20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Öğretirken ıskaladıklarımız

2019 yılı itibariyle ülkemizdeki öğrenci sayısı 25 milyon. Bu 136 ülkenin nüfusunu geride bırakıyor. Bir öğrencinin eğitim hayatı en az 16 yıl sürüyor. Peki tüm bu eğitimler kimliğimiz, kişiliğimiz ve karakterimizin oluşumu üzerinde nasıl izler bırakıyor? Bizi iyi bir geleceğe hazırlayan eğitim sistemi ‘insan’ yanımızı ne kadar şekillendiriyor?

ALİ DEMİRTAŞ7 Eylül 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Öğretirken ıskaladıklarımız

Bir öğrenci ile ilgili başarı kriterlerimiz sınavlarda aldığı puan ve hangi okulu kazanabildiğine endeksli. Eğitim hayatından beklentimiz de çocuğumuzun meslek hayatı ve kariyerinde nasıl bir artı değer sağlayacağına odaklı. Hâl böyle olunca da ‘insan yetiştirmek’ de öncelik olmaktan çıkıyor. 

Selamlaşmayan, insana, hayvana, mahlukata sevgi duymayan, öfkeli, saygı ve nezaket yoksunu, empati kurmayan, birlikte yaşama kültüründen nasibi olmayan bireylerin sayısı artıyor. 

“Bizim eğitim sistemimiz insan yetiştirmeye yönelik, niyet babında hem detaylar hem ana prensipler barındırıyor. Ancak eksiklerimiz var; sistem kuramıyoruz, iklim oluşturamıyoruz, eğitimin temel dinamiği merak duygusunu, sorma kabiliyetini öldürüyoruz, değişimde okuldan çok kültür ve sanatın önemli olduğunun farkında değiliz.” diyen eğitimciler 

Erol Erdoğan, Celal Fedai ve ÖNDER Başkanı Kamber Çal ile insan yetiştirme meselemizi konuştuk. 

EROL ERDOĞAN (EĞİTİMCİ): DEĞERLER VE AHLAK EZBER DEĞİL BİLİNÇTİR 

İnsanın yetişmesi ‘süreç’ içinde olur; kendisinin ve çevresinin onu keşfiyle başlar, sürer. İnsan bu keşifte öncelikle ‘bilgi’ peşinde olur, bilgiyi merakının ardından koşarak, araştırarak, deneyimleyerek, okuyarak ve sorarak, ders ve eğitim alarak edinir. Kendini tanıma evresinde hem ne olduğunu hem yeteneklerini fark eder, onları geliştirerek fikir, felsefe, ilim, sanat, zanaat, beceri sahibi olur. Bu aynı zamanda insanın hürleşme aşamasıdır. Bu aşamaları geçerek öğrendikleri, yaşadıkları, şahitlikleri insanın ahlakını, tarzını, değerlerini belirler, şekillendirir. Yetişmenin en önemli zemini ortamdır, iklimdir. İklim insanı doğal şekilde yetiştirir. Toplum ve ailenin inançları, bilgileri, yaşama biçimleri, tarzları iklimi oluşturur. İklimsiz her şey didaktik, sıkıcı, eksik, buyurgan, şekilcidir. İnsanın yetişmesi için insanın dört unsuruna yönelik bir dikkate alışın olması gerekir: İnsanın fiziği, ruhu, aklı, kalbi. Fizik beden sağlık, spor, dinginlik, duyu ister. Ruh estetik, zarafet, güzellik ister. Akıl ilim, bilim, muhakeme, soru cevap ister. Kalp sevgi, aşk, duygu ister. 

