18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Eski Müzik: İnsanın köküne yolculuk

Anadolu müziğinin ustaları Derya Türkan, Coşkun Karademir ve Erkan Oğur, Eski Müzik projesi ile aynı sahnede buluşuyor. Onların derdi Anadolu coğrafyasının öz müziğini yarınlara aktarmak. Bunun için hazırladıkları projeyle insanları tarihe ve özüne doğru bir yolculuğa çıkaracaklar...  

MERVE YILMAZ ORUÇ30 Kasım 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Eski Müzik: İnsanın köküne yolculuk

Kadim Anadolu müziğini daha önce böyle duymadınız. Asırlar boyunca sadece bu topraklara değil her coğrafyaya ayrı telden dokunmuş sesler, üç ustanın rehberliğinde Eski Müzik’te buluşuyor. İstanbul kemençesini dünyanın her yerine duyurmuş Derya Türkan, bu coğrafyanın eserlerine sazıyla ve sözüyle kendi izini katmış Erkan Oğur, hazırladığı projelerle Anadolu müziğini uluslararası sahnelere taşıyan Coşkun Karademir bir araya geliyor. Kemençeden gitara, kopuzdan bağlamaya tüm seslerin bir olacağı Eski Müzik, çağlar öncesinden çağlar sonrasına yepyeni bir yorum getiriyor. Eski Müzik’in dünya prömiyeri, 7 Aralık Cumartesi günü 20.00’da UNIQ HALL’de gerçekleşecek. Biz de prömiyer öncesinde Derya Türkan ve Coşkun Karademir’den projenin hikayesini dinledik. Erkan Oğur il dışında olduğu için sohbetimize katılamadı ancak kulaklarını bol bol çınlattık. 

Bu üçlü nasıl bir araya geldi? 

Derya Türkan: Biz zaten bir aradaydık.Erkan Oğur ile yıllardır birlikteyiz. Coşkun’un da projelerini yakından takip ediyorum. Çalışan ve üreten, yeni dünyaya açılan bir müzisyen. Daha önce onun bir projesine misafir oldum. Daha sonra ikimiz bir çalışma yaptık, konserler verdik. Baktık sohbet ettiğimiz gibi çalıyoruz. Dokunmak da buna eklenir mi? dedik. Eski Müzik projesini Coşkun’a söyledim ve beğendi. Sonra Erkan Oğur’a teklif ettik. O da bizimle olmayı kabul etti. Hatta projenin isim babası kendisidir. 

Neden Eski Müzik? 

D.T.: Yeni de olsa müzik eskiyor. Çünkü her daim her an yenilenen bir şey müzik. Yenilenen şey de bir öncekini eskitir. 

Coşkun Karademir: Çıkış noktamız muhabbet oldu. Bu zamana ait müzikler çalsak da biz aslında kök olarak yeni bir şey yapmıyoruz. Edebi olarak ele aldığımız, müzikal olarak icra etmeye çalıştığımız eserler, tarihi bir köke ve toprağa dayanıyor. En yeni müzik aslında en eski müziktir. İcralarımızla müziğe yeni şeyler, farklı nüanslar katıyoruz. Ama özü itibariyle eski duyguları bu zamana taşıyoruz. Bu bir nevi insanın köküne dair bir yolculuk aslında. 

Çalışmalar ne zaman başladı? 

D.T.: Geçen sene nisan ayında karar verdik bu projeye. Hazırlık süreci geçmiş birikimlerimizden dolayı kısa sürdü. Sadece fikri bulmak biraz zor oldu. İçimize sinsin istedik. Çalışmalara başladık. Projemizi yurt dışında Hollanda’da bir Türk organizasyon ile paylaştık. İlgilerini çekti hemen. Daha Türkiye’deki konser belli değil iken projeyi yurt dışında salonlar kabul etti. 

C.K.: Hepimiz ayrı ayrı Avrupa’da farklı projelerde bulunduk. Oradaki organizasyon firmaları üçümüzün bir arada olduğunu duyunca çok heyecanlandılar. Avrupa konserlerine ilaveler olacak.   

D.T.: Ama biz ilk konseri kendi ülkemizde yapmak istedik. Bu konuda UNIQ HALL bize çok destek oldu. Türk seyircisine bu projeyi sunmak ve geri dönüşleri duymak çok önemli. 

Eski Müzik projesinde dinleyicileri nasıl bir repertuvar bekliyor? 

D.T.: Erkan Oğur’un çok geniş bir repertuvarı var. Buradan 400 yıllık bir eser de çıkabiliyor yeni bir beste de. Coşkun da Anadolu repertuvarına çok hakim. Repertuvarı genelde ikisi şekillendiriyor. Burada benim katkım biraz daha modernleştirmek belki bir ses katmak olur. Bu ses bazen Anadolu bazen İstanbul bazen de Batı olur. Projemiz içinde en önemli noktalardan biri doğaçlama. 

