19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

PKK'nın çocuk istismarı son bulmalı

Bir çocuğun bedenine yönelik bir saldırı ne kadar korkunç ise çocuğun eline boyundan büyük silah verip dağda alıkoymak ve onu ölüme göndermek de o derece dehşet verici bir istismar biçimi. Bunca yıl, arkadaşlarıyla maç yapması, sinemaya gitmesi, aşık olma hayalleri kurması gereken çocukların birer militan haline getirilip büyüyemeden ölmelerine seyirci kaldığımız yetmez mi? Neden ‘cinsel istismar’ konusunda idam isteyen ünlüler çocukların savaşçı olarak cepheye sürülmesi karşısında seslerini yükseltemiyorlar?

GÜLCAN TEZCAN 14 Eylül 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
PKK'nın çocuk istismarı son bulmalı

Bu topraklarda annesiz çocuğa ‘öksüz’, babasız kalana ‘yetim denir. Evladını kaybetmek öylesine büyük bir acıdır ki ne tarifi mümkündür ne de onu anlatacak kelime bulunabilir. Düşünün öpe koklaya büyüttüğünüz, saçının telini sakındığınız, ne ümitler bağladığınız, okusun, eli ekmek tutsun, güzel bir yuva kurup her daim yüzü gülsün dediğiniz çocuğunuz bir gün ortadan kayboluyor. Telefonuna ulaşamıyorsunuz, arkadaşlarına sorup soruşturuyorsunuz. Aklınızdan bin türlü kötü şey geçiyor, hiç birini yakıştıramıyorsunuz. Gelir, gelecek illaki diyorsunuz ama geçen her dakika daha çok sıkışıyor kalbiniz. Gözyaşlarınız dualarınıza karışıyor, dizleriniz sağa sola koşturmaktan mecalsiz kalıyor. Sonra biri diyor ki en son şuradaydı, falan yere gitti. Oraya girerken gördük. Bir dakika durabilir misiniz yerinizde? Evladınızın o en son görüldüğü yere gidip bakmaz, orada aramaz mısınız? Diyarbakırlı Hacira Ana tam da bunu yaptı. Kırk yıldır korkulan, susulan ne varsa elinin tersiyle itip oğlunu bulmaya gitti. O en son girilen kapının önüne dikilip meydan okudu oğlunu alıp götürenlere. Öylesine güçlü bir sesti ki bağrından kopan ve bakışları öyle kararlıydı ki bir süre sonra bulundu Hacira Ana’nın oğlu. Ama hikâye burada bitmedi. Tersine onlarca yıl kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen kim varsa birer birer ‘Evladım’ dedi, ‘Burada biliyorum’, ‘Geri getirin, o benim umudum’ dedi çıktı ortaya. Diyarbakır’da HDP İl binasının önünde nöbete geldi anneler, babalar. Korku duvarını aşıp kararlılıkla oturdular o merdivenlere. Fatma Akkuş, Fevziye Çetinkaya, Saliha Edizer, Ayşegül Biçer, Meryem Savur, Aysel Koyun, Necla Çur, Güzide Demir omuz omuza verdiler. “Çocuklarımız gelene kadar gitmeyeceğiz bir yere!” diye haykırdılar ciğerlerini söker gibi evlatlarını alıp götürenlere. Onları gören cesaret buldu, sayıları her gün biraz daha arttı, artmaya da devam ediyor. Bir grup kadın gazeteci arkadaşımız ile ziyaret ettik onları. Öyle kararlı bir duruşları vardı ki… Kiminin evladı çok yakın zamanda kaçırılmıştı kimi üç, dört yıldır haber alamamıştı. Konuşurken sözün bir yerinde hep boğazlar düğümlendi, gözler nemlendi. Ama her biri kendinden emin, “Çocuklarımız gelene kadar burada bekleyeceğiz” dedi. Aldıkları tehditler ve bunca zaman sessiz kalmalarına yol açan korkuları çoktan geride bırakmışlar. Onlar bu cesareti gösterebiliyorsa hangi ideoloji, hangi inanç, meşrep, mahalleden olursa olsun bu milletin geleceğini dert edinen herkesin de aynı yüreklilikle annelere destek vermesi gerekir. 

ZORLA KAÇIRIYORLAR 

Okul sıralarında olması gereken evlatlarının dağda alıkonulmasına isyan ediyor artık aileler. Sosyal medyanın çok bilmişleri neden şimdiye kadar sustular diye konuşuyorlar bol keseden. Yıllardır ‘devlet mağduruyuz’ diye insan hakları havarilerinin kanatları altına girenler medyadan sanat dünyasına, akademisyenlerden kanaat önderlerine herkesin desteğini aldı. Ancak çocukları zorla ellerinden alınıp dağa kaçırılan aileler korkudan ağızlarını açamadı. 

