24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

'Hoca Ahmet Yesevi bana intizar eder'

Kaşık ustası Hüzeyfe Okur, yıllardır bu işi büyük bir titizlikle yapıyor. Okur, “Benim bir sorumluluğum var. Yoksa Hoca Ahmet Yesevi bana intizar eder. Kaşık babasıdır kendisi. Tapduk Emre bana intizar eder, kendisi kaşığın ata babasıdır. Avrupa eliyle yemek yerken bu kaşığı onlar verdiler ellerine” diye konuşuyor.

ALİ DEMİRTAŞ26 Ekim 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Hoca Ahmet Yesevi bana intizar eder'

Bu yıl 11-13 Ekim tarihlerinde ilki düzenlenen Afyonkarahisar AŞK Kültür ve Sanat Günleri’nde Türkiye’nin dört bir yanından zanaatkârlar bir araya geldi, kurulan standlarda çalışmalarını sergileme imkânı buldu. O zanaatkârlardan biri de T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın davetiyle Afyon’a gelen 64 yaşındaki Hüzeyfe Okur idi. Kendisi bir kaşık ustası. Ahşaptan birbirinden güzel kaşıklar yapıyor. Aynı zamanda devlet sanatçısı belgesi de bulunan Okur ile festivalde bir araya geldik. Mersin Silifke’de yaşayan Okur, bu mesleğe nasıl ve neden başladığını şöyle anlatıyor: “Yıl 1965… O zamanlar 5-6 yaşındayım. Evde tam tamına 14 kişiydik. Üç-dört kardeşe bir kaşık düşerdi. Evde kaşık yok muydu, vardı. Ama sadece misafir gelince kullanılan özel kaşıklardı onlar. Misafir gelmeyince açılmazdı kaşık kutusu. Bu da bizim kadim milletimizin misafirperverliğindendi. Annem yemek pişirdiği ve tabaklara servis yaptığı büyük kaşıkla yemek yerdi. Çünkü başka kaşık yoktu. Böyle bir ortamda 8 yaşımda kaşık yapmaya başladım. Ustam yoktu. Bir şeye muhtaç olmayınca onun ne kadar önemli olduğunu anlayamıyorsun. Benim ustam da bu muhtaçlıktı.” 

Hüzeyfe Amca bu işin ustası olsa da geçimini bununla sağlayamıyor. Emekli bir devlet memuru. 38 yıl boyunca kamuda çalıştıktan sonra emekli olup, Mersin Kent Konseyi’nin de desteğiyle Silifke’de küçük bir atölye kurmuş. Üç yıldır orada yapıyor kaşıklarını. Ama fazla bir alet edevatı yokmuş: “Bu alan için bir teknoloji yok. Bunu geliştirmek istiyoruz ama kurumlar ve kişiler buna duyarsız. Her şeyi devletten beklemeye gerek yok. Özel kurumlar, dernekler, bu işi yapan insanlar var; onlar bu eksikliğe el atabilir. Kimseden yardım alamıyoruz. Şu anki aletlerimiz daha pratik daha teknolojik ve daha hızlı işler yapan aletler olabilirdi. Teknoloji işimizi kolaylaştırabilirdi. Keşke üretseler. Bu kaşıkların her birinde en az 8 saatlik emek var.” 

6 yıldır hiçbir şekilde çırak yetiştiremediğini söyleyen Hüzeyfe Amca bu işin bir geri dönüşünün olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Kişi bununla geçimini sağlayamaz. Bu ancak hobi olarak öğrenilebilir ve devam ettirilebilir. Ancak bu şekilde aktarım sağlanabilir. Keşke okullardaki Teknoloji ve Tasarım derslerinde bu iş öğretilse. 100 öğrenciden 2 tanesi öğrense başarıdır. Benim emekli maaşım olmasa bunu yapmam, yapamam. Yıllardır bu işten bir maddiyat beklemiyorum.” 

