24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

SETA Terörizm ve Güvenlik Uzmanı Dr. Necdet Özçelik: Rusya'nın hedefi radikalleri imha, ılımlıları ilgadır

ÖZÇELİK: Rusya’nın amacı Kafkas ve Orta Asya kökenli teröristlerin İdlib’ten çıkamaması. İran ve Rejimle birlikte askeri zafer ilan etmek ve zayıflatılmış muhalefeti, Cenevre sürecindeki en zayıf aktör olarak görmek istiyor.

FADİME ÖZKAN17 Eylül 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
SETA Terörizm ve Güvenlik Uzmanı Dr. Necdet Özçelik: Rusya'nın hedefi radikalleri imha, ılımlıları ilgadır

Rusya 4 Eylül’de Rejim güçleriyle birlikte İdlib’e hava operasyonlarını başlattı. 7 Eylül Tahran zirvesinden de ateşkes çıkmadı. Türkiye’nin, Avrupa’nın, BM’nin ve ABD’nin uyarılarına rağmen belli noktaları vuruyorlar. Rusya şunu diyor cevaben: İdlib’te cihatçılarla ılımlıları ayırmak Türkiye’nin sorumluluğu.” Bu ifadede/yaklaşımda nasıl bir sorun var bunu konuşmak isterim ama şuradan başlayalım: İdlib’te toplanan cihatçılarla ılımlıları ayırma sorumluluğunu alma sürecine nasıl vardık biz?

Astana süreci 30 Aralık 2016’da ilan edilen ateşkesin devam ettirilmesine dair bir inisiyatifle başlatıldı. Süreçte temel olarak üç amaç hedeflendi; Suriye’de ateşkesin izlenmesi için bir komite oluşturulması, ateşkesin devamı için üç ülkenin garantör olması ve insani yardımların önünün açılması. Ateşkes ihlallerindeki artış tarafların karşılıklı olarak birbirini suçlamasıyla daha da hızlanmış ve insani yardım faaliyetlerinin de durmasına sebep olmuştu. Ateşkes ihlallerinin Suriye rejimi ve muhalif grupların her ikisi tarafından da yapıldığını kabul etmek gerek. Bu durum özellikle Dera, Kuneytra, Doğu Guta ve İdlib’te görüldü. Bunların arasında en karmaşık yer İdlib’ti. İdlib bölgesinde homojen bir muhalefet yapısından bahsetmek mümkün değil. Dolayısıyla İdlib’te ateşkes ihlallerinin heterojen yapıya sahip silahlı grupların hangisinden geldiğinin belirlenmesi için grupların ayrıştırılması ihtiyacı ortaya çıktı. Böylelikle İdlib bölgesinde, Suriye’deki devrim hareketinin içinde yer alan ve radikal ideolojilerden uzak Suriye rejimine muhalif gruplar terör örgütleri ve radikal gruplardan ayırt edilebilecek ve terörist/radikal gruplardan gelen ateşkes ihlalleri de muhalefetin bütününe mal edilmeyecekti. Öte yandan, bazı gruplar da ılımlı muhalif karakterine dönüştürülmek için teşvik edilecekti. Türkiye bu noktada inisiyatif alarak üzerinde doğrudan ve dolaylı etkisi bulunan muhalif grupları hem kontrol edilebilir bir çatı altında birleştirmek için ayrıştırma, dönüştürme ve birleştirme sorumluluğunu üstlendi. Bu süreçle ılımlı grupların uluslararası görüşmelerde daha bütüncül hareket ederek Suriye’nin geleceğinde daha etkin rol alacak, hem de Halep’te ve Suriye’nin diğer bölgelerinde yaşanmış insani dramların İdlib’te tekrarlanmasının önüne geçilecekti.

 

RUSYA: RADİKALLER RADİKAL KALSIN

Diğer garantör devletlerin hiç katkısı, dahli yok mu buna?

