Bir dönemin en özel ve ulaşılması zor ev aletiydi televizyon… Her yaştan insanı ekrana kilitleyen bu alet, kim bilir kaç kuşak büyüttü. Beyaz ekran 1968 yılında geldi ülkemize. Eğiten, öğreten, haber veren en önemli mecra, evlerin en büyük eğlencesi... Belli saatlerde verilen yayınlar baştan sona izlenir, ekranda televizyonu kapatma zamanının geldiğini hatırlatan mesaj çıkana kadar hiçbir an kaçırılmazdı. Bir zamanlar çoğu kişinin sadece rüyalarında ya da komşunun penceresi önünde izlediği bu ekran artık evlerin her odasında hatta cep telefonlarımızda çıkıyor karşımıza. 26 Ocak 1926’da icat edilen televizyon, o yıllardan bugüne rengârenk anılarla geldi. Tüplüsü, gazlısı, siyah-beyazı, renklisi, kumandasızı, kumandalısı ve hatta akıllısı derken artık 3 boyutlu, internete girilebilen, bilgisayar ve cep telefonlarından ulaşılabilen bir teknolojiye sahip. İşte necef maşrapalı yıllardan süper ince lcd’lere dönüşen beyaz ekranların hikayesi…
Televizyonun Türkiye’ye gelişi 1953 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Yüksek Frekans Tekniği Kürsüsü Profesörü Mustafa Santur tarafından sağlandı. Santur, 1938’de gittiği Avrupa seyahatinde tanıştığı televizyonu ülkesine getirebilmek için ilk adımı 1951’de attı.
“Burası 3. bant 5. kanaldan deneme yayınları yapan Ankara Televizyonu. Bugün 31 Ocak 1968. Bu akşamki deneme yayınlarına başlıyoruz.”
TRT ekranından yapılan ilk yayının cümleleri bunlar. Türkiye’nin ilk kadın televizyon sunucusu Nuran Devres’den duyuyoruz bu cümleleri...
Adı, Yunanca “uzak” anlamına gelen “tele” ile Latince anlamı “görmek” olan “visio” kelimelerinden gelen beyaz ekranı Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Yayıncılık Yönetimi, Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Kübra Güran Yiğitbaşı ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi, İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Küçükerdoğan’dan dinledik.
“Televizyon hayatımıza girdiğinde merak ve ilgiyle karşılandı” diyen Yrd. Doç. Dr. Kübra Güran Yiğitbaşı, “Fiziksel olarak ulaşabildiğimiz sınırlar ve tanıdık çevremizle iletişim kurmanın ötesini vadeden bir mecraydı televizyon. Radyonun sağladığı sesli iletişimin yanı sıra görüntülü olarak da yaşanan gerçekliğe ve bilgiye erişebilmek televizyonu değerli kıldı. Bireyler kendi dünyaları dışına açılarak neler olup bittiğine tanıklık edebilir hale geldi. Toplumdaki yerleşik kültürün sonraki kuşaklara aktarılması noktasında televizyon etkisini gösterdi ve bu etkiyi sürdürmeye devam ediyor” diyerek ekranın misyonuna dikkat çekiyor.
ÇOCUKLARIN EN BÜYÜK ROL MODELİ
Yrd. Doç. Dr. Yiğitbaşı, beyaz ekranın çocuklar üzerindeki etkisini ise şu cümlelerle anlatıyor: “Televizyonun etkin olduğu toplumlarda, birey ve gruplar doğrudan kendi inisiyatifleri ve seçimleri ile değil, yönlendirildikleri doğrultuda ve kendilerine sunulan gerçeklerle bir bilinç oluştururlar. Televizyonun en büyük gücü ve etkisi, bireylerin, ailelerin, en mahrem alanları olan kendi evlerinde, en vazgeçilmez araç olarak yer etmiş olmasıdır. Ayrıca sunduğu rol model ve karakterlerle de yakın sosyal çevrenin görevlerinden bir kısmını üstlendi. Çocukların çevresi genişledi ancak gerçek ile kurguyu birbirinden tam olarak ayıramadıkları için ekranda sunulanları birer davranış kalıbı olarak kabul edip ona göre davranmaya başladılar. Çocukların maruz kaldığı yerli içeriklere dayanmayan çizgi filmler, örneğin Amerikan çizgi filmleri, farklı kültürleri çocuk zihnine taşıyor. Bu da farklı kültürlerin kahramanlarının idealize edilmesine sebep oluyor. Bu bağlamda tamamı yerli kahramanlardan oluşan ve reklam almayan TRT Çocuk’un önemli bir başarı gösterdiğini vurgulamalıyız.”
