak var. Kaldı ki güvenlik güçlerinin sandık başında müdahaleleri de sandık kurulunun denetiminde olacak.

“SİYASETE YATAY GEÇİŞLE GELENLERİN” CAHİLCE İTİRAZI

Seçimlerin boykot edilmesi de konuşuldu aslında CHP çevrelerinde. Böyle bir olasılık var mı sizce, süreç nasıl etkilenir öneri güncellenirse?

Eski TBMM Başkanımız Cemil Çiçek'in bir tabiri var sonuçları iyi hesap edilmemiş teklifler yapan siyasetçilerle ilgili, “Bu tür teklifleri siyasete yatay geçişle gelenler yapıyor” der. Bu öneri de Cumhuriyet Halk Partisi’ne yatay geçişle gelen arkadaşların teklifleri. Siyasetin içinden gelmemiş, tamamen soyut, teorik bir takım parlak zannettiği fikirleri ortaya atanlar. Öyle bir şey söz konusu olmaz. Olamayacağını da zaten CHP'nin yetkilileri söylediler. İfade ettiğim gibi CHP'nin getirdiği eleştirilerin hiçbirisinin gerçekte temeli yoktur. Önemli bir kısmı seçim hukukunu, kanunu bilmemelerinden kaynaklanan itirazlardı. Ayrıca meseleyi sistemin bütünlüğü içinde değerlendiremiyorlar. Sandık kurulunda CHP'liler var zaten. Bütünlük içinde bakabildiklerinde zamanla bunları göreceklerini düşünüyorum.

YENİ BİR İÇ TÜZÜK YAPILABİLİR Mİ?

Uyum yasalarının yürütmeyle ilgili çalışmaları ne durumda?

Uyumla ilgili yapılacak çalışmaların ağırlıklı kısmı yürütmeyle ilgili. Bu bir taraftan devletin merkez, taşra teşkilatları olarak yeniden yapılandırılması, bir taraftan bürokrasinin de üst düzey bürokrasinin özellikle yeniden yapılandırılmasıyla ilgili düzenlemeler. Yasamayı da etkileyen bir yönü var bu değişikliğin. Dolayısıyla yasama organının temel metni, parlamentonun anayasası kabul edilen iç tüzüktür. İç tüzük yapmış olduğumuz uyum çalışmalarının önemli bir unsuru. Çalışılıyor yeni bir iç tüzük yapılabilir mi diye. Diğer husus da seçim ve siyasi partilerle ilgili çalışmalar. O da devam ediyor. Bu bakımdan yani sadece yürütmeyle ilgili değil ama dediğim gibi birçok alanı düzenleme imkanı var karşımızda.

NİSAN SONUNA KADAR SOMUTLAŞIR

Nasıl bir takvim var, Nisan ayı bitmeden meclise gelecek deniyor?

Çalışma devam ediyor. Belli bir noktaya geldi. Tamamlandıkça Meclise gelecek.

Partimizin Genel Merkezimizde, bir komisyon kuruldu, komisyonlar çalışıyor. Komisyonların çalışmaları ortaya çıkınca Milliyetçi Hareket Partisi ile de paylaşılacak. Milli Mutabakat Komisyonu bir değerlendirme yapacak. Ortaklaştırılacak çalışmalar. Daha sonra bunlar Meclis’e verilecek. Sonra da normal süreçler içerisinde kanunlaştırılacak.

Ama şunu söylemek isterim. Çalışmalarla ilgili planlama Nisan sonu itibariyle en azından somutlaşması şeklinde. Ama büyük kısmı, seçimden sonra uygulanabilecek şeyler. Bunları bu gün yapmış olsak bile uygulanması mümkün değil çünkü yeni sistem uygulamaya tam olarak girdikten sonra uygulanacak şeyler. Dolayısıyla o zaman için yapılan bir çalışma bu. Ama tabii ki kamuoyunun bilmesi, tartışması için zaman olmasında fayda var.

MİLLİ MUTABAKAT KOMİSYONU SENKRONİZE Mİ?

