-Senaryo nasıl ortaya çıktı?
Orçun Benli: Korku filmlerini çocukluğumundan beri severim. Böyle bir türde film çekmek ama daha çok pagan kültürü, şaman gelenekleri ve Anadolu motiflerini referans alan bir iş istiyordum. Sıfırdan bir şey yapmayı değil, zaten var olan bir şeyi kullanmayı tercih ettim. Bunun için en iyi örnek Gulyabani’ydi. Türkiye’nin her yerinde biliniyor. Fikir öyle başladı. Sonra araştırma süreci gelişti. Filmde mezar taşlarını, kuyu metaforunu ve Mehmet Siyah Kalem’in tablosunu kullandık.
-Evet bizde korku karakteri yok ama bir yandan da Gulyabani en fazla kullanılan karakter.
O.B: Evet öyle. Süt Kardeşler’de de vardı. Gulyabani aslında yoktur, kahyaya kostüm giydirirler, oradakileri korkuturlar. Ama birçok insan onu Gulyabani diye biliyor. Bir de film komedi türündeydi, korku filmi değildi zaten. Ama herkes ‘Benim en çok korktuğum şey Gulyabani’ der. O bir anlık plan ürkütücüydü gerçekten.
GÜÇLÜ OLDUĞUM İÇİN SEÇİLDİM
-O Gulyabani ile sizin Gulyabani arasındaki en büyük fark nedir?
O.B: Benimki ete kemiğe bürünmüş, efsaneyi gerçeğe dönüştüren birşey ama ucu biraz açık. Kızların korkularının yarattığı bir yaratık. Yani Gulyabani aslında olmayabilir de. Perdede onu görüyoruz ama bu gerçek mi yoksa bir yanılsama mı onu ileride görebiliriz.
-Filmin senaryosu geldiğinde rolünüzle ilgili sizi etkileyen şey ne oldu?
Deniz Uğur: Aslında filmin senaryosu bana ‘geldi’ denemez çünkü projenin tasarlanma aşamasından beri işin içindeydim. Beni Güneş karakteri için düşünmelerinin nedeni sanırım güçlü ve savaşçı kadın imajım oldu. Güneş lider ruhlu, güçlü ve eline av tüfeğini alıp Gulyabani’ye meydan okuyacak kadar cesur biri.
-Gulyabani son dönemde sıçrama yapan Türk korku sinemasına farklı bir yerden bakıyor. Yani dinsel öğelerden daha çok gençlik korku türüne yakın. Bu tür filmlerin Hollywood versiyonlarını takip eder misiniz ve role hazırlanırken bu tür filmlerden yararlandınız mı?
D.U: İlk gençlik dönemlerimiz, bu tür filmleri bol bol izleyerek geçti. Klişelerden beslenen bir yapıya sahip. Seyircinin gözünün aradığı belirli öğeler var ve işin lezzeti de biraz burada. Evil Dead serisini, hatta kamera arkası çekimlerini bile izledim. Aslında bizden pek farklı çalışmadıklarını söyleyebilirim. Orada da paçaları sıvayıp suya giren kameramanlar ve ormandaki balçığın içinde gerçekten debelenen kadın oyuncular var. Tabii canhıraş çığlık atmayı bilmek de önemli. Role hazırlanırken form tutmak için nefes egzersizleri ve günde beş altı kilometreyi bulan tempolu yürüyüşler yaptım, çekimlerde de bunun çok faydasını gördüm.
Yetenekli ve yaratıcıysanız güzel olmanızın sakıncası yok
-2000’li yıllarda kadın oyunculuk anlamında geri adım atıldığı söylenebilir. Kadın oyuncuların üzerine kurulan baskı sizi nasıl etkiliyor?
Deniz Uğur: Üzerimde herhangi bir baskı hissetmedim ama üretilen fikirlerin sığlığı ve gelen senaryoların sıradanlığından hep rahatsız oldum açıkçası. Yaratıcı olması gereken kişilerin kendine uyguladığı otosansür nedeniyle hiçbir önemli konuya hakettiği biçimde parmak basılamayan, suya sabuna dokunulmayan, sürekli aynı ezberin okunup durduğu, kötü bir tekelleşmenin hatta adeta ‘çeteleşmenin’ olduğu, üstelik sıcak paranın döndüğü her sektörde olduğu gibi bu sektörde de hangi oyuncu çok mutlu olabilir bilmiyorum. Keşke tek derdimiz feminizmin baskılanması olsa.
-Yeşilçam döneminde Türk sineması oyuncuları daha çok dergilerin açtığı güzellik yarışmalarından gelirdi. Günümüzde modellikten oyunculuğa geçmenin bir izdüşümü olarak kabul edilebilir. Kendinizi Yeşilçam’a mı yoksa 2000 sonrası sinemaya mı yakın görüyorsunuz?
D.U: İkisi de bana ters gelmiyor. Dünyada bunun birçok örneği var. Düşünebilen, yaratıcı bir beyniniz varsa ve gerçekten yetenekliyseniz, aynı zamanda ‘güzel’ olmanızın hiçbir sakıncası yok. ‘Ama bunların ikisi bir arada pek bulunmuyor’ diyorsanız, tartışılabilir. Ama başkaları tartışsın, benim yapılacak daha önemli işlerim var.
Filmi bir efsaneye saygı duyarak yaptım
-Gulyabani’nin biraz Amerikan korku komedilerine bakan tarafı da var. Bu da tür olarak bizde yapılmamış bir şey. Köklerinde Anadolu kültürünü de kullandığını söylüyorsun.
Orçun Benli: Evet türün gereklerini büyük ölçüde yerine getirdik. Gulyabani’yi bir efsaneye saygı duyarak, ona gönderme yaparak işlemeye çalıştım.
-Filmde Cüneyt Arkın’ı tercih etmenizin sebebi neydi?
O.B: Cüneyt Arkın, benim için çok özel bir isim. Yeşilçam döneminden benim çocukluk kahramanım. Onunla hep çalışmak da istiyorum. Bu filme cuk oturdu çünkü Cüneyt Arkın aslında ‘Dünyayı Kurtaran Adam’dır. Sadece o filmde değil, Bizans’a karşı Osmanlı’yı kurtarır, Yıkılmayan Adam’da sermayeye kafa tutar, hep kahramandır. Böyle filmlerde de kahramanlara ihtiyaç vardır. ‘Gulyabaniyi kim tokatlayabilir?” diye çok düşündüm sonra karar verdim: Ancak Dünyayı Kurtaran Adam tokatlayabilirdi. Rol için Cüneyt Arkın biçilmiş kaftandı.
-Cüneyt Arkın’a “Abi Gulyabani çekiyoruz oynar mısınız?” dediğinizde nasıl tepki verdi?
O.B: Şöyle bir baktı. Çok heyecanlanmıştım, yılların aktörü... Anlatmaya başladım hikayeyi, Şamanizm, pagan kültür, Anadolu efsanesi konuştuk sonunda ‘Abi ancak sen tokatlarsın bunu’ dedim. Süperman gibi düşün, bizim Süpermanimiz de Cüneyt Arkın! Onların öyle bir tarihi olmadığı için onlar Süperman’i yarattı. Bizde Kara Muratlar, Battal Gaziler var.