Ağacın dilinden anlamazsanız olmaz

Hüzeyfe Amca bu işi yaparken dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta olduğunu söylüyor. “Ağacın dışı kaşığın içi olarak yontulmalı, ağacın içi değil.” diyen Okur, diğer türlü kaşığın büküleceğini belirtiyor ve ekliyor: “Ben de yıllarca bu yanılgıya düştüm. Ama her zaman bir terslik olduğunu hissediyordum. Her zanaatta bir özellik vardır. Bu işi yaparken asıl ölçü kalp ve göz ölçüsüdür. Ağaçla konuşmanız lâzım bunu yaparken. Ağacın dilinden anlamazsanız bu iş olmaz.” Okur bu konuyla ilgili bir anısını ise şöyle anlatıyor: “90’lı yıllardı. Bir amca ağacın tersini kullanarak kaşık yapıyordu. Amcanın yanına yaklaştım. O zamanlarda devlet memuru olarak çalışıyordum. Üzerimde resmi kıyafet olunca amca biraz ürktü. Acaba zabıta mıdır vs diye. Ben de ona ‘Amca ben bir Yörük çocuğuyum. Üzerimdeki kıyafete bakma’ dedim. Ağacın tersini kullanarak kaşık yapan amca büyük bir yanlış içindeydi. Amacım onun gerçekten bunun farkında olup olmadığını öğrenmekti. Bilmiyorsa ‘Amca evladın yaşındayım bu böyle değil, bunun doğrusu bu’ diyeceğim. Biraz sohbet ettikten sonra ‘Amca sen bu işi çok güzel yapmışsın ama sen bu ağacın tersini neden kullandın?’ dedim. Eğer bilmediğinden böyle yapıyorsa yaptığı yine de başarıdır. Ama bilerek, böylesi kolayına geldiğinden yapıyorsa eyvah… Bu kötülüktür. Bilerek kötülük yapmaktır bu. Kültüre kötülük, aktarmaya kötülük... Nasıl öğretirse o öğreti öyle gider. Çünkü ondan bir maddiyat bekliyor ve kolayına nasıl geliyorsa öyle yapıyor. Bunun neden yanlış olduğunu teknikleriyle birlikte anlattım. ‘Bu kaşığı alan insanlar senin arkandan konuşur’ dedim. O da bana şunu dedi: ‘Yeğenim sen yenisin az geri dur’… Keşke ‘bilmiyorum’ deseydi de ben de ona seve seve anlatsaydım. Çünkü gerçekten ağacın dilinden anlasaydı, ağacın onu bin defa ikaz ettiğini duyardı: ‘Yapma beni…’ Bunun hesabını Hoca Ahmet Yesevi soracak o vatandaşa. ‘Neden ters yaptın o alemde de böyle geldin buraya’ diye...

AVRUPA HASTALARINI FIRINLARDA YAKARKEN… 

Bütün bunları söylerken Hüzeyfe Amca, asıl olandan şaşmamak gerektiğine de dikkat çekiyor: “Ahşap… Ağacı iyi kullanmaya dikkat etmeliyiz. Ben bu kültürün doğru aktarılması peşindeyim. Maddiyat peşinde değilim. Benim bir sorumluluğum var. Yoksa Hoca Ahmet Yesevi bana intizar eder. Kaşık babasıdır kendisi. Tapduk Emre bana intizar eder, kendisi kaşığın ata babasıdır. Orta Asya’dan Avrupa’ya giden benim ata babalarım; Avrupa eliyle yemek yerken bu kaşığı onlar verdiler ellerine. Avrupa ‘Medeniyetin beşiğiyiz’ diyor ama hiç de öyle değil. Asıl biziz medeniyetin beşiği. Biz verdik medeniyeti onlara. Onlar akıl hastalarını fırınlarda yakarken benim ata babalarım musiki ile iyileştirdi hastalarını. Fakat iş şimdi tersine mi döndü bilemiyorum.”