ANALARIN ACISI ORTAK 

PKK kırk yıldır zor kullanarak Kürt ailelerden çocuklarını, umutlarını, geleceklerini söküp alıyor. Ama artık ana babalar ‘Bizim çocuklarımız dağda ölürken sizinkiler neden yurtdışında okuyor’ diye hesap sormaya başladı. Öylesine haklılar ki bu isyanlarında. Onların bu isyanı dağdakileri çileden çıkarmış olmalı ki PKK’lı Mustafa Karasu, evladını isteyen ailelere hakaret ettiği yetmezmiş gibi “Özgürlük yoksa özgürlük mücadelesine de katılmayacaksa o zaman niye çocuk doğuruyorsunuz?” şeklinde bir açıklama yapmış. 

Bütün bunlar olurken memleketin eeeeen vicdanlı, eeeeen hassas, eeeen barışçı, eeeeen özgürlükçü sanatçıları, şarkıcıları, oyuncuları, akademisyenleri, aktivistleri, gazetecileri başlarını kuma gömmeyi tercih ettiler. Diyarbakır’da çocuklarının özgürlüğü, geleceği ve yaşam hakkı için nöbet tutan aileleri karalama, bu eylemi itibarsızlaşma yoluna girdiler. Cumartesi anneleri ve Diyarbakır’daki anneleri karşı karşıya getirmeye kalktılar. Annelerin acılarını bile birbirine karşıt hale getirenlere ne denilebilir ki? Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek sanatçı mahalle baskılarını umursamayıp annelere destek cümleleri kurabildi. Evet kulağa çok garip geliyor ama ‘özgürlük’ çığlığı atan ‘sanat’ dünyasının önde gelen isimleri orman yakan, çocuk kaçıran, çocukları savaşçı yaparak istismar eden terör örgütü PKK’nın adını ağzına almaya korkuyor. Umarız onlar da bir gün analar kadar yürekli olabilir. Aksi halde böyle bir konuda bile kendilerini farklı bir yerde konumlandırmaya çalışmaları tarihin ibret dolu olaylar hanesine yazılacak. 

ÇOCUKLAR İÇİN TEK YÜREK OLMA ZAMANI

Oysa bu ülkede her konuda ayrışsak çocuklar ve anneler konusunda tek yürek olmamız gerekmez mi? Sözkonusu masum çocuklar… Kandırılarak, beyinleri yıkanarak, belki uyuşturucuya alıştırılarak ailelerinden sökülüp alınıyorlar. Çocuk istismarı denildiğinde ayağa kalkan, sert tepkiler gösteren ünlüler, sosyal medya kanaat önderleri PKK’nın yaptığı çocuk istismarına kulak tıkamayı seçiyorlar. Ortaya çıkan görüntüden ikna olmayıp ‘HDP’nin kaçırdığı ne belli’ diye oy verdikleri partiyi aklamaya çalışıyorlar. Ancak ortada inkâr edilemez bir gerçek var. Dağa giden yol HDP’den geçiyor. Kayıp çocukların hepsinin son adresi orası. 

Bir çocuğun bedenine yönelik bir saldırı ne kadar korkunç ise çocuğun eline boyundan büyük silah verip dağda alıkoymak ve onu ölüme göndermek de o derece dehşet verici bir istismar biçimi.

SUSKUN SANATÇILAR PKK’DAN MI KORKUYOR?

Bunca yıl, arkadaşlarıyla maç yapması, sinemaya gitmesi, aşık olma hayalleri kurması  gereken çocukların birer militan haline getirilip büyüyemeden ölmelerine seyirci kaldığımız yetmez mi? Neden ‘cinsel istismar’ konusunda idam isteyen ünlüler çocukların savaşçı olarak cepheye sürülmesi karşısında seslerini yükseltemiyorlar? Kimden ya da neden korkuyorlar? Çocuk gelinler sözkonusu olduğunda ayaklanan, sayısız kampanya düzenleyen, ortalığı ayağa kaldıran kadın örgütleri, feministler, Ayşe Arman’lar, Gülben Ergen’ler çocuk yaşta dağa kaçırılan, orada istismar edilen, tecavüze uğrayan kız çocuklarını neden görmezden geliyor? 

Diyarbakır’daki annelerin yanında olmak kimseyi bir partinin, bir siyasi görüşün taraftarı yapmaz. Toplumsal barış için bundan iyi bir fırsat olabilir mi? ‘Ama’sız, ‘Fakat’sız çocukların geleceği için bir araya gelemiyorsak nasıl her şey çok güzel olacak? Dağda militan yapılmış bir çocuğun annesi ve asker annesi Diyarbakır’da yan yana oturup birbirinin göz yaşını silebiliyorsa biz neyin kavgasındayız? 

Meryem Savur

Oğlu Fırat’tan dört yıldır haber alamıyor

Fatma Akkuş

5 yıl önce 15 yaşındayken terör örgütünce kandırılan kızı Songül’ü arıyor

Fevziye Çetinkaya 

Birkaç hafta önce dağa kaçırılan 17 yaşındaki oğlunu arıyor

Saliha Edizer

14 yaşındayken kaçırılan çocuğunu arıyor

Ayşegül Biçer 

Oğlu Mustafa 17 yaşında kaçırıldı..  

Aysel Koyun 

17 yaşında dağa kaçırılan oğlunu bekliyor

Necla Çur 

15 yaşında terör örgütünün eline düşen oğlu Vahit için Ağrı’dan geldi

Güzide Demir

16 yaşında kaçırılan oğlunu arıyor