Yapılan kabine değişikliğinde hemen herkes bir kuyumcu hassasiyeti gözetildiğinde hemfikir.
İçişleri, sağlık ve eğitim branşlarında radikal değişikliklerin yapıldığı bir dönemin ardından anlaşılan şu ki; yeni dönemde Başbakan, işlerin uhuletle ve suhuletle yürütülmesini, kimsenin ayağına fazladan taş değmemesini, itirazı olanların ikna edilmesini, kırılan kalplerin kazanılmasını istiyor.
Terörle etkin mücadelenin sürdüğü ama bir tek sivilin burnunun dahi kanamadığı bir dönemde (Uludere haricinde elbette...), toplumsal olaylara lüzumsuz sert müdahalenin yarattığı o geniş muhalefeti artık göğüslemek istemiyor, -hele de seçim sath-ı maili görüş alanına girmekteyken.
Yok yere çamlar devirmekteki maharetiyle kültleşen İdris Naim Şahin’in erken gidişi en çok bundan olsa gerek. Habur ve Oslo sürecinin PKK-BDP hattınca akamete uğratılmasına verilen bir cevap gibiydi getirilişi. O yüzden gidişinin de, yerine kimin atandığından bağımsız olarak böyle pozitif bir değeri var. Ölçülü oluşu ve bürokrasi tecrübesiyle önemsenen Muammer Güler’in İçişleri Bakanlığına atanması, yeni İmralı sürecine gösterilen ihtimam olarak değerlendirilmeli.
En eski bakan Başbakan
Ama “Doktor”un gidişi beklenmeyendi. Recep Akdağ kabinenin aynı koltukta on yıldır oturan iki bakanından biri olmuş (diğeri Baş-bakan Erdoğan), sağlık alanında büyük bir devrim yapmıştı. AK Parti’ye en çok oy getiren ve en çok dua alan bakanı olmayı da başardı lakin halkın memnuniyetini gözetirken meslektaşlarını kızdırmakta beis görmemesi akla gelmeyeni başa getirdi. Yeni bakan Müezzinoğlu’nun hastane sahibi olması, hükümetin özel sağlık sektörüyle kafa kafaya gelmeyi istemediğinin açık göstergesi...
Ertuğrul Günay için duraksamadan söylenmesi gereken; çok başarılı bir bakanlık dönemi geçirdiğidir. CHP’de milletvekilliği ve üst düzey yöneticilik yapmış bir siyasetçinin AK Parti’den vekil seçilmesi, kabinede önemli bir bakanlığa layık görülmesi, bu görevi 5 yıl gibi uzun bir süre yürütmesi, kırıp dökmemesi ama aynı zamanda eğilip bükülmemesi, hem AK Parti, hem Günay’ın şahsında siyaseti halka hizmet olarak gören siyasetçiler için önemli bir tecrübe olmuştur. Başbakan’ın en yakınındaki isimlerden Ömer Çelik’in Günay’ın koltuğuna oturması ise kültür politikaları bakımından yeni ve önemli bir icraat döneminin başında olduğumuzun habercisi sayılmalı.
Nabi Avcı zarafeti
Erken gidişine dair derin bir hayalkırıklığı içinde olduğunu sandığım diğer isim Ömer Dinçer. 25 milyondan fazla öğrencisi, bir milyona yaklaşan öğretmen kadrosu ve on yıllardır biriken sorunlarıyla göz korkutan, ta Osmanlı döneminde bile ünlü maarif nazırı Emrullah Efendi’ye “Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” dedirtecek denli zorlu bir görev olduğuna şüphe yok Milli Eğitim Bakanlığının. Üstüne bir de 4+4+4 değişikliğinin henüz oturmayan yanları ve atanamayan öğretmenlerin artan sayısı eklenince sinir uçları iyice açığa çıktı. Dinçer’in eğitimcileri üzen açıklamaları ise yaraya tuz basmaktan farksızdı.
Şimdi bunca sıkıntıyı gidermekle, sistemi rayına sokup işletmekle ve eğitim seviyemizi yükseltmekle yükümlü kişi Nabi Avcı. Başbakan bakan seçiminde bu defa isabet kaydetmiş görünüyor, Avcı’nın adının açıklanması bile kamuoyundaki kara bulutları dağıtmaya yetti zira.
Türkiye’nin sayılı entelektüellerinden olan Nabi Avcı’nın bakanlığı, sadece Hasan Ali Yücel dönemini aşması umulan icraatları ile değil, Avcı’nın derinliği, zarafeti ve siyasette eksikliğini şiddetle hissettiğimiz mizah duygusu ile de farklı bir dönem olacaktır.
Bu iyimser havanın en kesif olduğu yerin, benim de memleketim olan Eskişehir olduğunu ayrıca belirtmeliyim. Eskişehirliler hem bakan çıkarmanın, hem de partiler, siyasetler üstü niteliklere sahip bir Hoca tarafından temsil edilmenin kıvancını yaşıyorlar.