Rusya’nın ayrıştırma, dönüştürme ve birleştirme sürecinde yalnızca ayrıştırma faaliyetleriyle ilgilendiğini söyleyebiliriz. Rusya ayrıştırma sürecini aceleye getirerek, Türkiye’yi hata yapmaya zorlamaktadır. Böylelikle, İdlib’te müdahale etmeyi planladığı terörist ve radikal grupların sayısını çoğaltarak müdahale alanını da geniş tutmayı planlıyor. Bunu yaparken de Türkiye ile bir mutabakat dahilinde harekat düzenlediği vurgusu yaparak ılımlı muhalif gruplar arasında Türkiye’ye karşı şüphe uyandırmayı ve Türkiye’nin muhalefet üzerindeki etkisini zayıflatmayı hedefliyor. Rusya’nın müdahale alanını geniş tutmakla ılımlı silahlı grupları radikal örgütlerin etrafına toparlamak için bir provokasyon aracı olarak gördüğünü de söyleyebiliriz. Öte yandan, radikal grupların ılımlı karaktere dönüştürülmesi Rusya ve Suriye’nin silahlı müdahale gerekçelerini zayıflatacağından ve muhalif gruplar ile dönüştürülen radikal grupların tek bir muhalif çatı altında birleştirilmesi anayasa yazımı ve Cenevre sürecinde önce Rusya ve Rejim’in elini zayıflatacağından arzu etmedikleri bir girişim.

 

TÜRKİYE’NİN ROLÜ BM’DEN DESTEK GÖRÜYOR

Rusya’nın “İdlib’te cihatçılarla ılımlıları ayırmak Türkiye’nin sorumluluğunda” cümlesinde sanki terör grupları ve teröre meyilli grupları yöneten devlet pozisyonuna itilmek gibi bir sıkıntı yok mu? Hele de “DEAŞ’a destek veren, silah veren, kimyasal veren ülke” gibi bir iftira, algı operasyonuna da maruz kalmış iken? 

Türkiye el Kaide, DEAŞ, Nusra Cephesi ve HTŞ gibi örgütleri terör örgütü listesine alarak hem Birleşmiş Milletlerin terörle mücadele kapsamındaki bağlayıcı kararlarının gereğini yerine getirmiş hem de bu örgütlerle sahada doğrudan mücadele etmek suretiyle ulusal güvenliğini müdafaa etmiştir. 2011-2016 yılları arasında Yabancı Terörist Savaşçıların (YTS) Türkiye üzerinden Suriye topraklarına giriş çıkışları sizin ifade ettiğiniz iddiaların en başında gelen argümanıydı. Bu iddiaları öne sürenler, bu süreçte Suriye’den Türkiye’ye gelen göç akını, Türkiye’nin sınır güvenliğindeki kapasite problemleri, yabancı ülkelerin Türkiye ile işbirliğindeki gönülsüzlükleri, devlet kurumlarındaki FETÖ varlığı ve Türkiye’nin o dönemde Suriye’deki en önemli müttefiki olan ABD’nin politikasındaki belirsizlik gibi bir seri gerçeği göz ardı ediyorlar.

Türkiye’nin İdlib’te radikal grupların dönüşümü için gösterdiği çabanın terörü bitirmek için yapılan bir girişim olarak görülmeli. Kontrol edilebilir bir muhalefet ve şiddetten uzaklaşmış radikal grupların bölgesel ve küresel istikrara fayda getirir. BM Genel Sekreterinin Tahran Zirvesinden sonra Türkiye’nin yapıcı rolünü vurgulayan açıklaması Türkiye’nin ayrıştırma, dönüştürme ve birleştirme inisiyatifin uluslararası kamuoyunda olumlu bir karşılığı olduğuna dair en iyi göstergelerden biridir.

 

HEM İNSANİ HEM GÜVENLİ ÇÖZÜM

Türkiye Astana’daki diğer garantörlere “radikal terör gruplarının silah bırakması, ılımlıların ve sivillerin bombardımanların hedefi olmaması için zaman verin” demişti. Neyi vaad ediyor, neyi umuyor ve ne planlıyor Türkiye?

