29 Nisan 2024 Pazartesi / 21 Sevval 1445

'İyi bir fotoğraf için güçlü bir hikâye olmalı'

“Fotoğrafçının teknik yeterliliği, sezgileri, görmeyi bilen gözleri ve hissedebilen bir kalbi olmalı. Fotoğrafa konu olacak hikâyenin güçlü olması gerekiyor. Ortada güçlü bir hikâye yoksa teknik başlı başına yeterli olmaz.”

GÜLCAN TEZCAN 5 Ekim 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'İyi bir fotoğraf için güçlü bir hikâye olmalı'

Sessiz sedasız ama derinden izler bırakacak pek çok sanatçı, yazar, edebiyatçı zamanın dayatmalarına pek de itibar etmeden kalbinden, ruhundan süzüleni bazen bir besteye dönüştürüyor bazen bir tabloya yahut şiire. Popüler olanın tuzağına düşmeden kalbî olanın izlerini süren nice ‘başarılı’ isimden biri de fotoğraf sanatçısı Soner Yaman. “Ben sadece hayatı belgelemiyorum, fotoğraflarımı izleyenlerin yüreklerine ulaşacak duyguları da kaydetmeye çalışıyorum. Halkın arasında kendimi unutturup sessiz bir tanık gibi görüntüleri kaydediyorum.” diyen sanatçıyla objektifin ardında geçen yirmi yılını ve fotoğrafla gerçeklik ilişkisini konuştuk.

Soner Yaman kimdir diye soracak olursam nasıl anlatırsınız bize kendinizi?

1978 yılında Kocaeli’nde doğdum. Marmara depreminin yaşandığı 1999 senesine kadar ailemle beraber Kocaeli’nde yaşadım ve aynı sene Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde eğitim görmek için Konya’ya taşındım. Çocukluktan itibaren fotoğraf makinesi elimden düşmedi ancak fotoğraf makinemle başka insanların hayatlarını kayıt altına alma serüvenim 1998 senesinde filmli fotoğraf makineleriyle başladı. Fotoğraf çekmek ve çektiğim fotoğrafın filmini, evimde oluşturduğum karanlık odada banyo edip güzel bulduğum fotoğraf karelerini agrandizörde fotoğraf kağıtlarına basmak beni mutlu ediyordu. Fotoğraflarımı kendimce arşivlemeye başladım. Üniversitelerden ve fotoğraf derneklerinden gelen davetler üzerine Türkiye’nin pek çok kentinde söyleşiler ve fotoğraf gösterileri gerçekleştirdim. Bazı fotoğraflarım düzenlenen ulusal fotoğraf yarışmalarında ödüllere layık görüldü. Fotoğraflarımdan bazıları kitaplarda, dergilerde ve gazetelerde yer aldı. Zaman zaman üniversitelerde ve fotoğraf derneklerinde fotoğraf eğitimleri vermeye devam ediyorum.

Ustanız oldu mu yoksa kendi bildiğiniz yolda mı ilerlediniz? 

Tek bir ustam değil gıyaben pek çok ustam oldu. Fotoğrafçılığa uzun seneler emek sarf etmiş pek çok fotoğrafçının işlerinden ilham aldım. Çekmiş olduğumuz fotoğraflarda kendi kişiliğimizden de izler bırakırız. İzlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz müzikler, hayat tecrübelerimiz ve sevdiğimiz fotoğrafçıların fotoğrafları da çektiğimiz karelere etki eder. Objektifin arkasındaki 21 sene benim için çok keyifli geçti çünkü insanları fotoğraflıyorum. Çoğu zaman onlarla iletişim kuruyorum. Fotoğraflara yansımayan pek çok anıyı da zihnimde biriktiriyorum, güzel dostluklar kurdum “fotoğraf” sayesinde.

Kadrajınızı en çok nereye ve kime sabitlemeyi seviyorsunuz?

Fotoğraflarımın ana konusunu insanlar oluşturuyor. İnsanların yüz ifadelerindeki değişimleri gözlemlemek ve aradığım duyguyu yakaladığımda deklanşöre basıp görüntüyü kaydetmekten hoşlanıyorum. Benim için bir fotoğraf teknik olarak çok iyi olsa da içinde duygu barındırmıyorsa senelerce yaşayacak, zihinlerde yer alacak bir fotoğraf olmaz. Bu yüzden ben sadece hayatı belgelemiyorum, fotoğraflarımı izleyenlerin yüreklerine ulaşacak duyguları da kaydetmeye çalışıyorum. Halkın arasında kendimi unutturup sessiz bir tanık gibi görüntüleri kaydediyorum. Yüzdeki ifadenin gerçek olması benim için önemli. Bazı insanlar fotoğraflarının çekildiğini fark edince kamera önünde yapmacık davranıyorlar. O zaman deklanşöre basmıyorum. Çünkü “gerçeklik” yara almış oluyor.

Fotoğraflarınızda bütün yalınlığıyla hayat ve hüzün dikkat çekiyor. Bir de siyah beyaz oluşları...  Bu özel bir tercih mi? Neden?