Değerler ve ahlak eğitimi için kullandığımız sistem, müfredat, eğitimcileri analiz ederken şunları sormalıyız: Uyguladığımız araçlar ve yöntemler, insana aklını kullanmasını, bilgi edinme yollarını, merakının peşinde koşmasını, soru sormasını ve cevaplarını bulmasını, yeteneklerini tanımasını ve geliştirmesini, adalet ve iyilik başta olmak üzere insanî değerleri ahlak olarak benimsemesini, ahlakı bilgi olarak edinmesinin ötesinde yaşamasını hem de en iyi biçimde (üsve-i hasene, amel-i sâlih vb.) sağlıyor mu? Değerler ve ahlak ezber, tekrar, alışkanlık değil bilinçtir, gelenekselleşmiş bile olsa her tekrarında farkında olarak, bilerek yapmaktır. Son yıllarda ‘değerler eğitimi’ olarak karşımıza çıkan programların çoğu, değerler silsilemize aykırıdır; yarışmacı, elemeci, aşırı ödüllendirmeci, şekilci… Değerler eğitiminin değerler manzumemize uygunluğu sağlanmalıdır. Değerlerin, ahlakın, erdemin ilk ve etkin öğrenme yolu yaşayanlarda onları görmektir, o yaşamın oluşturduğu iklimde bulunmaktır. En iyi öğretmen yaşamaktır. 

Günümüzün çelişkisine vurgu yapmak için iki hususa açıkça söylemeliyim: 

• Bir toplum hayatın her alanında doğal ve içten yaşamadığı bir değeri, ahlakı, tutumu okullarda anlatsa onu sadece bilgi olarak öğretir, bir davranış, duruş, eda, ruh olarak sahiplendiremez. 

• Değerler, ahlak, insanî duruş ve tavırlar sadece gençlerde değil her yaştan insan için ziynettir, her insanı güzelleştirir. Ahlakı, erdemi, doğruluğu gençlerin ödevi değil hepimizin ödevi saymalıyız. 

EĞİTİM SİSTEMİMİZDE EKSİKLİKLER VAR 

Bizim eğitim sistemimiz insan yetiştirmeye yönelik, niyet babında, hem detaylar hem ana prensipler barındırıyor. İnsanı muhterem, âlem, biricik kabul ediyoruz, bu başlı başına önemli bir yaklaşım. İlmi, bilgiyi, okumayı, âlimi önemsiyoruz, bu da kıymetli. Ancak eksiklerimiz var; sistem kuramıyoruz, iklim oluşturamıyoruz, eğitimin temel dinamiği merak duygusunu ve sorma kabiliyetini öldürüyoruz, değişimde okuldan çok kültür ve sanatın önemli olduğunun farkında değiliz. Her insanın biricik olduğunu, her insanın özel olduğunu kabul ediyoruz ancak her insanın ayrı ayrı yeteneklere sahip olduğunu bunun için de aslında eğitimin ‘kişisel bir program’ gerektirdiğini yok sayarak ‘toplu eğitim’ gibi standartlaştırıcı ve tek tipleştirici sistemlere itibar ediyoruz. Makul farklılıklardan bile korkuyoruz, değişimi izlemekte geç kalıyoruz. Oysa eğitimin temel amacı değişimdir. İyi bir eğitim iklimi için bu noktalarda kendimizi, sistemlerimizi ve kurumlarımızı tedavi etmeliyiz. 