C.K.: Türküler, deyişler, yine bu coğrafyada yaşayan Azeri müziğine ait enstrümantal ezgiler de olacak. Hem sözlü hem de enstrümantal bölüm yapacağız. Kendi bestelerimizi de söyleyeceğiz. Özü 15. ya da 16. yüzyıla dayanan sözleri de duyacak seyirci. Avangart bir şey yok. Klasik hissin bol olduğu yeni icra mantalitelerinin de bulunduğu bir repertuvar olacak. Öz albümümden enstrümantal, Sırdaş albümünden deyişler okunabilir. Pir Sultan Abdal, Yunus Emre’den şiirler okunabilir. Özellikle meseleye şairler üzerinden bakıyoruz. Tek tek şarkı, türkü adı vermek çok doğru olmaz. Biz genel olarak eskiyi anlatmak istiyoruz. Repertuvar çok geniş. Sahnede değişebilir. 

Bir albüm düşünüyor musunuz? 

C.K.:  Proje için düşünmüyoruz. Benzer eserler farklı albümlerde var. 

D.T.: Yeni yılda Türkiye’de konserler devam edecek. Şimdi tek düşündüğümüz prömiyer. Bu tip bir salonda müziğimizin olması bizim için ayrıca kıymetli. Uniq İstanbul Genel Müdürü Serkan Coşkun’a da teşekkür ederiz. 

Anadolu müziğini bugüne taşıyorsunuz. Bu müziği icra etmek neden önemli? 

D.T.: Çünkü aktardığımız şey aslında biziz… 

C.K.: Derdimiz dünyaya bir şey anlatmak ve bırakmak ise bunu ancak bize ait bir şeyle başarabiliriz. Başkasının mahsulünü cilalayıp onlara geri verdiğimizde dünyaya bir şey bırakmış olmuyoruz. Biz bizden bir şey üretmek istiyoruz. 

Bizim kavgamız kendimizle

Dinleyici yapmak istediğiniz müziğin farkında mı? 

D.T.: Türkiye’nin kültürle bir ilgisi yok. Neden yok? Çünkü hâlâ bir kimlik mücadelemiz var. Bunu aşamıyoruz. Biz neyiz, kimiz, nerden geldik nereye gidiyoruz bunu sorguluyoruz. Sanat halk için değildir. Sanat sanat içindir. Halk o sanatı anlamak için kendini eğitir. İnsanlar iyi bir eğitim alır ve genel kültürünü geliştirirler. Bunun parayla da ilgisi yok. Sosyal devlet anlayışında sanat halka bedava sunulur. Kültür hizmeti verilir. Bunu biz de yapıyoruz. Avrupa’da bu böyle. Mesela bizim yurt dışında yapacağımız müzik için Hollanda hükümeti Anadolu müziğine para yatırıyor. Halkı, Türkiye kültürü konusunda bilgilendirmek için. Türkiye’nin elit dediğimiz genel kültürü yüksek kesimleri Batı kültürü ile geliştiği için bizim öz kültürümüz ile ilgilenmiyor. Bu çatışmalardan dolayı arada kalan insanlar var. Osmanlı sanatı, Cumhuriyet sanatı diye ayrım yapılıyor. Böyle bir ayrım olmaz. Hepsi Türk sanatıdır. Osmanlı Dönemi ya da Cumhuriyet Dönemi diye ayrılabilir. Bu tüm dünyada böyle. Alman sanatı vardır. Kimse orada İmparatorluk sanatı ya da Doğu Almanya, Batı Almanya sanatı demez. Alman sanatı içinde edebiyat, müzik, resim, heykel her şey vardır. Müzisyenler, sanatçılar kendilerini geliştirirler. Onlar da yaşadıkları dönemin sanatına ayak uydurur. Bizim anlam veremediğimiz kavgalarımız var. Klasik sanatlarımız var. Hat, tezhip, ebru gibi. Bunları sevmek insanlara komik geliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bizim komik bulduğumuz sanatı Japonlar öğrenmeye geliyor. Biz maalesef büyük bir kompleks içindeyiz. Bu zamana kadar Nazım Hikmet’i, Necip Fazıl Kısakürek’i, Hz. Mevlana’yı hep bir yerlere koyma zorunluluğu hissettik. Aslında önemli olan sadece onların ortaya koyduğu eserler. Ama biz bu durumu hâlâ aşamadık. Mevlana’yı büyük bir evliya olarak gören insan topluluğu var, bir de filozof olarak gören var. Mevlana kimdir? Bununla ilgilenen yok. Hz. Mevlana bu topraklarda yaşamış bir mutasavvıftır. Bunu bir türlü diyemiyorlar. Yine Nazım Hikmet’i kendi düşüncelerinde hapseden insanlar var. Nazım Hikmet bakıyorsunuz bir gün mutasavvıf bir gün tam tersi. Necip Fazıl’da öyle. Bırakalım bunları sadece eserlerini okuyalım ve üzerine düşünelim. 