Yakın arkadaşlarımızı gördüğümüzde, onlarla fotoğraf çektirdiğimizde yüzümüzde bir tebessüm oluşuyor. Sıkıntılarımızı kendi içimizde yaşasak da bunu dışarıya çok da belli etmek istemiyoruz. Bana göre hüzün, mutluluktan daha gerçekçidir. Her insanın kendi içinde iç hesaplaşmaları, keşkeleri vardır. Dünü ve yarını düşünür insanlar yalnız kaldıklarında. Hüzünlü olduğumuz anlar mutlu olduğumuz anlardan daha fazla sanırım. Kalabalık içinde yalnızlık yaşayan insanın, anlaşılmadığını düşünen insanın hüznüdür bu. Fotoğraflara duygu derinliği kazandırdığı aşikar. Siyah-beyaz oluşları duygunun izleyiciye daha güçlü aktarılması için. Böylece renklerin büyülü dünyasından uzaklaşıp ifadeye yoğunlaşıyor izleyenler.

Dijital çıktı mertlik bozuldu eleştirisine katılıyor musunuz?

Fotoğrafa ilk başladığım zamanlarda pozitif film ve negatif film kullanıyordum. Filmin üzerindeki görüntüden fotoğrafın nasıl çekildiğini görebiliyorduk daha inandırıcı geliyordu bana. Fotoğrafçı daha kısıtlı imkânlara sahip olduğundan fotoğrafı çekmeden önce kafa yoruyordu güzel bir fotoğraf karesi yakalayabilmek adına. Şimdi fotoğraflar daha özensiz çekiliyor çünkü bir takım fotoğraf işleme programlarıyla fotoğraflara her türlü değişiklik yapılabiliyor. Üstelik dijital fotoğraf makineleri, filmli makineye göre sınırsız çekim özgürlüğü kazandırdığından, işe yaramayacak çok fotoğraf çekiliyor, arşivleniyor. Dijital çöplük oluşuyor. Fotoğrafçı kendisini disipline etmiş ise hangi makineyi kullandığının çok da önemi yok. Teknolojik gelişmeler elbette olacaktır. Önemli olan fotoğrafçının kendi vicdanıyla bir hesaplaşma yapması ve fotoğraftaki teknik kusurları çekim aşamasında gidermeye çalışmasıdır.

Fotoğrafta tekniğe mi inanırsınız hikâye ve anın söylediğine mi?

Hepsi bir bütün olmalı elbette. Fotoğrafçının teknik yeterliliği, sezgileri, görmeyi bilen gözleri ve hissedebilen bir kalbi olmalı. Fotoğrafa konu olacak hikâyenin de güçlü olması gerekiyor. Ortada güçlü bir hikâyeniz yoksa teknik tek başına yeterli olmaz.

Herkesin telefon ile ânı sabitlediği bir devirde fotoğraf sanatı bu durumdan nasıl etkilenecek sizce?

Her zaman her yerde fotoğraf çekmeye olanak sağladığından dolayı telefon kullanılmasına sıcak bakanlardanım. Dijital teknoloji, analog fotoğrafçılığa nazaran fotoğrafları çekim sonrasında daha çok müdahale edilebilir hale getirdi. Gördüğümüz fotoğrafların gerçekliği konusunda eskiye göre daha şüpheci olduk ama şahsen fotoğraf sanatı bu durumdan olumsuz etkilenmez. Çünkü her dönemde iyi işler ortaya koyacak fotoğraf sanatçılarının var olacağına inanıyorum. 

‘Batak’ projesi Ara Güler’den övgü aldı

Ara Güler ile olan ilginç bir hikâyeniz var...

Tarih 2005. Selçuk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde (Konya),  Ara Güler’in fotoğraf albümlerine bakıyorum. Bu albümlerinden birinde Henri Cartier Bresson’un Ara Güler’e gönderdiği mektubun fotoğrafı yer alıyor. Ara Güler’in iletişim adresine ulaşıyorum albümdeki fotoğraf sayesinde. Kendisine tek sayfalık bir mektup yazıyorum halen aynı iletişim adresini kullanıp kullanmadığını bilmeyerek. Mektupta özetle kendisi sayesinde pek çok yabancı fotoğrafçıyı tanıdığımı, fotoğraflarını çok beğendiğimi ve örnek aldığımı; kendisiyle aynı zaman diliminde yaşıyor olmaktan duyduğum memnuniyetten bahsediyorum. 

İki hafta sonra posta kutumda büyükçe bir paket görüyorum. Paketi gönderen isim Türkiye’de yüzyılın fotoğrafçısı olarak bilinen Ara Güler. Kendisi, jest olarak iki albümünü imzalayıp gönderme nezaketini ve büyüklüğünü göstermiş. Çok ama çok seviniyorum. 

Tarih 2008. Batak isimli fotoğraf projemi çalışıyorum. “Batak”, çalıştıkları fabrikada her öğle paydosunda iskambil oynayan döküm işçilerinin oynadıkları oyunu anlatıyor. Toplam 20 fotoğraftan oluşuyor. Aynı sene bir banka fotoğraf yarışması yapıyor. Yarışmanın jüri üyelerinden birisi de Ara Güler. 430 fotoğraf projesi arasından Türkiye birinciliğini kazanan çalışma jürinin ortak kararıyla benim çalışmam oluyor. Ara Güler, çalışmam “Batak” tan o kadar etkileniyor ki “Foto muhabiri Ara Güler” isimli kitapta övgü ile bahsediyor ve genel yayın yönetmenliğini yaptığı İz Dergisi’nde yayınlanması talimatını veriyor. (İz Dergisi, 18.sayı - 2008) Ancak Ara Güler, “Foto muhabiri Ara Güler” isimli kitapta fotoğraflarından etkilendiğini ifade ettiği kişinin, kendisine üç sene önce mektup yazan genç olduğunu hiçbir zaman bilmedi.