Referandumun ardından CHP’de başlayan hareketliliğin iki kanadı var.
Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke’nin istifası, Deniz Baykal, Fikri Sağlar ve Muharrem İnce’nin çıkışlarından farklı.
Ve daha önemli.
Böke, ‘referandum sonucunu kabul etmemeyi, Meclis dışındaki muhalefeti desteklemeyi ve onlarla birlikte hareket etmeyi’ öneriyor.
Son birkaç gündür yazılanlara, konuşulanlara bakınca, bunun HDP ile birlikte yapılmasının planlandığı, ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimin ikna edilemediği anlaşılıyor.
Kılıçdaroğlu da referandumdan önce ve sonra yaptığı konuşmalarda ‘sokak’ ve‘direniş’ mesajları vermişti. Bununla Böke grubunu tatmin etmeyi amaçladığı, ancak başarılı olamadığı, tutumunu da değiştirmediği anlaşılıyor. CHP ‘Meclis dışı siyasete ortak olmayı’ değil, ‘Meclis dışı siyasetin desteğini Meclis’e taşımayı’ tercih etti.
Böke’nin tavrı bireysel değil. Yanındaki az sayıdaki milletvekili de CHP içinden gelmeyen, farklı çevrelere açılma politikasıyla listelere alınan isimler.
Bu çıkış yeni bir ‘Gezi hareketi’ne öncülük edecek siyasi yapılanmaya dönüşür mü?
Bunu Meclis dışındaki siyasi partiler ve sivil toplum örgütleriyle temasları gösterecek.
Ancak şimdiden Böke’nin istifa gerekçeleriyle paralel açıklama ve yorumların ‘okyanus ötesi’ çevrelerden gelmesi dikkat çekici.
CHP’deki ikinci grup hareketlilik ise ‘parti içi iktidar’a yönelik.
16 Nisan’da şekillenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne uygun parti politikaları belirlenmesini ve 2019’da cumhurbaşkanı adayı çıkarılmasını öneriyorlar.
Baykal, CHP Genel Başkanı’nın aday olmasını, ancak alternatif olarak da ‘AK Parti tabanından da oy alabilecek bir aday’ belirlenmesini öneriyor; 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adını bu yüzden gündeme getirdi.
Fikri Sağlar ve Muharrem İnce ise ‘ithal aday’a karşı; CHP Genel Başkanı’nın aday olmasını, bunun için de aday olacak birinin bugünden Genel Başkan seçilmesini öneriyor.
HDP eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın CHP’ye yönelik ‘ittifak’ mesajı, “Böke’nin önerdiği politikalarda olmasa da 2019’a yönelik cumhurbaşkanlığı sürecinde ittifak” çağrısı olarak değerlendiriliyor.
16 Nisan referandumu, siyaseti değiştirmeye başladı.
Siyaset sahnesi de 2019’da rol alacak aktörler için hazırlanıyor.
Ancak bir partilerin mücadele ettiği ‘siyaset sahnesi’, bir de Böke’nin önerdiği ‘siyaset arenası’ var.
Orada nasıl bir şekillenme olacağını ise Türkiye’den çok, okyanus ötesinde ve Almanya’da okuyacağız.
Bu gelişmelerin en iyi tarafı, Türkiye’deki siyaset tarzlarının, iç ve dış, meşru ve gayrımeşru ittifakların şeffaflaşması, siyasi aktörlerin giderek gerçek karakterlerine bürünmesi…
ABD ve AB ile zirveler kritik
Gelecek iki yılda yaşayacaklarımız, ABD’de Trump yönetiminin ve Fransa-Almanya’daki yeni yönetimlerin AB politikalarının netleşmesiyle de doğrudan ilgili.
O yüzden 16 Mayıs’ta Washington’daki Erdoğan-Trump buluşması ve 24-25 Mayıs’ta Brüksel’deki NATO-AB zirvesi önemli.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, hazırlıklar için Washington’da.
Dosyalar kabarık ama başlık tek:
Terörle mücadele ve küresel güvenlik için ‘müttefik’ ve ‘stratejik ortak’ olarak birlikte çalışmak.
Başlığın altında üç önemli konu var:
1- Pensilvanya’daki FETÖ karargahının etkisiz hale getirilmesi ve Türkiye’de darbeye kalkışan örgütün soruşturulması.
2- ABD’nin de terör örgütü kabul ettiği PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG ile işbirliğinin sonlandırılarak, DEAŞ’a karşı mücadelenin Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkeler koalisyonu ile yapılması.
3- Küresel ve bölgesel sorunlarda ‘İttifak’ içinde ama ittifak dışı ve bölgesel aktörlerle de birlikte çalışmak.
Bu başlık, AB için de geçerli.
Fransa’da AB yanlısı Emmanuel Macron seçildi, Almanya’da Başbakan Angela Merkel iyi başladı.
İki ülkede AB yanlısı siyasi iradenin güçlenmesi, AB için yeni bir FransAlmanya liderliği üretebilir, bu da AB’ye nefes aldırır.
Ancak Türkiye’ye neler getirir?
Bunun işaretleri de Brüksel’de görülecek.