Dünyada 8 bin metrenin üzerinde yüksekliğe sahip sadece 14 dağ var. Tunç Fındık da 14x8000 projesiyle bu dağlardan 10 tanesinin tırmandı. Üstelik Everest’i iki kere tırmanan tek Türk... Erzurum donmuş şelale tırmanışından henüz ayağının tozuyla yeni dönen milli gururumuz Tunç Fındık ile dağcılık maceralarını konuşmak için bir araya geldik ama koca bir hayat dersi alarak geri döndük. Fındık “Doğanın karşısında insan bir hiç. İnsan dağda olduğu zaman dağlarla bütünleşme hissini yaşar zaten bu histir sizi dağa götüren. Dağlarda olmak evrendeki yerinizin ne kadar küçük ve değersiz olduğunu öğretiyor” diyor.
Nasıl başladı dağlara tırmanma aşkınız?
Küçüklüğümden beri doğada olmayı çok seviyorum. Şehrin hiçbir zaman gri ortamını sevmedim. İzci, kampçı olarak başladım. Doğada olmayı öğrendikten sonra bu sevda aldı başını gitti ve bu işten başka hiçbir şey yapmak istemediğime karar verdim.
Sonra yaşam biçiminizi dağcılığa mı dönüştürdünüz?
Dağcılık, futbol, basketbol gibi bir spor değil. Sporu dünyanıza entegre etmeniz geren bir yaşam biçimi. Dolayısıyla ya bununla yaşarsınız ya da hobi olarak devam ettirirsiniz. Ben bununla yaşamayı seçtim.
Hiç başka bir mesleğiniz olsun istemediniz mi gerçekten?
Çok sevdim dağcılığı ve sevdiğim bir şeyi yapmaktan başka bir şey düşünmedim. Ama dağcılıktan zengin olamazsınız para kazanamazsınız sadece istediğiniz şeyi yapmış olursunuz.
Dağlara hakim olma hissi mi tutkunuzu bu kadar canlı tutuyor?
İnsan doğadan üstün değildir doğa her zaman insandan üstündür. Doğanın karşısında insan bir hiç. İnsan dağda olduğu zaman dağlarla bütünleşme hissini yaşar zaten bu histir sizi dağa götüren. Onun dışında hiçbir zaman bir dağa gittiğinizde bir fatih ya da o dağı ele geçiren biri gibi hissetmezsiniz. Dağ izin verirse ancak zirveyi görebilirsiniz. Dağlarda olmak evrendeki yerinizin ne kadar küçük ve değersiz olduğunu gösteriyor.
Everest’e iki kere çıkan ilk Türk olmak nasıl?
İnsanların tahmin ettiği gibi dağın zirvesine çıktım dağı yendim ben bir kahramanım gibi hisler yaşamıyorsunuz. O dağın size izin vermesini hissediyorsunuz. Aslında bir nevi dağa şükran duyuyorsunuz. Ama dağa tırmanış bir bütündür iş zirveye çıkmakla bitmez inmekte bir o kadar önemli. Çünkü zor bir dağı tırmanıp indiğinz zaman hayatta olduğunuz için imtiyazlı gibi hissediyorsunuz.
Peki böyle yüksek dağlara çıkmanın ne gibi zorlukları var?
Sağlık açısından bazı sıkıntıları var. İnsanlar deniz seviyelerinde yaşamak için yaratılmış. Çünkü oksijenin azalması yaşam koşullarını sınırlar çok kilo verirsiniz ve ölürsünüz. Tabii yüksek dağlarda çığ düşme tehlikesi, teknik zemin sıkıntıları da oluyor.
Böyle zorluklar içerisinde sık sık tırmanış gerçekleştirebiliyor musunuz?
Bir sene içerisinde iki ya da üç yüksek dağ tırmanışı yapabilirsiniz. Ben bir yılda iki kere 8 bin dağa çıkan ilk Türküm zaten. Ama ortalama bir Himalaya tırmanışında insan 10 kilodan fazla kilo veriyor. Benim hayatımın yarısı da orada geçti diyebilirim.
Zorlu tırmanışlara nasıl hazırlanıyorsunuz?
Hayatım bir antrenmandan ibaret. Şu dağa tırmanacağım üç ay aralıksız koşayım gibi bir şey söz konusu değil. Dağcılıkta dışarıda soğukta karda buzda tırmanmak fiziksel güç istediği kadar zihinsel güç de istiyor. Dağcılığın en güzel tarafı da bu çok bütüncül bir spor. Riskleri doğru hesaplayıp tecrübenizle tartmanız gerekiyor.
İnsan bu adrenalin ile nasıl yaşar?
Adrenalin yok dağcılıkta. Daha çok yoga yapmak gibi. İşin içinde daha çok konsantre olmak var. Ne geçmişi ne geleceği düşünmeden sadece o anda olmalısınız yoksa ne geçmişin ne de geleceğim bir önemi olur. Bu kadar ölümle iç içe olması hayatı daha iyi anlamanıza sebep oluyor.
Tırmanmaya başladıktan sonra hayata bakış açınızda bir değişiklik oldu mu?
Dünyaya artık daha farklı bakıyorum. İnsan hayvandan farklı olmayan bir yaratık ama biz modern dünyada kendimize yarattığımız bir sürü engelin içinde kaybolup gidiyoruz. Özümüz olan varlığımızı benliğimizi tamamen unutuyoruz. Artık saksıda büyüyen bir çiçek gibi yaşamlarımızı sürüyoruz. Dünya o kadar güzel bir yer ki insanlar bunu sadece televizyondan görüyor. Önemli olan o yaşamın içine girebilmek.