MHP'nin hukukçu kurmaylarıyla AK Parti hukuk kurmayları arasında savrulmamak, paralel çalışmak için bir koordinasyon var mı? Tamamen bağımsız mı çalışıyorsunuz yoksa?

Zaten Genel Başkanlarımızın görevlendirmiş olduğu komisyonlar var. Milli Mutabakat Komisyonu var. Bu komisyonda iki partiden üçer kişi var. Gerek olduğunda görüşüyoruz. Ama esas mesele bu tür çalışmaların parti mutfağında somutlaştırılması, daha sonra ortak çalışmaya dönüştürülmesi. Bu bakımdan ihtiyaç olduğu takdirde görüşme imkanımız var. Ama dediğim gibi program dahilinde çalışmalar tamamlandıkça görüşmeler için toplanılacak.

BAKANLAR KURULU OLSA DA ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Birkaç nokta basına yansıdı, mesela bakanlıklara bir tür uyum ayarı yapılacağı, bazılarının birleştirilip kiminin ayrıştırılacağı ve yeni bakanlıklar kurulacağı gibi.  Üst bürokrasiye Cumhurbaşkanıyla gelip giden CEO anlayışıyla atamaların yapılacağı gibi. Bunlar AK Parti'in ısrarcı olduğu önerileri mi?

Tabii parlamenter sistemden farklı olarak başkanlık sisteminde bakanlıkların durumu farklı. Aslında teknik olarak bir kabine söz konusu değil, parlamenter sistemde olduğu gibi. Her ne kadar uygulamada bakanlar kurulu deniyor olsa da. Temel farklılık şu; bakanlar bakanlıklarına dair sorumluluk taşıyorlar, bir de parlamenter sistemin temel özelliği kolektif sorumluluğu kabine olarak var bakanların. Hal bu ki yeni sistemde tabii ki her aşamadaki görevlinin bir sorumluluğu var. Nihayetinde tek sorumlu var, o da cumhurbaşkanı, başkan... Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde kabine derler bakanlar kuruluna ama bizdeki gibi bakan değildir oradaki görevlilerin adı. Sekreterdir, belli departmanların sekreteridir. Dışişleri sekreteridir, yani devlet sekreteridir. Ve yine parlamenter sistemde güvenoyu, gensoru gibi meseleler var ama burada yok. Bakanların ve kabinenin sorumluluğu parlamentoya karşı değil başkana, cumhurbaşkanına karşı. Dolayısıyla bunları bu anlayışla yeniden yapılandırmak lazım. Şüphesiz birlikte değerlendirme, istişare etme imkanları olur. Bunun adına kabine diyebiliriz ama içeriği, mahiyeti farklı. Şimdi erken bunların üzerinde konuşmak için.

CHP’NİN KATKISI YOK, TOPTAN REDDİ VAR

Ana muhalefet partisi kamuoyuna dönük olarak bütün sistemi ve uyum çalışmalarını eleştiriyor. Referanduma giderken de böyleydi, 2019 için de böyle. Parlamenter sisteme dönüşü vadediyor CHP. Ama bir yandan da TBMM komisyonlarında birlikte çalışıyorsunuz. Toptan reddiyeci tutum sürüyor mu komisyonda yoksa şu maddeyi şöyle ıslah etsek gibi bir öneriyle de gelebiliyorlar mı?

Hükümet sistemi değişikliğine başından beri Cumhuriyet Halk Partisi'nin tavrı toptan ret tavrı. Anayasa değişikliği sürecinde de gördük, katkı yapmayı seçmediler. Zaman zaman “biz esasen sisteme karşı değiliz, olabilir ama bu şekline karşıyız başkanlık sisteminin” de diyorlar. Gerçek böyle değil çünkü ‘yaptıkları katkı’ bakımından değerlendirdiğimizde görüyoruz, son uyum kanunları değişikliğinde de gördük. Katkı yapmak isteyenler, madde metninde neyin değişmesi gerektiğini söyleyebilirler. Öneride bulunabilirler somut olarak.  CHP’nin son kanun teklifi değişikliğinde verdikleri önergelerin hepsi “madde kanun metninden çıkartılsın” şeklindeydi. Bunu bir katkı olarak değerlendirmek mümkün değil. Metnin tamamına karşı olabilirsiniz, o zaman da böyle bir tepkiye gerek yok. Bu, çalışmaları sabote etmek gibi bir amaca ancak yorumlanabilir. HDP’nin tutumu da aynıydı. HDP sadece iki konuda farklı önerge verdi. Onun dışında onlar da madde metinden çıkartılsın yönündeydi.