Geçen yedi yıllık dönemde silahlı grupların ideolojik pratikleri, sosyal etkinlik mekanizmaları ve toprak hakimiyetlerine bakılırsa İdlib’te birbirinden ayrı bir takım yerleşik nizamların meydana geldiği söylenebilir. Dolayısıyla, ayrıştırmanın da ideolojik, sosyal ve teritoryal (bölgesel) kontrol alanlarının derinliklerindeki alt parametreler üzerinden yürütülmesi gerektiği görülüyor. Bunlar göze alındığında ayrıştırmanın kısa bir sürede yapılması mümkün görünmektedir. O halde ayrıştırmanın daha dikkatli yapılması için daha fazla zamana ihtiyaç olduğu görülüyor. Bu süreçte pozitif ayrışan gruplar aynı zamanda bir de dönüşüm sürecine tabi tutulmakta ve “radikal örgüt” tanımlamasından uzaklaştırılarak “ılımlı muhalif” olarak kimliklendirilmesi gerekmektedir.

Şöyle bir metafor yapalım. Türkiye’nin bu çabası göletteki suyu boşaltıp içinde yaşayan canavarı ortaya çıkartmaya benzetilebilir. Canavarı bulmak için gölet faunasının tamamına zarar vermek uygun bir yöntem değildir. Filtreleme ve arıtma işlemlerine ihtiyaç duyulur, bu da gölet bendinin tahrip edilip suyun boşaltılmasıyla canavarın biran önce ortaya çıkarılmasından daha çok zaman alır. Suriye-Rusya cephesi İdlib’te Halep’te, Hama’da, Dera’da ve Doğu Guta’da olduğu gibi aceleci ve toptancı bir yaklaşım sergiliyor. İdlib’te pozitif ayrışan grupların belirlenmesi ve dönüştürülmesi için zamana ihtiyaç var.

 

İDLİB’TE ÜÇ KATEGORİ VAR

İdlib’teki terör örgütleri ve silahlı gruplar için nasıl bir tasnif yapılıyor peki?

İdlib’teki silahlı grupları Türkiye’nin ayırma, dönüştürme ve birleştirme perspektifinden bakıldığında üç kategoriye ayırabiliriz. Bir, değişimi reddeden ve dönüşümü mümkün olmayanlar, iki, dönüşümü zor olanlar ve üç, dönüşümünü ve birleşmesini tamamlamış olanlar ve dönüşümü devam edenler.

 

TÜRKİYE ANALİTİK YAKLAŞIYOR

Bu ayrışmayı yapabilecek bir istihbarat kapasitemiz var mı bizim? Bu kadar nüfuz etmiş vaziyette miyiz Suriye muhalefetine? Ki bunlar arasında El-Kaide, DEAŞ vs artıkları da var?

Suriye’deki iç savaş tecrübesi bir kez daha gösterdi ki düzensiz savaşa ait terörist ve isyancı kavramların tanımlanmasında devletler, uluslararası ittifaklar ve uluslarüstü organizasyonlar arasında tam bir mutabakat yok. Ancak, bu tanımlar birbirinden ne kadar farklı olsa da yaklaşımlarda benzerlikler göstermektedir. Türkiye’nin de ayrıştırmaya tabi tuttuğu grupları benzer bir yaklaşımla grupların nihai siyasi hedefleri, örgüt programlarındaki stratejileri, motivasyon kaynaklarını, sosyal ve coğrafi çevre ile olan ilişkilerini, stratejilerinin odak noktalarını,  program yöntemlerini ve eylemlerin etki, alanlarını göz önde bulundurarak analiz yaptığını değerlendiriyorum. Grupları bu parametreleri kullanarak ayırmak kategorilere ayırmak Türkiye’nin ilgili kurumlarınca zor değil.

 

SİLAHLI AKTÖRLERİ SİYASİ AKTÖRLERE DÖNÜŞTÜRME HEDEFİ

Esas hedef ne?

Mesele, kategorilendirdikten sonra dönüşümün nasıl yapılacağında. Dönüşüm silahlı aktörlerin siyasi aktörlere evrilmesini hedeflemelidir. Zira, bu grupları anayasa yazım sürecine dahil etme gayretleri bu kapsamda değerlendirilmelidir. O halde dönüşüm de Suriye’nin geleceğinde hangi aktörlerin yer alacağını belirleyecek temel işlevlerden birisi denilebilir. Bana göre, Türkiye’nin radikal grupların büyük bir bölümünü şartlandırıcı, özendirici ve zorlayıcı birçok alternatifi bulunuyor.

