27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

'Biz onlara onlar bize hayat sevinci oldu'

“Umudunuz yoksa umut olmazsınız. Biz onlara onlar bize hayat sevinci umudu olmaya çalışıyoruz. Herkes zor bir hayat yaşıyor evet, fakat ben ve eşim biliyoruz ki onların hayatı diğerlerinden daha zor. Onlara kol kanat gererek, severek, oldukları gibi kabul ederek hayata hazırlamaya çalışıyoruz.” 

EBRU OLUR 15 Haziran 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Biz onlara onlar bize hayat sevinci oldu'

Anne ve baba olmak fiziksel olmanın ötesinde kalbî bir hâl. Yaradan’ın insanlara bahşettiği en güzel özelliklerden biri ebeveyn olmak; bir çocuğun dünyasını şekillendirip, onu koruyup kollamak, sığınabileceği güvenli bir liman olup geleceğe hazırlamak... Tüm bunları kan bağı ile yapan milyonlarca kişi var. Ama bir de can bağıyla, gönül bağıyla yapanlar var ki onlar da dokundukları hayatları gül bahçesine çeviriyorlar. Tıpkı ‘kardelenleri’ ve ‘kuzu’larına neredeyse kırk yıldır babalık yapan oyuncu Turgay Tanülkü gibi. 1980’lerde yaşadığı cezaevi döneminden sonra mahkum ebeveynlerin çocuklarını evlatlık edinmeye başlayan Tanülkü’nün 26 çocuğu ve onlarca torunu var. Biz de Babalar Günü’nde bu özel duyguyu ve hâli Turgay Bey ile konuşalım istedik.  

Ailesi cezaevinde olan 26 çocuğa babalık yapıyorsunuz. Turgay Tanülkü nasıl bir baba? 

Kendimde eksikliğini yaşadığım babasızlığı, sığınmasızlığı evlatlara yaşatmamaya çalıştım. Hem geleneksel hem de her şekilde güvenebilecekleri “baba” lakaplı bir adam ve vazgeçilmez, her gözünü açtığında yanında olan bir anne bir baba olabilmeye çabaladım. Çünkü çocuk yüreği gönlündekini gözünü açtığı an görmek ister. Kaldı ki bu evlatlar cezaevinden veya sokaktan geldikleri için hayata 1-0 mağlup başlıyorlar. Onlara evinizdeki evlatlarınıza davrandığınız gibi de davranamazsınız; çünkü ürkektirler, kelebek yüreklilerdir. Daha incelikli, daha bir duyarlı davranmak zorundasınızdır her daim. Ben hep derim ki; kâğıttan bir uçurtma olsak dünyayı dolaşsak ve ipin ucunu tek bir çocuk bile tutabilse bu bize yeter... 

Geçmişte çok otoriter babalık anlayışı vardı. Yeni nesil ise çocuğa arkadaşlık ediyor. Sizce nasıl olmalı?   

Güne sevgiyle başlayacaksınız. Küçük çocuklarımın altı tanesi köyde büyüyor ilkokula kadar. Sonra şehre iniyoruz. Bu olgunlaşma dönemi önemli. Her şey 6 yaşa kadar çözülüyor. Bu dönemde tabiatı, hayvanları seviyor ve koruyorlar. Aynı tastan, aynı tabaktan yemekler yiyorlar; ağız tadı ortak olmalı, paylaşmayı öğrenmeliler çünkü. Yüksek ses yok, tabiatla iç içe bir ortamdalar. Sofrayı kurmak varsa kızlarımızın görevi, sofrayı toplamak ve çöpleri atmak oğullarımızın görevi. Her şey hep birlikte yapılır bizde. Oturma, kalkma, konuşma, fikir söyleme; özgürlük ve hak olarak öğretilir, sevgiyle ve ilgiyle.  

Sizin babanız nasıl biriydi?  

Hatırladığım kadarıyla sevda yüklü bir buluttu... Hep hastaydı. Bana türküler söylerdi. Onunla çok az yaşadım ve paylaştım hayatı. Maaşını aldığı gün az da olsa meyve alırdı bize. Başkalarına imrenmeyelim diye herhalde. Biz de çocuklarımıza öyle davranıyoruz. Eşim Zehra’yı ve beni çok güçlü görüyorlar. İkimizin de yüreği yaralı ama dik durmak zorundayız. Umudunuz yoksa umut olmazsınız. Biz onlara onlar bize hayat sevinci umudu olmaya çalışıyoruz. Herkes zor bir hayat yaşıyor evet, fakat ben ve eşim biliyoruz ki onların hayatı diğerlerinden daha zor. Onlara kol kanat gererek, severek, oldukları gibi kabul ederek hayata hazırlamaya çalışıyoruz. Ne zaman cezaevindeki çocuklar sokak çocuklarıyla, sokak çocukları senin benim evimdeki çocuklarla bir parkta aynı salıncağa bindirip salladığımız zaman ülkemizdeki barışı yakalarız... 