CHP’DEN ÜMİTLENDİK AMA CİDDİYE ALINACAK ÖNERİ GETİRMEDİLER

Biz CHP’den katkı sağlayacakları konusunda biraz ümitlendik, komisyon çalışmalarının uzatılmasını istemişlerdi, kabul ettik uzattık. Komisyon çalışmalarının son gününe üzerinde tartışma olmayan iki madde, yürütme ve yürürlük maddelerini koyduk, erteledik. Bitebilecek bir çalışmayı bir gün ertelemiş olduk. CHP’nin diğer partilerle yapacağı görüşme vardı, oradan çıkacak raporu vereceklerini söylemişlerdi. Bekledik ama grup başkan vekilimize verilen rapor daha sonra CHP sözcüsünün komisyon kayıtlarına geçilmiş olan raporunun özetine baktığınızda ciddiye alınacak somut bir öneri yok. Az önce konuştuğumuz itirazları dile getiriyorlar ama itirazların gerçek olmadığını, seçim kanunlarında düzenlemeler dikkate alındığında itibar edilecek itirazlar olmadığını net olarak görüyoruz.

Neden bu yolu seçiyor olabilirler?

Kanaatim CHP daha önce de olduğu gibi buraya Ak Parti-MHP ittifakının getirmiş oldukları tekliflere sadece karşı çıkmak üzerinden bir siyaset yürütüyor. Kendisinin bir tezi yok sadece eleştiri yapıyor. Bu bakımdan sonrada ittifak çalışmasına da başladılar, bazı partilerle görüşüyorlar hatta genel başkanlar düzeyinde yok ama alt düzeyde yürüyor falan diye geçen gün açıklama vardı CHP kanadından. Biz kanun değişikliğini yaptık herkes ittifak yapabilir de, bu da bir ittifak değil, bir ‘karşı ittifak’. Öncesi, bir hikayesi olmayan, ilkeleri, bir parametresi ve paradigması olmayan bir ittifak bu.

ERKEN SEÇİMİ İKTİDAR İSTEMEZ, MUHALEFET İSTER

Son günlerde yoğun konuşulan konulardan biri de erken seçim ihtimali. Cumhurbaşkanı net lakin muhalefet ısrarla AK Parti istediği oyu bulamadığı için şartları değerlendirip seçimi erkene alacak diyor. Bir taraftan da AK Parti’ye yakın bir ismin “erken seçim bekliyorum” yorumu partiye atfediliyor. Başbakan ile Bahçeli’nin sürpriz görüşmesi de bir işaret olarak görüldü. Böyle bir ihtimal var mı?

Tuhaf bir durum var. Erken seçimi kim istiyor? Hükümetin istemediği ortada, zaten parlamenter sistemlerde daha çok hükümet istemez de erken seçimi, muhalefet ister. Peki, muhalefet istiyor mu? Hayır. Muhalefet biz erken seçim istiyoruz diye ortaya çıkmıyor, hükümet erken seçim düşünüyor diyor. Eğer hükümet kanadı yüzde 50’yi bulamıyorsa muhalefet açısından ne güzel bir fırsat, değerlendirmesi, çıkıp seçim istemesi gerekir. Ama istemiyor. Biz prensip olarak 2002’den beri seçimler vaktinde yapılacak prensip bu diyoruz. Çok istisnai bir durum 7 Hazirandan sonra ortaya çıktı, hükümet kurulamadığı için seçim erken yapıldı. Ama burada erken seçim yapılmayacağına dair bir kararlılığı çok defa ifade ettik.