O gruplar bu dönüşümü isteyecek mi peki?

Silahlı grupların saha gerçeklerinden şunu tecrübe ettiğine inanıyorum, kendileri de herhangi yabancı bir aktör tarafından DEAŞ gibi bitirilebilir, PKK kadar yıpratabilirler.

 

DEĞİŞİMİ REDDEDENLERİN SAYISI 1000 KADAR

Bu saydığınız üç grupta kimler var? Sayıları asıl, arkalarında kimler var?

O üç kategori altındaki silahlı grupları şöyle sayabiliriz. 1) Değişimi reddeden ve dönüşümü mümkün olmayanlar: Hurras’üd Din: HTŞ’den ayrılan grup el-Kaide’nin ideolojisine benimsemektedir. 27 Şubat 2018’de sosyal medya ağları üzerinde yayınladığı bir açıklama ile kuruluşunu ilan eden Hurras ed Din (Dinin Muhafızları) grubuna ilk biat (bağlılık yemini) edenler Ceyşu'l Melahim, Ceyşu'l Badiye, Ceyşu'l Sahil, Seraya Kabul ve Seriyeti Guta ve Duma adlı yapılanmalar oldu. Daha sonra Ebu Ubeyde Bin Cerrah Ketibesi, Ebubekir Sıddık Ketibesi, Bettar Ketibesi, Guraba Seriyesi, Abdurrahman bin Avf Seriyesi, Seraye el Sahil,  Ensaru'l Hak, Ebna eş Şeria ve Tevhid Tugayı Aslanları Hurras ed Din grubuna katıldı. Böylelikle Hurras Ed Din grubu altında 14 grup faaliyet göstermeye başlamıştır. Hurras ed Din grubunun oluşumunun tarihsel nedeni Nusra Cephesinin El Kaide’den biatını geri çekmesine kadar gitmektedir. Merkez El Kaide lideri Eymen el Zevahiri’nin HTŞ yönetimine yönelik gerçekleştirdiği ‘biat’ açıklamaları ile HTŞ içerisindeki El Kaideci kanadın kopuşu hızlanmış ve Hurras ed Din yapılanmasının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oldukça küçük grupların birleşiminden meydana gelen Hurras ed Din’in savaşçı sayısı tam olarak bilinmemekle beraber 1.000 civarında olduğu düşünülmektedir. Hurras ed Din grubunun pozitif ayrışması ve dönüşümü kuvvetli ideolojik yapısından dolayı mümkün görülmemektedir.

 

HTŞ’NİN DÖNÜŞÜMÜ ÇOK ZOR

Dönüşümü zor olanlar: Heyet Tahrir üş Şam (HTŞ): el-Kaide ve DEAŞ ile ilişkisi bulunmadığını ilan eden kendisini önce Nusra Cephesi daha sonra da HTŞ olarak tanımlayan grup büyük oranda Suriyeli ve selefi ideolijiyi benimseyen gruplardan oluşmaktadır. Bu grubun tüm radikal gruplar içinde sayısal ölçek itibariyle önemli bir yer tuttuğu ve silahlı eleman sayısının 10.000-12.000 civarında olduğu değerlendirilmektedir. Diğer öğütlerle olan bağını reddetmesi, isim değişikleri yapması örgütün hayatta kalmak için bir pragmatizm tarzına sahip olduğu şeklinde değerlendirilebilir. Öte yanda yerel insan kaynağıyla olan ilişkisi de örgütün Suriye’nin geleceğinde söz sahip olmak için feragat edebilmesi için gereklenebilir. İdeolojisinden ne kadar feragat edeceğini söylemek ise oldukça güçtür. En iyi senaryo olarak örgütün kendisini lağvetmesi ve elemanlarını başka bir ılımlı gruba dahil etmesi şeklinde olabilir.