Müziği kategorize etmeyelim 

Artık herkes sanatçı. CD ya da  internetten dinlediğimiz, duyduğumuz ses ile canlı performanslar çok farklı… Müzik dünyası nereye gidiyor? 

C.K.: Sosyal medya herkesi profesyonel yaptı. 

D.T.: Makinaların neler yaptığını biliyor musunuz? Batı kayıt tekniğini buldu. Taş plak, long play, kaset, CD… Devamlı geliştirdiler. Büyük tabakaya bir eser kaydedilirken şimdi 120 tane eser kaydediliyor. Sıkıştırmak zorunda kaldılar. Bu baskı sonucunda sizin daha önce duyduğunuz doğal armoniler kayboldu. Hatta şimdi Batı şöyle diyor. ‘Biz bu kayıt sistemlerini yaptık ama tekrar analog kayda dönelim.’ Biz ise bilgisayar kayıtlarına devam ediyoruz.  

C.K.: Endüstriye boyun eğen bir dünya insan var. Müzik sektöründeki üretimlerin başında olanlar ile insanların talepleri tek bir şey alıp 50 tane şey duymak. Müziği isteyenler işin kalitesini, soundunu sorgulamaz ise üretici de öyle yapar. Bunlar arz talep meselesi. Bizim yaptığımız müzikler belki milyonlar değil ama ciddi bir kitleye sahip. Müziğimizin alıcısı belli. Bu kültüre bir taraftan dokunmuş, müziğini dinlemiş tırnak içinde bilgili bir zümreye söylüyoruz. Bu kişiler bizim yaptığımız işin kalitesinden haberdar. Özen gösteriyoruz. Kendi döngümüzü yaratmaya çalışıyoruz. Ama her zaman bu olamaz. Olayın geneline bakıldığında talep edilen ne ise üreticiler onu sunar. Bizim bu alanda profesyonel olmayışımız en büyük eksikliğimiz. Biz kendi müziğimizi elimizden geldiğince yurt dışında ve içinde insanlar ile buluşturacağız.   

D.T.: Farklı bir düşünce ve göz ile bakan insana çalmak çok başka. Müziği hiçbir kategoriye koymadan sadece sanat olarak bakan kişilerle karşılaşmak güzel. Sadece müziği dinlemek. Bu müzik bizim değil hepimizin. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak bastığımız yerlere, burada neler olduğuna, kimlerin gelip geçtiğine, kimlerin neler dediğine dikkat etmeliyiz. 16. yüzyıla ait bir deyiş söylüyoruz. Herkes çok rahat anlıyor. Çünkü bugün de aynı şeyler söyleniyor. Bu aslında kötü bir şey. Türkiye kadar toprakları zengin başka bir ülke yok. Ama kıymetini bilmiyoruz. Yok sayıyoruz. Anadolu’da bir yer kazılıyor. 15 bin yıl öncesine gidiyoruz. 

C.K.: Bu müzikte de böyle. İnsan yaşanmışlığı ile ilgili bir kalıntı var ise orada bir kültür de vardır.  İnsan eşittir ürettiği şeyler. Külliyat olarak müziğin eski noktası var. Ama Hz. Mevlana şöyle der; “Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni bir şeyler söylemek lazım.” Ancak eskiyi bilen adam yeni bir şeyler söyleyebilir. 

Sesin içerisinde sessizliği bulmak 

Yeni bir çalışmanız daha var birlikte… 

D.T.: Evet. Coşkun ile bir projemiz var. Bizim dışımızda iki sanatçı daha var. Biri dünyaca ünlü Norveçli caz piyanisti besteci Tord Gustavsen. Perküsyonda ise Ömer Arslan bize eşlik edecek. Farklı 4 elementin buluşacağı bir iş olacak. Evrensel bir çalışma. Şimdi Eski Müzik projesinden ne çıkacağı aslında az çok belli. Ama bu yeni projenin ne olacağını bilmiyoruz. Tord’un doğaçlama yeteneği çok farklı. Kayıtlara başladık. Hatta projenin ilk konserini cuma günü verdik. Albümün adını Sessizlik koyduk. Sesin içerisinde sessizliği bulabilen kişiler için bu albüm. 

Albümde kaç eser var? 

C.K.: 10 tane eser olacak. Yarı enstrümantal yarı sözlü. Yeni besteler de var, emprovize  de var. Mesela Iğdır’ın Al Alması’nı enstrümantal doğaçlama çalacağız. Sözlü eserlerden biri sözlü olarak Payton Geldi okuyacağız. Burada bize ait türküler, nefesler de olacak. Tord’un müzik hissini, icra mantalitesini bizim eserlerimiz üzerinden deneyimlemek çok özel. Bizim ruhumuza, duygularımıza eşlik edecek. Kısaca bu toprağın müziğine misafir olacak. 

D.T.: Sessizlik albümünün oluşmasında en büyük paylardan biri Tord’un. Bu konserinde devamı olacak. Albümün çıkması mayıs ayını bulur.