Gerçek ile kurgu ayrımını yapamayan çocuklar televizyonda izledikleri yabancı çizgi filmlerde gördükleri kültürü benimsediler. Yerli içerik üreten TRT Çocuk bu gidişi tersine çevirdi.
OLGULARI, OLAYLARI YANSITAN BİR AYNA
Beyaz ekranın toplumsal, kişisel hayatımızdaki karşılığını sorduğumuz Hasan Kalyoncu Üniversitesi, İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Küçükerdoğan “Televizyon 20. yüzyılın taşıdığı teknolojik araçlarından ve toplumsal, siyasal, ekonomik, ekinsel yaşama damgasını vuran yalnızca olguları, olayları yansıtan bir ayna değil aynı zamanda kimileyin yönlendiren daha da ötesi kimileyin gücünün sarhoşluğuyla yöneten, yaşamı alt-üst eden, değiştirip dönüştüren bir erktir. Televizyonun toplumun aynası olduğu söylenir. Ancak, ayna gösterdiklerinden sorumlu tutulabilir mi? Evet, televizyon ayna işlevini görmektedir: Her şeyi bozan, biçimini değiştiren içbükey bir ayna, ya da dış bükey. Televizyon yansıttığı şeyleri bozabiliyor da yeri geldiğinde. Günümüzde, sürekli teknolojik bir evrim içinde olan televizyon, 20’nci yüzyılın sonuna doğru tüm insanlığı egemenliği altına almış ve etkilemiş, etkilemeyi de sürdürmüştür. Ancak, televizyonu küçümsemek ya da tam tersi olumsuzluklarını sıralamak bir anlam taşımaz. Önemli olan televizyonun toplum ve bireyler açısından sağlayacağı yararlar, benimsediği amaçlardır. ABD ve İngiltere’de yapılan araştırmalara göre televizyon, bireylerde acıma duygusu oluşturmanın yanında korku, yılgınlık, bezginlik ve kimi durumlarda saldırganlık duygularını da harekete geçiriyor” şeklinde konuşuyor.
TEKNOLOJİ İLERLESE DE EN ÖNEMLİ EĞLENCE ARACI O OLACAK
Teknoloji ilerlese de televizyonun insanların salonundan asla çıkmayacağına değinen Prof. Dr. Bülent Küçükerdoğan “Televizyonun, yerini doldurmak şu an için imkansız. Salonumuzdaki o büyükçe kutu belki görsellerini hologram olarak yansıtacak belki de gözümüzü çevirdiğimiz yönde algılayacağız olanı biteni... Ama asla insanların en önemli eğlence, bilgilenme aracı olma görevinden ayrılmayacak. İçerdiği programlarıyla, günümüzde, amaç, gerçek ve kurguyu bir araya getirerek, değişik kitlelere ulaşmak ve üst düzey tatmin sağlamaya tüm hızıyla devam etmektedir” diyor.
TELEVİZYONUN GÜCÜNÜ HAFİFE ALMAYIN
Geçen yıllar içinde sinema da televizyonun etki gücüne kayıtsız kalamadı. Kimi zaman çok güçlü televizyon eleştirileri yansıdı beyazperdeye. Kimi zaman da tv, hikayenin kahramanı ya da dolaylı anlatıcısı oldu. Jim Carrey’nin hayat verdiği 1998 yapımı Truman Show; Jake Gyllenhaal’u izlediğimiz suç mahaline gidip çekim yapan bir muhabirin medyanın istediğinin daha fazla ‘kan’ ve ‘dehşet’ olduğunu anlamasıyla başlayan hikayesini anlatan Nightcrawler; medyanın, kendi hikâyesini yaratmak ve izletmek için sıradan insanları ve onların masum hikâyelerini nasıl harcayabileceğini anlatan Mad City bu filmlerden bir kaçı.