Türkistan İslami Partisi: Çin’de yaşanan zorluklar nedeni ile örgüt 1996 yılında Afganistan-Pakistan sınırında bulunan Veziristan bölgesine taşınmıştır. 2012 yılından bu yana Suriye’de ki savaşta etkin bir rol oynayan grubun yaklaşık 2.000 savaşçısı bulunduğu tahmin edilmektedir. Grubun Suriye’nin Kuzeyinde İdlib vilayetinin Cisr El Sugur kentinde, Türkmen ve Kürt dağı bölgesinde etkinliği bulunmaktadır. Bu grubun dönüşümü örgüt kendisine yaşam alanı bulunması kaydıyla en kolay olanı denilebilir.

 

ULUSAL ÖZGÜRLEŞTİRME CEPHESİ

Dönüşümünü tamamlamış ve dönüşümü devam edenler: Ulusal Kurtuluş Cephesi (Ahrar’üş Şam, Faylak’üş Şam, Nurettin Zengi ve ÖSO grupları) ve Jaysh Al İzzah (ÖSO): 28 Mayıs 2018 tarihinde İdlib ve çevresinde faaliyet gösteren 11 muhalif grubun birleştiklerini duyurması ile birlikte ‘Ulusal Özgürleştirme Cephesi’ kuruldu. Ağırlık olarak İdlib ve çevresinde faaliyet gösteren gruplardan oluşan yeni oluşum içerisinde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonuna katılan Feylak-uş Şam, Ahraru’ş Şam ve Zeytin Dalı operasyonuna katılan Nasr Ordusu ve 23. Fırka (Tümen) da bulunmaktadır. Yeni oluşum içerisinde yer alan 11 muhalif grup; Feylak-uş ŞamNasr OrdusuÖzgür İdlib Ordusu1. Sahil Tümeni2. Sahil Tümeni1.Fırka2. OrduSeçkinler OrdusuŞüheda El İslam Dareyya, El Huriyye Tugayı ve 23. Fırka’dır. 3 Ağustos tarihinde ise Ahraru’ş Şam ve Nureddin Zengi Hareketinin oluşturduğu Suriye Kurtuluş Cephesi ve Ceyşu’l Ahrar ve Sukuru’ş Şam grupları da Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne dâhil oldu. Böylelikle Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılım sağlayan 15 grup olmuştur.

Son birleşmelerle birlikte İdlib sahasında etkinlik sahibi en güçlü iki grup olarak Heyet Tahriru’ş Şam ve Ulusal Kurtuluş Cephesi ortaya çıktı. UKC yaklaşık olarak İdlib sahasının yarısını kontrol etmektedir. HTŞ’nin kendisini lağvetmesi durumunda elemanlarının bu cephe içindeki diğer gruplara entegre olması mümkün olabilir.

 

RUSYA TÜRK ASKERİNİ SORUNLAŞTIRMAK İSTEYECEK

Rusya ve İran’ın tutumundan ne anlamalıyız? Türkiye’nin İdlib’e askeri olarak girmesi ve savaşması mı isteniyor?

Türkiye zaten fiziki olarak İdlib’te asker bulunduruyor. Gözlem noktalarındaki Türk askeri varlığının temel vazifesi muharebe olmamakla birlikte angajman kurallarının değişmesi halinde bu vazifesinin doğasında da değişim beklenebilir. Sorunuz Türkiye radikal gruplar ile savaştırılmak mı isteniyor olsa buna cevabım evet olurdu. Ancak, Türkiye’nin sınırlarının ötesinde kendisine daha ardıl seviyede tehdit olan bu unsurlara silahlı bir müdahalede bulunacağını düşünmüyorum. Rusya’nın da böylesine bir çatışma ortamı yaratmak suretiyle Türkiye’nin İdlib’teki askeri varlığını ve sonrasında da Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki etkinliğini sorunlaştırmak istediğini düşünüyorum.

 

RUSYA ILIMLILAR RADİKALLEŞSİN İSTİYOR

Rusya’nın sıkıştırması karşısında zaten yavaş ilerleyen bu süreçler olumsuz etkilenir mi? Radikalliğin artmasından, insanların-ılımlıların kör şiddete teröre yönelmesinden mi korkuluyor?

