27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Sağlık ve uzun bir yaşam için temiz deniz

Denizlerimizin karnesi genel olarak iyi. Marmara Denizi için tehlike çanları çalsa da Akdeniz, Karadeniz ve Ege Deniz’inde uluslararası ve ulusal ortak politikalar ile yönetilmesi sonucu büyük liman bölgeleri dışında sorunlu alanlar bulunmuyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ22 Haziran 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Sağlık ve uzun bir yaşam için temiz deniz

Dünya genelinde artan nüfus, endüstrileşme, çarpık kentleşme, arazilerin yanlış kullanımı, orman tahribatı ile çeşitli kaynaklardan çıkan katı, sıvı ve gaz halindeki kirletici maddelerin hava, su ve toprakta yüksek oranda birikmesi çevre kirliliğinin oluşmasına neden oluyor. Son yıllarda tehlike çanlarının çalması ile birlikte dünya genelinde birçok çalışma yapılmaya başlandı. Ülkemizde de bu konuda ciddi projeler yürütülmekle birlikte son zamanlarda deniz kirliliği ile ilgili çalışmalara da hız verildi. Zira deniz canlıları da ekosistemdeki kirlenme ve bozulmayla birlikte tükeniyor. Temiz su anlamında da büyük bir sıkıntı çekiliyor. Hatta ileride su savaşlarının olacağı öngörülüyor. Kapımızdaki bu tehlikenin nedenlerini, sonuçlarını, ülkemizdeki ve dünyadaki boyutunu bu konuda çalışmalar yürüten İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Doç. Dr. Ahsen Yüksek ile konuştuk. 

NESİLLERİN YAŞAMASINA İZİN VERMELİYİZ

Yapılan araştırmalara göre her yıl canlı türlerinin yüzde 0.6’sının tükendiğini, biyoçeşitliliğin inanılmaz bir hızla yok olduğunun altının çizen Yüksek, bunun en temel nedenlerinden birinin çevre kirliliği olduğuna dikkat çekiyor. Bu durumun yaşam alanlarını, gıda ihtiyacını, su kaynaklarını ve havayı olumsuz etkilediğini belirten Yüksek, “İnsanların yaşamlarını sürdürebilmesi için yaşadıkları çevrede, temiz su, hava, sağlıklı gıda ve diğer gereksinimlerinin karşılandığı sürekli bir sisteme ihtiyaçları vardır. Bir ekosistemde biyoçeşitlilik ne kadar yüksek olur ise o kadar iyi. Biyoçeşitliliği yüksek ekosistemler kirliliğe karşı daha dayanıklıdır. İnsan türünün ortaya çıkmasından sonra, canlı türlerinin yok olma hızının, yeni türlerin evrimleşip ortaya çıkış hızından 10 bin kat daha hızlı olduğu biliniyor. İnsan nüfusundaki artış hızı türlerin yok oluş hızıyla orantılı olarak artıyor.” şeklinde konuşuyor. İnsan kendi soyunun tehdit altına girdiğini görünce, UNDP (Birleşmiş Milletler Küresel Kalkınma Programı) önderliğinde biyoçeşitliliğin gündeme geldiğini ve birçok ülkenin taraf olduğu uluslararası ve ulusal yaptırımların uygulanmaya başlandığını söyleyen Yüksek, “Biz yaşam alanlarımızı kirletmeden, başka canlıların yok olmasına izin vermeden yaşamayı becerebilirsek ancak bizden sonraki nesillerin yaşam haklarını onlara verebiliriz.” diyor. 

Çevre kirliliği konusunda dünyada son yıllarda yaygın bir şekilde çalışmalar yapılıyor. Özellikle hava ve toprak kirliliği konusunda daha fazla çalışma yapılıyor iken son zamanlarda deniz kirliliği konusunda da seferberlik başladı. Yüksek, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “İnsan, popülasyonu arttıkça yeni gıda ve enerji kaynaklarına ulaşmak için denizlere yöneldi. Son yıllarda deniz araştırmaları ülke politikalarında önem kazandı. Dünyanın yaklaşık dörtte üçünü oluşturan okyanuslarda yıllık üretim karasal alana göre daha yüksek. Besin ve oksijen kaynağı olmasının yanı sıra atmosfer ile etkileşiminden dolayı iklim değişikliği üzerinde de başlıca etken. Dünyada yaşayan türlerin yüzde 50’sinin yaşamına destek verir. Bu da ekosistem kırılganlığını azaltır. Bizim de denizel kaynaklarımızı belirleyip koruma ve yönetme planı yapmamız gerekir.”                                           