SPEKÜLASYONLARI ORTADAN KALDIRDIK, 2019’A KADAR ORTAM STABİL

Deniyor ki, “hükümet sistemi değişikliği parlamenter sistemi değiştirecek, parlamento bu anlamda görevini yaptı, dolayısıyla daha fazla beklemeye gerek yok”.

İzah etmek isterim: Evet ittifakla ilgili düzenleme milletvekili seçimlerinde uygulanacak. Dolayısıyla 3 Kasım 2019’da yapılacak olan seçimlerde uygulanacak. Bunun erken yapılmasının sebebi de bu tür spekülatif değerlendirmeleri ortadan kaldırmak Türkiye’de. Bir çok tartışma vardı, burada güçlü bir duruş ortaya koyarak MHP ile beraber, Türkiye’deki tüm bu tartışmaları bugün ve gelecek açısından ortadan kaldırdık ve seçime kadarki dönemi stabil hale getirmiş olduk.

Ak Parti yüzde 60 hedefinden bahsediyor, Kılıçdaroğlu yüzde 70 bekliyor. Herkes ittifakların olası aritmetik sonuçlarını ölçmeye çalışıyor. Her ittifakın da bir takım yan etkileri olabilir. Mesela Kürt oylarını kaybeder mi MHP ittifakından dolayı AK Parti deniyor. Dolayısıyla 15 yıldır zaten rahat şekilde önde ve iktidar olan AK Parti yüzde 50 artı 1 barajını kendine koymuş oldu. Bu çıta zorluyor mu AK Parti’yi? Neden “çoğunluğu alan parti” denmedi de yüzde 50 +1 dendi?

Hayır, o bakımdan AK Parti’de sıkıntı yok. Başta Cumhurbaşkanımız olarak, AK Parti olarak başkanlık sistemini uzun zamandır çalıyoruz. Yeni bir konu değil, partinin kuruluşundan itibaren var. Kaldı ki Cumhurbaşkanımızın içinden geldiği siyasi gelenek bu sistemi ta 70’lerden beri savunuyor. Bu açıdan bizim bir tereddüdümüz yok.

AK Parti-MHP ittifakındaki mesele, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı riskler bakımından dünyada önümüzdeki dönemde Türkiye’de daha güçlü bir siyasi iktidar, birlik beraberlik tablosu ortaya koymak için düşündüğümüz bir şeydi.

Elbette MHP farklı, AK Parti farklı parti, her konuda mutabıkız anlamına gelmiyor bu. Ama doğrudan Türkiye’yi alakadar eden konularda mutabakatımız var. Yine aynı şekilde partilerin siyasetçilerin menfaatleri Türkiye’nin menfaati ile çelişiyorsa o zaman Türkiye’nin menfaatini önceleyen bir tavır, duruş var. Bunun, yapılacak seçimde yüzde 50 artı 1 gerekiyor şeklindeki noktadan hareketle ortaya çıkmadığını söyleyeyim peşinen. Zaten bu sistem değişikliğini MHP ile beraber yaptık. İttifak başlarken de söylediğimiz gibi anayasa değişikliğiyle oluşmuş bir ittifak değil. Onun öncesinde oluşmuş, ittifakın sebebi değil, ittifakın bir sonucu olarak ortaya çıkmış anayasa değişikliği. O bakımdan bu tartışma, biraz ters tartışma. Necip Fazıl’ın bir lafı vardı, “Atı arabanın önüne değil arkasına koşmak” diye, onun gibi bir şey bu da. Türkiye içerisinde birlik görüntüsü ortaya koyabilmek için düşünülmüş bir şey bu.

CHP TÜRKİYE’DEKİ GELİŞMELERİ YANLIŞ OKUYOR

Bir son soru: CHP’nin vaadi; parlamenter sisteme dönüş vaadi. AK Parti ve MHP 16 Nisan 2017’de anayasal hüküm haline gelen yeni hükümet sistemini uyumlu ve iyi işler hale getirmek için çabalarken muhalefet tam tersini savunuyor, geri dönmek istiyor. Ne demek istersiniz?