Rusya’nın arzu ettiği şeylerden birisi tam da bu. Rusya konsolide olmuş ılımlı muhalefeti Suriye rejimi için radikal gruplardan daha tehlikeli buluyor.  Burada unutulmaması gereken şeylerden birisi Suriye’deki devrim hareketlerinin terör örgütlerince veya radikal gruplarca değil ılımlı muhaliflerce başlatıldığıdır. Bununla birlikte, İdlib’e karşı düzenlenecek geniş çaplı Rejim operasyonu bu grupların birbiri arasındaki çatışma süreçlerini sonlandırıp bütün grupların radikalleşerek rejime karşı hareket etmelerine neden olacak bir muarız rolü oynayacaktır. Bu da muhalefetin ve Türkiye’nin İdlib özelinde ve Suriye genelindeki kazanımlarına zarar verecek belki de sonlandırabilecektir.

 

RADİKALLERİ İMHA, ILIMLILARI İLGA

Suriye iç savaşında özellikle Astana süreci sonrasında ülkenin değişik bölgelerindeki muhalifler, diğer gruplar ve savaştan kaçan siviller garantörlerin garantörlüğünde İdlib’te toplandı. İdlib çatışmasızlık bölgesi ilan edilerek. Şimdi buraya bu şekilde toplanmış insanları aynı torbada imha edip kurtulmayı mı planlıyor Rusya, İran ve Rejim?

Rusya için Kafkas ve Orta Asya kökenli YTS’ların (yabancı terörist savaşçılar) tek bir harekat alanına toplanması, bunlarla askeri yöntemler kullanarak mücadele etmek için bulunmaz bir fırsat. Ne Rusya’nın Çeçenistan, Dağıstan ve diğer bölgelerden gelenlerin kendi topraklarına dönmesiyle ilgili bir projesi, ne de diğer yabancı ülkelerin bir niyeti var. Geçtiğimiz günlerde Rusya’nın Ankara Büyükelçisine Rusya’dan gelen YTS’lerin geri dönüşleriyle ilgili bir projelerinin bulunup bulunmadığına dair soruya Rus Büyükelçisinin alaycı cevabı şöyleydi; “Evet onları protokol kurallarına uygun bir şekilde karşılayacağız!” Değerlendirmem o ki Rusya, İran ve Rejim İdlib’te Cenevre sürecine gidilmeden önce askeri bir zafer ilan etmeyi hedefliyor. Zayıflatılmış muhalefeti, Cenevre sürecindeki en zayıf aktör olarak görmek istiyorlar.

 

SINIRLARIMIZ ARTIK SIZMAYA KARŞI ÇOK GÜÇLÜ

Bahsi geçiyor ama siviller arasında Türkiye’ye sızma riski var mı İdlib’teki teröristlerin?

Türkiye 2016’dan günümüze sınır güvenliği kapasitesi artırdı ve sınırların ötesinde hem askeri hem de insani tedbirler aldı. Olası insan hareketleri içinde terörist unsurların hareket ederek Türkiye’ye sızdığını hatta Ankara, İstanbul gibi metropollerde meydana gelen saldırıların bir kısmının bu sızmalarla Türkiye gelen teröristler tarafından yapıldığını gördük. Bu teröristlerin o zaman için sadece DEAŞ’lı olmadığını, PKK/PYD’li terörstlerin de aynı yöntemle Suriye’den geldiğini gördük. Aynı durumun olası bir göç akışında tekrarlanma riski mevcuttur. Her ne kadar Türkiye-Suriye sınırında erken ikaz sistemleri, fiziki önlemler ve ani müdahale imkanlarıyla entegre sınır güvenliği geliştirilmiş olsa da en iyi çözüm olası bir göçe meydan vermemek, olacaksa da bunu İdlib karasalında tutmaktır.

 

RUSYA VE REJİMİN SİCİLİ HİÇ TEMİZ DEĞİL

O zaman bu durum için İdlib, ikinci Srebrenitza olacak denilebilir mi?