O bahsettiğiniz güzel manzaralı yerlere gittiğiniz zaman ne yapıyorsunuz?
Manzarayı içime çekiyorum. Bir insan yaşamı boyunca “Ölsem de gam yemem” lafını kaç kere söyleyebilir. Bu lafı kaç kez söylediğimi unuttum.
Yaşadığınız kötü bir anınız var mı?
2013’de Pakistan’da Nanga Parbat diye bir dağa tırmanışa gitmiştik. Ben tırmanışa yukarı gittiğim de Taliban ana kampı basarak 11 tane arkadaşımızı kurşuna dizdi. Dağda çok ölüm, yaralanma gördüm ama onlar doğanın getirdiği şeyler.
Dünya o kadar güzel bir yer ki insanlar sadece televizyondan görüyor. Önemli olan o yaşamın içine girebilmek.
ERZURUM DÜNYA ÇAPINDA YARIŞIYOR
Türkiye’deki dağları nasıl buluyorsunuz tırmanmak için?
Ülkemiz dağlar ülkesi. Himalaya gibi yüksek dağlarımız olmasa bile çok güzel kaya ve buz tırmanışı yapabileceğimiz dağlarımız var. Ama henüz değerlendirilmesi tam yapılmış değil. Hatta Tunceli Munzur, Hakkari Cilo gibi bazı yerler keşfedilmemiş durumda.
Erzurum’daki donmuş şelaleler için daha yeni yeni keşfediliyor diyebilir miyiz?
Orası yeni yeni yükselen bir değer. Sıra dışı güzellikte. Dünya çapında klasik olmaya aday donmuş şelale tırmanış rotaları var. Şu ana kadar keşfettiğimiz 25 tane donmuş şelale var. Mesela 300 metre donmuş şelaleler var.
DAĞA İNİP ÇIKMAK MARATON KOŞMAK GİBİ
8 bin metrelik bir dağa tırmanış sürecini anlatır mısınız?
Genelde 8 bin metrelik dağlar yeryüzünün çok uzak noktalarında. Öyle bir dağın başladığı noktaya varmamız genelde iki-üç hafta sürüyor. Aynı şekilde dönüşte o kadar südüğü için bir ay yolda geçmiş oluyor. Tırmanış da ortalama bir buçuk iki ay sürüyor. Bu dağlara tırmanmanın bir de bürokratik yönü var. Almanız gereken izinler, vizeler var. Tüm bunları geçtikten sonra iki ay orada yaşayacağınız için tüm ekipmanlarınızı ve yiyeceğinizi de yanınıza almanız gerekiyor. Genelde bu yük 10 kişilik bir ekip için iki ton kadar oluyor. Bu yükü dağın tırmanışının başlayacağı ana kampa bazen hamballar bazen katırlar bazen de yük helikopterleri taşıyor. Sonra tırmanış başlıyor işte o zaman hambal siz oluyorsunuz ve her şeyi siz taşıyorsunuz. Ortalama 20-25 gibi bir kiloyu neredeyse zirveye kadar taşıyorsunuz. Arada zor hatlar varsa ipler döşüyorsunuz, zor etapları güvence altına alıyorsunuz. Bunlar da işin teknik tarafı. Bir sakatlık ya da hastalanma durumu olursa diye tıbbi ekipmanlarınız da yanınızda oluyor. Bu arada her dağcı çok ciddi bir tıbbi bilgiye sahiptir. Çünkü vahşi dünyada tek başınasınız. Tabii süreç çok uzun olduğu ve dağda hava koşulları sık sık değiştiği için yediğiniz içtiğiniz şeylere çok dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü oksijen azaldığı için yediklerinizi yakmanız çok zor oluyor. Yediğiniz şeyler karbonhidrat gibi yakımı daha hızlı olan şeyler. Protein yiyemiyorsunuz çünkü vücudun onu sindirmesi çok zor oluyor. Mesela bir haftalık tırmanışta 5 binden 8 bine tırmanırken yediğiniz en fazla iki paket makarnadır. Genelde bünyenizden yersiniz. Zirveye yaklaşırken en son üç gününüz ise uykusuz geçiyor. Oksijensiz ortamda gözünüzü bile kırpamazsınız. Bazen bu gibi durumlarda halüsinasyon görülebiliyor. Zirveye gelince teknik açıdan çok dik olduğu için çok fazla kalamıyorsunuz. Bir de tekrar dönüşe geçmeniz gerektiği için çok uzun vakit isteseniz de geçiremezsiniz. Mesela Everest’te 45 dakika kaldım. Gün doğumundan önce varmıştık güneşin doğuşunu izledik. Ama Nepal’de bir dağda birkaç dakika kaldım hava çok kötüydü. Sadece bir fotoğraf çekebildim. Tabii tüm bu süreci tamamlamak bir maraton koşmaya benziyor.
KAR SUYUNU BİLE DİREK İÇEMEZSİNİZ
Su işini nasıl hallediyorsunuz?
Yanınızda su taşımıyorsunuz. Kar ve buzu ocakta tencere içerisinde eritiyorsunuz. Çünkü o yükseklikte akarsu olmaz. Ama tabii o kar suyunu olduğu gibi içemezsiniz. İçerisinde hiçbir mineral ve vitamin yok. O suyun içerisine meyve suyu, kahve katarak içebilirsiniz. Öbür türlü sizin içinizde bulunan yararlı diğer mineralleri de alıp götürür. Vücudunuzdaki bütün suyu kaybetmiş olursunuz o sadece saf su.