20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Dolunay ekolünü inşa eden Usta 

Bahtiyar Aslan’ın “ilhamı çağıran değil ilhama maruz kalan bir şair” diye tarif ettiği bir üstad Bahaettin Karakoç. Dolunay ekolünü kurdu ve uzun yıllar bütün yükünü tek başına taşıdı. Şiir yazmakla yetinmeyip şiirin okulu olan, şairler yetiştiren Karakoç, kelimelerden kurduğu kalesinde eğilip bükülmeden bir dil ve üslup mücadelesi verdi. 

GÜLCAN TEZCAN 9 Mart 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Dolunay ekolünü inşa eden Usta 

Türk edebiyatında “Dede Korkut” ve “Beyaz Kartal” diye anılan Bahaettin Karakoç’un fani alemden göçeli neredeyse beş ay oluyor. Vefatının ardından yazmak doğrusu tanıyan ve sevenler için çok da kolay değildi. O yüzden 5 Mart’ı, doğum gününü vesile bilerek Bahaettin Karakoç’u yâd etmek, hem şair hem de baba kimliğini, Dolunay ekolünü evladı ve talebeleriyle konuşmak istedim. İşte bir güzel şairin, söz ustasının ardından söze dökülenler... 

OĞUZ KARAKOÇ 

BABAM BAHAETTİN KARAKOÇ 

Bugüne kadar onu şair ve edebiyatçı kimliği ile anlatan çok oldu. Ben baba ve aile reisi olan Bahaettin Karakoç’u anlatmak isterim. Ailenin en büyük çocuğu oluşum, her zaman yanında bulunmam nedeniyle evlatları içerisinde onu en iyi ben tanırım. Benimle bir baba gibi değil, arkadaş gibi konuşur, öyle davranırdı. Bana ve kardeşlerime kızdığını bile hatırlamıyorum. 

Şairdi, duygu yüklüydü, “Yaratandan ötürü, yaratılanı seven” bir ruha sahipti, merhametliydi, yardımseverdi. Hele birinde bir şiir damarı görürse zamanını ona ayırır, onun iyi bir şair olması için çalışırdı. Bunun örneklerini “Dolunay” dergisini çıkardığı günlerde çok gördüm. Ailesine ayırması gereken zamanını şiir için, şair yetiştirebilmek için kullanırdı. 

İyi bir şair olduğuna inandığı insanlara değer verir, fikri ve zikri ne olursa olsun ona edebi bir gözle bakar ve asla sanata, siyaseti karıştırmazdı. Mücadeleciydi, korkusuzdu. Bize de “Haklı olduğunuz dava için asla mücadelenizden vazgeçmeyin” derdi. 

İnançlı bir insandı; bunu şiirlerinde de, yaşantısının her alanında da görmek mümkün. “Allah’a şükür” kelimesini dilinden düşürmezdi. Özellikle son dönemlerinde beyin ameliyatı olmuştu. Sonrasında da ufak tefek rahatsızlıklar geçirmesine rağmen hiçbir gün sitem etmedi. “İyi değilim demek Allah’a isyandır, halimize şükretmemiz lazımdır” derdi. 

Okumak ve yazmak onun için bir tutku idi; hava gibi, su gibi elzemdi. Evine mutlaka birkaç günlük gazete girerdi. Yeni çıkan kitapları mutlaka alır okurdu. İyi bir şair olma adına Allah’a verdiği söz gereği yazmayı hiç ihmal etmez, “Ölünceye kadar da yazacağım” derdi ki, öyle de oldu. Yıllar önce yazdığı edebi mektupları kitaplaştırmak için onlarla ilgili çalışmalar yapıyordu, ama kısmet olmadı. Ölümünden sonra anladım ki o sadece benim babam değil, Türk dünyasının babasıydı. Toplumumuz üzüntüsüyle, ilgisiyle bu kadar değerli olduğunu gösterdi, göstermeye devam ediyor. Ben de evladı olarak sorumluluğumu biliyorum. Bahaettin Karakoç, bundan sonra eserleriyle yaşamaya devam edecek.

2010 yılında vefat eden eşi Hatice anneye olan muhabbeti çok büyüktü 

EBRU OLUR 

“DİLİNİZE SAHİP ÇIKIN”  

Her şairin kaleminin kimliğine dair bir duruşu vardır. Karakoç üstadı tüm şairlerden ayıran yanı kimsenin kaleminden veya gölgesinden beslenmeden kendi şiirini inşa etmesi ve kendine has bir üslup oluşturmuş olmasıdır. 

Şiirlerinde içeriğe, estetiğe, düşünsel yoğunluğa, anlama, ahenge, lirizme önem vermiştir. Şiirini, tüm manevi ve insani değerlerin manifestosu gibi yazmıştır. Yazdığı her eserini ahlâkî ve kültürel yozlaşmalardan uzak tutmuş, asla basitliğe düşmemiştir. Bu çizgilerin aşılması veya dokunulması onun tahammül edebileceği bir durum değildir. 