Halep, Doğu Guta, Dera ve Kuneytra bölgelerinde Suriye rejimi savaş hukuku ve insan hakları ihlallerini tüm dünyanın gözünde gerçekleştirdi. Kullanılan konvansiyonel ve kimyasal saldırılarla yapılan toplum ölümlere ilave olarak, rejim hapishanelerindeki toplu katliamların yapıldığı da sıkça ifade edildi. Aynı durumun İdlib’te de gerçeklemesi olasıdır. Bu konuda Rejim ve Rusya’nın sicilinin temiz olduğu söylenemez. Burada üç aktöre önemli görevler düşmektedir. 1) Suriye muhalefeti; Rusya’nın dönüşmeyen gruplara yaptığı sınırlı müdahalelere taraf olmamalı, meşru müdafaa hakkından hariç silahlı bir angajmana girmemelidir, 2) Türkiye; dönüşen grupları ılımlı muhalefet çerçevesinde tutabilmeli, rejimin ve Rusya’nın ihlallerine karşı uluslararası inisiyatif aldırabilmelidir; 3) Uluslararası örgütler ve geçici ittifaklar; ihlallere karşı İdlib harekat sahasına dahil olabilmelidir.       

 

MİLLİ İSTİHBARATTA ÜSTÜNLÜK 

İdlib’te bu sıkışma yaşanırken Türkiye de hem FETÖ hem PKK’ya yönelik önemli soruşturmalar yürüttü. Pek çok kırmızı bültenden terörist yakalandı, etkisiz kılındı. Nasıl değerlendirmek lazım?

İstihbarat Teşkilatı, Kolluk Kuvvetleri ve TSK’dan FETÖ üyeleri temizlendikçe Türkiye’nin hem yurt içinde hem de yurtdışında hareket etkinliğinin arttığını gördük.  Etkili bir harekat etkili bir istihbaratla yürütülebilir ancak. Dolayısıyla harekatın etkinliği hem istihbarat üstünlüğüne hem de harekat üstünlüğe dayanır teorik olarak. Türkiye 16 Temmuz 2016’dan itibaren bunu gerçekleştirmeyi başardı.

İstihbarat üstünlüğü, elektronik (İHA, kestirme, teknik takip vb) ve insan istihbaratındaki etkinliğe dayandırıldı ve istihbarat kurumlarının birleştirilerek kurumlar arasında bilgi paylaşımı kuvvetlendirildi. Harekât üstünlüğü ise bütüncül (yurtiçi sınır, hattı ve sınır ötesi) ve sürekli harekat anlayışıyla elde edildi. İstihbarat ve harekat unsurları arasındaki koordinasyon da harekatların anlık sonuç vermesini sağladı. Bunu Sincar’da bir PKK’lı teröristin etkisiz hale getirilmesinde, Lazkiye’de Rejim iltisaklı bir teröristin yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinde ve Afrin’den bir grup PKK/PYD’linin yakalanarak Türkiye’ye getirilmesinde gördük. İstihbarat Teşkilatının dış operasyon kapasitesindeki artış oldukça dikkat çekici. Bu noktada bu kurumu ve bu operasyonların kararı alan siyasi iradeyi kutlamak gerek. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte karar verme süreçlerinde de bir hızlanma olduğu görülmekte.

 

PKK’NIN SURİYE, IRAK VE İRAN İLE İRTİBATI SÜRÜYOR

PKK çöküş sürecine girdi diyebilir miyiz artık? MİT operasyonlarındaki başarının ardında ne var? Partner devletlerin istihbarat katkısı ne orandadır?

PKK, Türkiye sınırları içinde eylem yapma kapasitesini güvenlik güçlerinin durmaksızın devam eden mukabele edici ve önleyici operasyonları sayesinde yitirdi. Öte yandan, örgüt Suriye’nin Afrin bölgesi ile Irak’ın Soran bölgesinde yürütülen müdahale edici askeri harekâtlarla topraksızlaştırılarak askeri yeteneklerinden mahrum bırakıldı. Buna rağmen, PKK Suriye, Irak ve İran’da çok sayıda devlet ve devlet-dışı aktörlerle askeri irtibatını devam ettirmektedir. PKK’nın Suriye’deki en kuvvetli ilişkisi Fırat Nehri’nin doğusunda Suriye Demokratik Güçleri (SDG) maskesi altında ABD, Fransa ve İngiltere ile kurumsallaşan askeri ortaklığıdır (bunu Irak topraklarında Sincar bölgesinde de görmek mümkün).

