Yıl 1945. Olgunlaşma Enstitüleri kurulur. Amaç el sanatları ustaları yetiştirmek, kadınlara, becerilerini sanata dönüştürecek bilgi ve pratiği kazandırmaktır. Ciddi ve idealistçe bir gayretle bu çaba yerini bulur. Anadolu’nun malzemesi ile (kumaş, iplik, dokuma ve nakış teknikleri), kültürel renk ve çizgiler bir araya getirilir. Sonuç göz kamaştırıcı ve yüz ağartıcıdır. Olgunlaşma Enstitülerinin mahir ellerinden çıkma kıyafet ve aksesuarlar, panolar, örtüler devletlerarası hediyeleşmeler için hazırlanır. Ancak zamanla misyonu zayıflar. Türkiye’nin sanat ve zanaat hafızasının en güçlü temsilcilerinden görülen kurumun hem bu hafızasından yararlanmak hem de dünün birikimiyle bugünün canlılığında yaşamasını sağlamak için harekete geçilir.
TÜRK İĞNESİNİN MUCİZESİ
Başkan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayesinde ve Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un uhdesinde dönüşüm süreci başlatılır. Hanımefendi’nin açılışını yaptığı MİLLİ Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen Olgunlaşma Enstitüleri Kurumsal Dönüşüm Sergisi işte bu yolculuğu anlatıyor.
Buyurun size zanaatta bir canlanma öyküsü…
Dönüşümün amacı, zamanla misyonu zayıflayan enstitülerin bugüne ve geleceğe dönük tasarımları ve tasarım eğitimlerini ortaya koyması ve bunun sektörel temsilini yapabilmesi olarak açıklanıyor. Çalışmalarda klasik yöntemler çağdaş yorumlarla üretilmiş. Tasarımda sadeleşme ve derinleşme, öğrenci profilinde gençleşme, yenilikçilik, özgünlük, pazarlama, markalaşma ve uluslararasılaşma enstitülerin yeni dönüşüm stratejisi olarak belirlenmiş.
2023’e kadar olgunlaşma enstitülerinin güzergâhı bu anlayışa göre belirlenmiş.
Ev sahibi Bakan Selçuk, yapılan bu çalışmaların 2020 yılında bir marka ile taçlandırılacağını, bu markanın Türkiye’yi yurtdışında temsil edecek bir tasarım markası olacağını da belirtiyor. Bu bakımdan gelecek yıl da Olgunlaşma Enstitüsü açısından hayli yorucu ve heyecanlı geçeceğe benziyor.
Dönüşüm projesi bugünü yakalamak isterken, geçmişin birikimini de sistemli bir biçimde kullanmaya niyetli. Bu sebeple Olgunlaşma Enstitüsü’nün harikulade hafızası kitaplaştırılmış. Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü öğretmenlerinden Semra Kır Şimşek’in hazırladığı “Türk İğnesinin Mucizesi: Olgunlaşma Enstitüleri” isimli kitapla Türkiye’nin moda tarihi de kayıt altına alınmış. Tüm sanatseverler için Tophane-i Amire Kültür Merkezinde serginin kapıları 25 Ekim’e kadar açık olacak.
Kökte bulunan şey güncelden uzak değil sadece yoruma ihtiyacı var
Hilal Büşra Cebeci… Dönüşüm projesinin danışma kurulunda görev almış, “Sır” adını verdiği çalışmasıyla da sergiye önemli katkılar sunmuş genç bir tasarımcı. Aslında lisansı siyaset bilimi üzerine imiş. Ama sonra tasarım okumuş. Keskin bir dönüş, önemli bir karar. Nasıl oldu bu kırılma, kimi memnun etmek için siyaset okudunuz da sonra bambaşka bir mecrada devam ettiniz diye sordum, dolu dolu anlattı;
Müşteki değilim aslında siyaset bilimi okumuş olmaktan. Ama hayatımı o şekilde idame ettirebileceğimi düşünmedim. O süre zarfında keyif aldım ama kendini ifade etme biçimi benim için siyaset değilmiş. New York’ta Fashion Institute’da ve New York School of Design’da eğitimler aldım. Döndükten sonra da kendi işimi ve atölyemi kurdum. Yaklaşık 8-9 senedir profesyonel olarak kişilere özel gardrop tasarımları, küçük kapsül koleksiyonlar ve “haute couture” işler yapıyoruz. Bu esnada sadece kadın giyimi ile sınırlandırılacak bir çizgi yok. Aksesuar tasarımları da, enstelatif tasarımlar da dahil olmak üzere devam eden bir tasarımcıyım.
Hangi ihtiyaçla çıkıldı yola bu proje için?
Olgunlaşmaların işlev ve görevlerini yeterince ifa edemediği konusunda bir üzüntüsü vardı Hanımefendi’nin. Milli Eğitim Bakanımızın da çok ciddi emekleri ile onların ev sahipliğinde, Hanımefendi’nin himayesinde geliştirildi bu proje. İyi bir danışma kurulumuz var.
Bu projenin net bir adı var mı?
Olgunlaşma Enstitülerinin tekrardan ihya edilmesi! Buna bu şekilde bir isim konulabilir mi bilmiyorum ama işin hikâyesi bu. Bu kurumun eskiden tasarım gemilerinin çıkarılıp da gezdirildiği bir noktadan, bu noktaya gelmiş olması üzücü. Amacımız Olgunlaştırma’nın eski itibarlı günlerine dönmesini sağlamak, o kökten neş’et eden şeyi biraz daha güncele taşımak, tasarımcılarla daha yakın bir ilişki kurmak.
Olgunlaşma Enstitü’sünün parlak olduğu dönemde dünyadaki karşılığı nedir?