İnsanın insana olan hukukunda, sebep her ne olursa olsun sınırlar aşıldığında kabarır onun öfkesi. Çünkü ona göre insan zarafetle yaratılmış bir varlıktır ve zarafet sınırlarında davranılmaya da doğuştan hakkı vardır. Ve hiç dilinden düşürmediği cümlesidir “Şairler edepli olur zira edebiyat edeptir.” Bir de eline kalem alan gençlerin heveslerinin kırılması kızdırmıştır onu. Çünkü ona göre “Şiir, edebiyatın omuriliğidir!” ve bu ülkede yaşatılması genç neslin şiire sarılmasıyla olacaktır. 

O’nu büyük endişelere sevk eden ve dert edindiği en önemli şeylerden biri de bu ülkenin dilinin ondan çalınmış olmasıdır. O’na göre dil bir medeniyet inşasıdır. Bir milletin dili elinden alındığında kimliği, örfü, adeti, inancı, o milleti millet yapan her şeyi elinden alınmış olacaktır ve bu tehlikelerin en büyüğüdür. Bu yüzden “Dilinize sahip çıkın!” derdi her daim. Bahaettin Karakoç üstaddır, yarendir, dert ortağıdır, babadır. Ne kaleminde ne de yaşantısının içinde, inancına ters düşmeden dimdik yaşamış Elif edalı Hakk’a aşık bir kalemdir.

YASİN MORTAŞ 

DOLUNAY’DA TURNA SESLERİ 

Dolunay, kalem tutanların ne kutlu bir kandilidir. Karanlık, gecenin en koyu odasında olsun; kalemin ışığını kağıtlara düşürmüş ve birbirine sunabilmişlerin evi ne şiirden bir mekânıdır; gönüller birbirine nasıl da dolunaydır. 

“Dolunay” şiirin kandili… Yakıtını “aşk” tan alan ve kendi kültürünün ateşiyle ısınan selam ülkesinin şulesi. Aşk, şiir, sevda, dil, güzellik, vatan, bayrak çıngılarını heybesine koyup, yüreklere sunmuş; aşk yürümeleriyle geçmiş, saçları dolunay ışıklarına bulaşmış Karakoç’un bitimsiz sevdası. 

“Dolunay” edebiyatın Beyaz Kartalı. Kanatlarının altına öz kültürü alarak lügatlerdeki sığ ve bizden olmayanın önünde bir sur gibi durmayı, yükseklerde uçup şiirin en sağlam burçlarına konmayı şiar edinmiş. “Dolunay,” ıhlamur çiçeğinin içinde gizlenmiş baharın “aşk sırrı. “Dolunay,” şiirin kapılarında bekleyenlere bir anahtar olmuş; kendine özel motifli anahtarıyla. “Geçmişin ve geleceğin dili olan şiire” bir şerh düşmüş.   

İNCİ OKUMUŞ 

Karakoç üstadla 1986’da Kahramanmaraş’ta tanıştım. Edebiyat hocam Faruk Paksoy’un öncülüğünde Dolunay Dergisi’nin yazıhanesinde ‘merhaba’laşmıştım. O gün bendenize kurduğu şu cümle hatırımdan hiç çıkmadı: “İnsanı sevmeden, aşkı ödev bilmeden, şiiri sevmeniz mümkün değildir!” Buradan yola çıkarak şunu açık yüreklilikle söylemek isterim: İnsanı sevmeden, aşkı ödev bilmeden ve şiiri sevmeden Türk şiir dünyasının Dede Korkut’unun şiirlerini anlayabilmeniz ve sevebilmeniz mümkün değildir. 

Şiirimizin Dede Korkut’u, Ak Sakal Akı, bendeki çağrışımlarıyla Türk şiir dünyamızın Zümrüd-ü Ankası’dır. Anadolu’yu ve Türk şiir dünyasını şiirle mayalamıştır. Peki sadece bir şair midir? Katiyen hayır. Yerine göre iyi bir dağcı, iyi bir sosyolog, iyi bir bilim adamı, iyi bir eğitimciydi. Türk edebiyat dünyasına yaptığı en büyük hizmetlerden biri olarak Dolunay Mektebi’ni kuran ve yetiştirdiği onca kıymetli kalemi Türk edebiyatına kazandıran iyi bir hocaydı. 

Bahaettin ağabeyin Türkçe’yi ana sütü gibi yudumladığımız şiirlerinde, bir kelimenin bile  ruhunu yitirdiğine şahit olmadım. Dik duruşuyla, kula kulluk etmeden yaşayan onurlu tavrıyla Hakkı haykıran yanından taviz verdiğini hiç görmedim. Bahaettin ağabeyin o kutlu şiir ırmağından nasiplenmek hepimizin ödevi olsun.