 

ESED PKK’YI LAZKİYE’DE EĞİTİP DONATIYOR

Örgütün Suriye’deki ikinci önemli askeri iltisakı Esed Rejimi ile sol tandanslı terör örgütleri üzerinden geliştirdiği ve yürüttüğü geleneksel terör ilişkisidir. PKK’lı teröristlerin Lazkiye ve Tel Rıfat’ta Suriye Rejimi tarafından eğitilip donatıldığı ve Türkiye ile yerel ortaklarına karşı saldırı düzenlemek için hazırlık yaptırıldığı da bilinmektedir. Bununla birlikte, PKK’nın Suriye’de İran ile olan ilişkisi PKK-Rejim ilişkisine paralel bir şekilde Şii milisler üzerinden devam etmektedir. Rusya’nın Suriye’de PKK ile olan ilişkisi şimdilik uykuda denilebilir, zira ne zaman uyanacağı da belirli değil.

 

PKK İLE GORAN VE KYB İLİŞKİSİ SÜRÜYOR

PKK, Irak’ta Suriye’den daha farklı olarak devlet dışı aktörlerle daha açık, devletlerle daha örtülü ilişki sürdürmektedir. PKK’nın Irak’ın Süleymaniye bölgesindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Goran Hareketiyle olan yarı askeri yarı siyasi ilişkisi geleneksel olarak devam etmektedir. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde sürdürdüğü ve Kandil daha ve çevresindeki PKK varlığını hedef alan harekatları PKK’nın İran topraklarında üstlendiğini göstermiştir. İran’ın Merivan kenti yakınlarında önemli sayıda PKK’lı varlığında bahsedebilir.

PKK’nın Suriye, Irak ve İran topraklarındaki varlığına kalıcı çözüm getirilmedikçe PKK’nın bitirildiğinden bahset mümkün değildir. Ülke içinde ve dışındaki güvenlik ortamlarında güvenlikçi yaklaşımlar asla bırakmamak gerekir.

 

YURTDIŞINDAKİ PKK VE FETÖ’NÜN TEHDİT POTANSİYELİ

DEAŞ’ın üstlendiği ama Mihraç Ural üzerinden Rejim bağlantısı da açık olan Reyhanlı saldırısında FETÖ izi aranıyor. Uludere’den de çıkacak muhtemelen aynı el. Nasıl bir çapraz terör ilişkiler ağı sarmış idi Türkiye’yi? O ağ ne kadar temizlenebildi?

Şu bir gerçek ki terör örgütlerinin ideolojileri, hedefleri ve teşkilat yapıları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun yarattıkları kaos ile birbirilerini sürekli olarak beslemekteler. Devlet kurumları ile yerel yönetimler örgütlerin sürekli olarak sızıp ele geçirmek için denekleri iki temel hedef oldu Türkiye’de. Geçtiğimiz son iki yılda olağanüstü hal uygulamalarıyla bu kurumlar FETÖ ve PKK’lı teröristlerden büyük oranda temizlendi, kurumlar kendi görev alanlarına, belediyeler de fenni işlere odaklanabildi. Ancak, bu kurumların tam olarak ne kadar temizlendiğini söylemek pek mümkün değil. Tıpkı PKK’nın sınır ötesindeki faaliyetleri gibi FETÖ’nün yurtdışında birikmiş bir tehdit potansiyeli var. İstihbarat operasyonları önemli ve sürdürülmelidir, ancak özellikle yurtdışında FETÖ ve PKK’ya karşı kamu diplomasisini kuvvetlendirmek gerekir. Her Türk vatandaşı da okullardan başlayarak terör ve darbeye karşı bilinçlendirilmelidir. Demokratik değerlerin ve kamu görevlerinin terör örgütlerinin istismarından kurtarmak için katılıma dayalı demokrasi ve liyakate dayalı görevlendirme üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.