Ben bunu Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yanlış okumak olarak değerlendiriyorum. Benzer bir şeyi CHP, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair anayasa değişikliği yapıldıktan sonra da dile getirdi. 2007’de Ekim ayında referandumdan geçmişti değişiklik halbuki. Önceki Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül referandumdan önce seçilmişti. Referandum yapıldı, halk tarafından seçilme benimsendi ve seçim 2014, 10 Ağustos’taydı. 7 yıla yakın bir zaman vardı. CHP ile Uzlaşma Komisyonu’nda da, anayasa değişikliğinde de çalıştık, bunu geri çevirelim, Cumhurbaşkanını parlamento seçsin, diyordu. Anayasa değişikliği yaptık, referandumdan geçti artık dediğimizde de “henüz uygulanmadı, değiştirebiliriz” modundaydı. Değişikliğin ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyorlardı.

TÜRKİYE’DEKİ ANAYASAL AKIŞ SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİNİ GETİRDİ

Ne anlamda?

Konjonktürel bir sebepten ortaya çıkmış bir değişiklik değildi, konjonktürel bir sebep, 2007’de parlamentoda Cumhurbaşkanının seçilememiş olması anayasa değişikliğini tetikledi. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi Türkiye’de çok uzun zamandır tartışılan bir husus. Bu bir adım olarak gerçekleşmiş oldu. Değişiklikler bu adımın devamı mahiyetinde. Başkanlık sistemi tartışması 1923’e kadar gidiyor. Ama esasen Türkiye’deki anayasa değişiklikleri sürecine bakarsak 1961’de bir cumhurbaşkanı var, parlamento seçiyor, sembolik yetkileri var. 1982 Anayasasında parlamento seçiyor ama yetkileri artırılmış bir cumhurbaşkanı var. 2007 değişikliğinde halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının yetkilerinde artırma var. Sistem, yetkileri cumhurbaşkanında toplayan bir çizgi izlemiş bu güne kadar. Sonraki adım zaten başkanlık sistemiydi. Yani bir sonuç var, akışın getirdiği bir sonuç.

16 NİSAN 15 TEMMUZ’DAKİ DURUŞUN TAPUYA TESCİLİ GİBİDİR

1961 Anayasasıyla Türkiye’de getirilen vesayetçi bir sistem var. Vesayetçi sistemin tasfiyesi için AK Parti geldiği günden bu yana bir mücadele yürütüyor. Bu mücadele, büyük ölçüde siyasetin gücüyle yürütülen bir mücadele ama bununla bağlantılı olarak kazanılan noktalarda hukuki değişikliklerle teminat altına alınan bir mücadele. 2002’den bu yana Türkiye’de 61 Anayasasının getirdiği vesayetçi anlayışı, bürokratik oligarşinin Türkiye’de gerçek iktidar olduğu anlayışını değiştirmeye çalışan AK Parti politikası var. O konuda çok mesafe alındı. Bu sebeple 15 Temmuz’daki darbe teşebbüsünün başarısız olmasının sebebi de budur. AK Parti 2002’den bu yana Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye’de vesayet paradigmasını ortadan kaldırdı. 15 Temmuz’da darbe yapmak isteyenler darbe yapacak güçlerinin olduğunu vehmettikleri an esasen darbeciliğin ortadan kalkmış olduğunu gördüler. 16 Nisan’daki değişiklik aşağı yukarı devam eden o siyasi tavır alışların, mücadelelerin anayasal temelini ortaya koymaktı, bir bakıma tapuya tescil ettirmekti. Bu akışın getirdiği sonuç varken tekrar parlamenter sisteme dönelim iddiası, suyun akışını tersine çevirmeyi istemek gibi. Olayı bir fotoğraf karesi gibi değil bir film şeridi gibi görmekte fayda var.