Nasıl karar verdiniz bunca çocuğa baba olmaya? 

1970’de cezaeviyle tanışmıştım her öğrenci gibi. İşkence gördük malum. Benim gördüğüm elektrikle işkence bana epey hasar verdi. İşkencelerin sonucunda çocuğumun olmayacağını öğrenmiştim henüz 19’umda bir delikanlıyken. Ziyarete gelen evlatlardaki isyanı, içerde babanın çektiği azabı hepsini yaşadım. Bu çocuklar için var olmalıydım. 

Eşiniz nasıl karşıladı bu kararı? 

Zehra’yla oturduk bir ağaç dibine cığarı yaktık ona dedim ki; “Bak ben seni, senin yüreği sevdim. Sadece eşim, yaşam arkadaşım olabilirsin ama büyük bir aile olamayız.” O da bana “Ben seni eş seçtim. Çocuklarımın babası olursun demedim ki...” dedi. Cezaevindeki, sokaklardaki çocuklardan söz ettim, “Onlara bakabiliriz” dedim. Böyle başladık. 

1981’de ilk evlatla bağlantı kurdum Ulucanlar Cezaevi’nde. İlk önce yaşadıkları yerde üst-baş harçlık, kira...idare ediyorduk. Bir bayram günü anladım ki verilenler yerini bulmuyor. Anlaştık aileyle, yanımıza aldık. Şimdi 45 yaşında ve devlette idareci. Sonra da çoğaldık. 26 çekirdek kadro ve bağlarıyla, torunlarla toplanınca 101 kişiyiz. Tabi geçim zor. Eşimle Ankara OSTİM’de bir çay ocağı açtık. Tiyatro öncesi, sonrası orada çalışıyordum. O dönem Ferhunde Hanımlar dizisi başladı. Diziden aldıklarımla çocukları daha rahat okutmaya başlamıştık. 11 tanesi okullarını bitirdi. İkisi savcı, biri avukat, dördü devlette yönetici, ikisi subay, ikisi oyuncu oldu. 17 tane çocuğum da şu anda üniversitede okuyor. Şu an 6 çocuğum köyde. Bunları anlatmak aslında bana ağır geliyor. Yıllarca sakladık çocuklarım incinmesin diye. Bir gün kardelenlerden -kızlarımın lakabıdır- biri “Biz namussuzluk yapmıyoruz ki niye saklanıyoruz?” dedi ve bir kanala açıklama yaptı. O günden sonra daha güçlendik. Ben incinirler korkusuyla saklıyordum onları. Onlar bana Allah’ın emaneti. Ben anamdan emanete gözüm gibi bakmayı öğrendim, böyle davranmaya da gayret ediyorum. Zehra’nın yüreği olmasaydı hiçbiri olmazdı. Kardelenlerimin yani kızlarımın her şeyi onun sorumluluğunda. Çok titiz ve sevgi dolu bir annedir. Benim nazarımda o hepimizden çok fedakârlık etmiş ve sevmiştir. 

Sizi çocuklarınızla bir araya getiren hapishane geçmişinizdi. O dünya ile irtibatınız devam ediyor mu?      

Tabi çünkü oradan güç alıyoruz. Sait Faik Abasıyanık’ın öyküsü olan Son Kuşlar’ı Firdevs Aylin Tez oyunlaştırdı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün ortak sosyal sorumluluk projesi olarak dört yıldır bütün cezaevlerine gönüllü olarak turne yapıyoruz. Yaklaşık 100 bin mahkûm, bir o kadar da personel oyunumuzu seyretti. Daha oyunumuzu seyretmeyen 110 bin mahkûm var. Turnelerin devam etmesini istiyoruz. Cezaevindeki galalarda anneler çocuklarıyla geliyorlar salona. Orada ihtiyacı olanı buluyor, alıyoruz. Ama okulları bitinceye kadar kimse evlatlarımızı rahatsız etmeyecek diye de söz alıyoruz.

Bu kadar çok çocuğa yeterince vakit ayırabiliyor musunuz? 