O döneme ait arşiv fotoğrafları, belgeler var. Devletlerarası hediyeleşmeler için de Sophia Loren gibi dünya yıldızları için de sipariş verilen bir yermiş Olgunlaşma. Bu köklü yapıdan bugünkü beklenti gözlemlediğim kadarıyla gençleri bu zanaata ve kendi köklerine ait işlerin bulunduğu tasarım anlayışına ısındırmak. Bu anlamda örgün eğitime dahil edilmeye çalışılacak. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yürüttüğü şeyler var. Onun dışında enstitülere çatı olabilecek bir akademi oluşturulma projesi mevcut. Sadece bunlardan da ibaret değil, sürprizler olacak, ama zamanı var.
Bugüne geçmişin kodları ile ilgili bir söz söylemek ne kadar mümkün?
Yeni bir şey söylemek için tozu silkelemek gerektiğine inanıyorum. Yeniyi istiyorsanız nereden hareket edeceğinizi de görmeniz lazım. Ben bunun mümkün olduğunu düşünüyorum. Dünya çapındaki markalara da baktığımızda kendi kültürel kodlarından işlemeleri, nakışları koleksiyonlarında görmeniz mümkün. Özden korkmaya gerek yok. Kökte bulunan şey güncelden uzak değil, sadece yoruma ihtiyacı var.
Bundan sonraki çalışmalarınız da hep Olgunlaşma için mi olacak?
O mümkün değil. Hali hazırda devam eden bir işim var. Günün sonunda daha profesyonelleşecek bir alana evrilsin diye gayret ediyoruz ama tabi danışma kurulu olarak elimiz burada bu projenin üzerinde olacak. Bu projeden evvel hepsi ile olmasa da Olgunlaşmalarla küçük küçük temaslarım oluyordu. Ama bundan sonra bu işbirlikleri çoğalacak. Mesela bir sergi teklifi geldi, onu tekrar Olgunlaşmalarla çalışabileceğim bir formata sokmayı planlıyorum. Sistem doğru kurulursa tasarımcıların ihtiyaç duyduğu zanaatkârları bulmak için Olgunlaşma Enstitüleri doğru bir adres olacaktır.
GELENEK, GÜNCEL SANATA İLHAM VERDİ
Sergide dikkat çekici parçalardan biri “KASNAK”. Hilal Şendur ve Rümeysa Kuş’un tasarladığı çalışma Bursa Olgunlaşma Enstitüsü’nün emeği. Türk işi tekniği ile hazırlanan eser, hayatın, mimarinin, kültürün değişim ve dönüşüm evrelerini kendine has renk ve zarafeti ile ortaya koyuyor. Tasarımcı Fırat Neziroğlu’nun zihin dünyasında şekillenen ters ağacın adı HAKAN. Bir hayat ağacı. Kimi inanca göre insan gibi cennet kökenli. İnsanın ve ağacın kaderinin kesişimi. Eserin tasarımına katkı sunan Hakan Ösen elim bir kazada hayatını kaybedince tasarımcı esere bu ismi vermiş.
Antalya Olgunlaşma Enstitüsü’nün emeği olan BİR’in tasarımı Serap Ekizler Sözmez’e ait. Deri üzeri deri kesme, 3D şekillendirme, katlı derilerle boyut kazandırma, zımparalama ve yapıştırma yöntemleri ile ortaya çıkmış. Tepme keçe kumaş üzeri iğneleme tekniği uygulanarak çalışılmış iki şahane eser de sergide yer alan çalışmalar arasında. KESRET ve SEMA’nın önünden bir süre çekilmeniz mümkün olmayacak.
“Hayat bir SIR, insan da öyle...”
Ben bakınca “Inception” diyorum. Siz bakınca ne diyorsunuz?
“Sır” diyorum ben de. Aslında bu, planı çok daha önceden yapılmış enstelasyon projelerinden bir tanesi idi. Sonradan bu Olgunlaşma projesi gündeme geldiğinde onlarla birlikte yapacak olmak çok daha büyük bir heyecan verdi bana.
Madde ve mana olarak bileşenleri nedir?
İnsanın kemâlât yolculuğuyla ilgili bir hikâye bu. Kemâlin, olgunluğun yolu, Olgunlaşma Enstitüsü ile buluştu. Danışma kurulunda yer alma teklifi getirildiğinde demiştim ki bu herhalde benim için de bir olgunlaşma süreci olacak… Aslında birçok anlam yükleyerek çalıştığım bir iş ama ben buradaki hikâyesini anlatayım. Kulun sürekli tövbeye gidip geri dönüşü, tekrar hataya düşüşü, yine dönüşü… Yaradan ile arasındaki o gel-gitlerin ve insanın kendi içindeki dönüşünün hikâyesi. Bununla beraber herkesin içinde Mevla’nın üflediği bir altın tozu (ruh) var. Dönüş kemâle olduğunda tamamen altına döndüğümüz o hâli ortadaki parça anlatıyor. Tabii insanda hâl çeşit çeşit. Bu yedi parça o hâllere dâir. Bebek fırıldak, lüle taşından. Saf, geldiği ve olduğu gibi. Malzemenin kimi ağaçtan. Kumaş kaplamalar, oyalar, nakış teknikleri ile giydirilmiş farklı insan halleri. Parçalardan biri de Japonların kırılan eşyayı altınla birleştirerek daha kıymetli hale getirme özelliğinde. Çalışma kendini, kendi diliyle şöyle özetliyor bana göre;
“Bir insan gibi, bir dünya gibi döndü durdu…
O, olmak bahsinde kâh içindeki kırığı bulan, kâh o münbit topraktan kendini yeşertip duran bir kuldu. Bir an geldi; altın oldu. Hayat bir sır, insan da öyle...”