CELAL FEDAİ (EĞİTİMCİ): NESİLLER KİTLESELLEŞİYOR; BİREY OLAMIYOR 

Eğitim kişiye “kendilik bilgisi” verir. Bu bilgi olmadan kişi ferdiyet ve şahsiyet sahibi olamayacağı için birileri onun yerine bu iki hakkı kullanır. İşine, eşine, eğitimine, düşüncelerine karışıp karar verir. Esasen karışılması, yön verilmesi kendini ve dünyayı henüz yeterince tanımayan kişi için yanlış değildir. Aksine faydalıdır. Kişi, kendi yetilerini eğitimle kavrar ve haddini bilir. Gerektiğinde bu haddi aşar. Ama bu kişiye, zamana, zemine göre değişir. Kadim ölçüttür bu. Bu ölçüt nicedir gözetilmiyor. Küresel siyaset; ne kendini ne de hayatın anlamını bilen, ömrünü yiyip içip gezmek için planlamış ama türlü bilgi ve becerilere de sahip, zamanı geldiğinde kendi yönetmek için bir “dünya vatandaşı” yaratmak istiyor. Ülkeler, kitleleştirilen insan tipine kendi eğitim planlarıyla bilinç veremiyor. Çünkü insanlar artık eğitim kurumlarında eğitim, küresel siyasetten ise zihniyet alıyor. Milletlerin vasfı kayboluyor. Sözgelimi bugün tarihte yapıcı rolleriyle tebarüz etmiş kimlikleriyle bildiğimiz Almanya ve Japonya’nın, “Almanlık” ve “Japonluk” vasfını maalesef büyük oranda kaybettiğini görüyoruz. Oysa bu iki ülkenin büyük bir sanayisi var. Lakin kim olduklarına dair tarihî kabullenişleri son derece zedelenmiş durumda. Almanya’yı Hitler’e indirgemek büyük hata ama engellenmiyor bu. Japonya ise daha güç durumda. Eğitim, milletleri de ferdiyet ve şahsiyet sahibi kılar; kılmalıdır. Roger Garaudy, tarihe Avrupamerkezci bakışa ilk itiraz edenlerdendi ve insanlığın tarih boyunca tüm yeryüzünde bir medeniyet destanı oluşturduğunu söylüyordu. Tohumların doğası bozulmadan önce insanın doğası bozuluyor. İnsanın doğasının, ona ferdiyet ve şahsiyet verilmeyerek bozulduğunu ve böylece milletlerin kültürlerinin yok edildiğini konuşmuyoruz. İnsanlığın medeniyet destanı, yerel sömürgecilik sürecinde yok edildi. Kalanı ise ABD menşeli “yapay bir halk idesi” ile yok ediliyor. İnsanlığın en büyük “değer”i, medeniyetlerdir. Bu medeniyetlere sözde çokkültürlülük ile yer açılarak ABD’nin temsil ettiği ideolojinin kafasındaki bir “yaratık halk” oluşturuluyor. Eğitim oldukça politik bir zemine de sahiptir. Bu zemini kontrol edemezseniz, sizin okulda verdiğiniz eğitim ne kadar çağın ihtiyaçlarına uygun olursa olsun size bir “değer” olarak dönmüyor. “Entelektüel sermaye”niz, ne kendisinin ne de milletinizin değerine katılıyor. Değerleri ve ahlakî ölçütleri sizin koyamadığınız bir durum oluşuyor. 

HERHANGİ BİR ERDEMİ POPÜLER BİR FİGÜR ALTÜST EDEBİLİYOR

Biz maalesef “evlatlarını yiyen Satürn” gibiyiz. Satürn, yerine geçeceğini öğrenince oğullarını yemeye başlamıştı. Nesillerimize güzelim ferdiyet ve şahsiyetlerini armağan edemiyoruz. Kitleleşiyorlar. Birey olamıyorlar. “Bir-ey”, “bir ses” demektir. Sesleri çıkmıyor. İçlerinden annelerince korunmuş bir Jüpiter çıkabiliyor ancak. Tarihte bunca yapıcı rolü olmuş bizim gibi bir topluma yakışmıyor bu. “Eğitim sistemi” bir “organizasyon”dur. O organizasyon, eğitimin dünya ölçeğindeki politik durumunu da ferdiyet ve şahsiyet meselesini de ayrı ayrı ve birlikte gözetmek durumunda. Bu da sadece öğrenci, okul, öğretmen, veli ile başlayıp biten bir vaka değil. Öğretmenin öğrettiği bir erdemi bir politize üretilmiş popüler figür altüst ediyor. Meseleyi dar çerçevede görmeyi terk etmeliyiz. Yoksa evlatlarımızı yemeye devam ederiz.  