Elbette zaman ayırıyorum. İzmir, Ankara ve İstanbul’da kiraladığımız 5 evimiz var. Çocuklarım bu şehirlerde üniversite kazanmak zorundalar. Bu kentlerdeki ablaları, abileri onlara rehberlik ediyorlar çünkü. Anne-baba olmak karın doyurmakla olmuyor, size ses verdiğinde duyacaksınız, yanlarında olacaksınız. Ufaklar yataktan kalktıklarında eller yüzler yıkanır sonra birbiriyle kucaklaşırlar. Küslük yoktur bizim dünyamızda. Ufaklara hep “kuzum” derim. Teknoloji çağındayız, artık görüntülü konuşuyoruz. Zeynep var benim 4 yaşındaki kuzum. Uzak duruyordu benden biraz. “Niye konuşmuyorsun dedim?”. Bana “Konuşacağım da bize ‘kuzum, kuzum’ diyorsun. Burada her sabah anne koyunlar kuzulara koşup geliyor sen yoksuun...” dedi. Hayatımdaki en hızlı araba sürdüğüm gündür o sabah. Ve onlara ulaştım. Daha 4 yaşında bu çocuk, nasıl bir akıl ve yürek taşıyor bu çocuklar anlatabiliyor muyum? 

Otoriter ve kuralcı mısınız? 

Çocuklarıma karşı çok katı kurallarım yoktur. Elbette belirli ahlaki ve insani kurallarımız vardır bu ülkede yaşayan her anne baba gibi. Kırmızı çizgimse şöyle var, çocuklarımı inciten kim olursa olsun canım pahasına önüne çıkarım. Kırmızı çizgim çocuklarımdır, bu ülkenin çocuklarıdır. 

Evlatlarınıza en öncelikli öğrettiğiniz değerler neler?    

Benim onlara öğretebileceğim en önemli şey insan olmanın önemidir. Yaratılan her şeyi sevmeyi ve onlara saygı duymayı, haklarını gözetmelerini tavsiye der bunları öğretmeye çalışırım. Herkesi sevin, belli edip etmemek sizin tercihiniz. Herkesle aranızda belirli bir mesafeniz olsun, insani sınırlarınızı aşmayın derim onlara. Herkesin söz hakkı vardır.

Bir insan eğer hayat hakkından doğan sınırları ihlal etmemeyi kendine ahlak edinmişse ondan korkmazsınız. Bir de vatan sevgisi, onların kalplerine işlenmesi gereken en büyük değerlerdendir benim için.

Sizce bir babanın en temel sorumluluğu nedir?       

Başta koruyucu olmak. Dış dünyadaki duruşu da babadan öğrenmeliler. Hep derim; Yaradan keşke anne yüreğini, hoşgörüsünü erkeklere de verseydi, dünyada savaşlar olmazdı. Bir baba para kazanmayı öğretebilir evladına fakat öğreteceği en önemli şey şu dünyada vazgeçilmez değerlerin olduğudur. Eşimle bu değerleri onlara öğretme gayretindeyiz. İnanıyoruz ki sanata dokunan, resim yapan, hikâye okuyan, yüreğindeki müzikle notalarını hayata sunan çocuklar suç işlemez. Çünkü ruhu incelir, hassaslaşır. Geleceğin umudu olan bütün dünya çocukları, savaşın ortasında, sokaklarda, köy yollarında, cezaevlerinde nerde olursa olsunlar her çocuğumuzun gök yüzünde uçurmasını görmeye hakkı vardır.         

Zehra Tanülkü: Onların yüzündeki tebessüm paha biçilmez

Turgay Bey evlat edinme fikri ile size geldiğinde nasıl karşıladınız? 

Dünyaya gelen her çocuğu zaten kendi evladım gibi gördüğüm için bu fikre tabiat olarak çok yakındım. Eşimin her türlü kararında destekçisi oldum. Evlat edindiğimiz çocukları kendim doğurmuş olsam ancak bu kadar severdim. Bu güzelliklere vesile olduğu için eşime bir kez daha teşekkür ediyorum. 

Çocuklarla ilişkiniz nasıl?  

Evlatlarımızla ilişkimizin biyolojik anne-çocuk ilişkisinden farksız olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Güzellikleri olduğu gibi sıkıntılı süreçleri de hep birlikte göğüslüyoruz. Birbirimize güç veriyoruz. Onlar olmasa bir tarafımız hep eksik kalırdı. 

Bayramlar, özel günler nasıl geçiyor bu büyük ailede? 

Özel günlerimiz evlatlarımızla daha da zenginleşiyor, güzelleşiyor, anlam kazanıyor. Onların yüzünde oluşturacağımız bir tebessüm paha biçilmez bir geri dönüş benim için. Zaten yavrularımızdan tek beklentimiz vatana, millete hayırlı, çalışkan, örnek bireyler olarak yetişmeleri.