KAMBER ÇAL (ÖNDER BAŞKANI): ÖLÇÜMÜZ İYİ VE AHLAKLI İNSAN YETİŞTİRMEK OLMALI 

İnsan yetiştirmek, aslında insanın doğuştan itibaren içinde var olan cevheri ortaya çıkarmak demektir. Verilecek olan eğitimin insanın yaratılışına uygun olması bu hususta önemli bir nokta olarak vurgulanmalıdır. İnsan yetiştirmeye medeniyet ve kültür inşası olarak yaklaşırsak eğer, en temel ölçütümüz de “iyi” ve “ahlaklı” insan yetiştirme olmalıdır. Milli ve manevî değerleri temel alan bir eğitim sisteminde yetişmiş insanların geleceği şekillendirmedeki etkisi çok daha güçlü olacaktır. 

Yaratılmışların en şereflisi olarak nitelendirilen insan, mahlûkat arasında yine en çok terbiyeye ihtiyaç duyan varlıktır. Bu çerçevede talim ve terbiye hususunda en önemli görev de peygamberlere tevdi edilmiştir. Bizim inancımıza ve anlayışımıza göre eğitimin hedefinde insanın kendini maddi ve manevi yönden yüceltmesi, insanlığa merhamet ve diğerkâm bir anlayışla yaklaşması, içinde bulunduğu toplumu en iyi seviyelere çıkarma gayreti söz konusudur. Elbette bu silsilenin başlangıcı da insanın kendini tanıma yolculuğudur. Eğitimin temel gayelerinden biri kişinin kendini tanıma yolculuğuna imkân tanımasıdır. Birey kendisi sadece görünür tarafıyla değil; görünmeyen yönleriyle de tanıma ve varlığını anlamlandırma imkânı bulabilmelidir. 

Değerler eğitimi ve ahlak çerçevesinde insan yetiştirme hedefi, öğrencileri hem kişilik özellikleri hem de ahlaki açıdan geliştirmeyi baz almalıdır. Düşünen, okuyan, sorgulayan, kendini ve çevresini tanıyan bireyler yetiştirmek sadece okul yıllarına ve sıralarına hapsedilecek bir süreç değildir. Tam aksine bütün hayatı kapsayan ve ana kucağı/baba ocağı diye nitelendirilen ailede başlamalıdır. “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” nasihatinden hareketle eğitimin temelinin ailede atıldığının altını çizmekte fayda var. Bu sebeple aileyi eğitimin içerisine dâhil etmek ve okul-aile-sosyal çevre gibi önemli saç ayakları üzerine inşa etmek en birinci önceliğimiz olmalıdır. 

EĞİTİM MADDİYATA ARAÇ EDİLMEMELİ

Eğitim sistemimizin kendi içerisinde birçok eksik yönleri bulunmaktadır. Buna palyatif yaklaşımların etkisinde kalarak haksız eleştiriler getirmeyi çok da doğru bulmuyorum. Çünkü her sistemin kendi içerisinde iyi ve kötü yönleri vardır ve olmalıdır. Bu yapı bizi daha doğru ve uygun bir sistemi hâkim kılmaya dönük motive edecektir. Salt bireysel ve maddi kaygılar için eğitimin bir araç haline getirilmesi ve asıl amacından uzaklaştırılması kısa vadede olmasa bile uzun vadede zararlarını beraberinde getirecektir. Eğitim sisteminin yetiştirdiği bireyler her şeyden önce içinde yaşadığı toplumun temel dinamiklerine haiz, okuyan, düşünen, sorgulayan, aklını kiraya vermeyen nesiller olmalıdır. Bunu da çocuklarımıza sadece akademik başarı odaklı bakmadan; her çocuğun fıtratına, gelişimine, yeteneklerine uygun eğitim imkânı sunarak bir nebze olsun sağlayabiliriz.