ASIL PROBLEM MARMARA DENİZİ'NDE

Karadeniz, Akdeniz ve Ege Denizi ile birlikte üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke Türkiye. Ayrıca kendi iç denizi olan Marmara Denizi’ne sahip. Su konusunda şanslı bir ülke olmamıza rağmen kirlilik boyutlarının her geçen gün artması bu avantajı dezavantaja döndürüyor. Sanayi, deniz taşımacılığı, şehirleşme ve turizmin gerekli kurallara uyulmadan yapılması, kıyılarımızda ve özellikle körfezlerde onarılması imkânsız zararlara yol açmış. Bugüne bakıldığında Marmara için sıkıntılı bir dönem yaşandığını belirten Yüksek, “Türkiye genelinde nüfusun yüzde 30.6’sı, sanayinin yüzde 50’si ve denizcilik faaliyetlerinin yüzde 47’si Marmara Bölgesi’nde. Bu büyük baskı ne yazık ki Marmara Denizi’ni büyük ölçüde etkilemiş. Oysa Marmara Denizi; EBSA (Ekolojik veya Biyolojik Olarak Önemli Deniz Alanları)’ların belirlenmesinde kullanılan 7 kriterden, 6’sını ‘Yüksek’ kategori ile karşılamakta. Yani dünyada birbirinden farklı Karadeniz ve Akdeniz gibi önemli iki havzayı birbirine bağlar, pek çok soyu tehlike altında olan veya ekonomik bakımdan önemli türlerin göç yoludur ve üreme alanıdır. Ayrıca dünyada benzeri olmayan özel bir boğaz sistemine sahip. Bu kadar önemli bir denizimizi bilinçsiz kullanımdan ötürü yaşanamaz hale getirmekteyiz.” diyor. Marmara Denizi’nde yaşanan bu sıkıntının en büyük nedeninin nüfus ve plansız yerleşim olduğuna dikkat çeken Yüksek, sözlerine şöyle devam etti: “Ne yazık ki su yenilenme sürecinin yavaş olduğu koy ve körfezlerde endüstriyel ve liman faaliyetlerini yoğunlaştırırsanız denizel ortam bu baskıyı kaldıramaz ve önce su kalitesi ardından canlı toplulukları etkilenir. Üstelik koy ve körfezler besin maddesinin çok olduğu üretken alanlardır. Siz bu önemli alanlarda plansız yerleşim uygularsanız sadece körfez alanlarında değil tüm denizdeki canlı stoklarınıda olumsuz etkilersiniz.” 

AKDENİZ VE EGE’DE BİYOÇEŞİTLİLİK KORUNUYOR

Diğer denizlere baktığımızda ise kuzeyde verimli Karadeniz, güneyde ise çeşitliliği yüksek Akdeniz’e kıyımız var. Bu kaynakları  komşularımıza göre daha iyi kullandığımızı belirten Yüksek, “Akdeniz, Karadeniz ve Ege Deniz’inde uluslararası ve ulusal ortak politikalar ile yönetilmesi sonucu büyük liman bölgeleri dışında sorunlu alanlar bulunmuyor. Diğer taraftan özel koruma statüsünde olan alanlarımız ise Akdeniz ve Ege Denizi için biyoçeşitlilik açısından önemli korunmuş alanlarımız. Önemli liman şehirleri dışında su kalitesinde büyük bir sorun yok. Karadeniz’in en önemli sorunu aşırı avcılık ve denizel ulaşımdan kaynaklanan petrol kaynaklı kirlilik problemi iken, Akdeniz’de Süveyş Kanalı’na bağlı yabancı tür girişi yerel türlerin dağılımını etkiliyor.” diyor.   

'SIFIR ATIK MAVİ' SEFERBERLİĞİ BAŞLADI

Türkiye deniz kirliliğinin önlenmesi için ulusal ve uluslarası birçok düzenleme içinde yer alıyor. Son olarak  ülkemizde atıkların daha verimli bir şekilde dönüştürülmesi için 2017 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın himayesinde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca hayata geçirilen Sıfır Atık uygulaması’nın bir ayağı olan ‘Sıfır Atık Mavi’ seferberliği geçtiğimiz günlerde başlatıldı. “Sıfır Atık Mavi” adı verilen projeyle Türkiye’nin denizleri ve su kaynaklarının koruma altına alınması amaçlanıyor. Projeyle yaz sezonu boyunca 30 bin tonu plastik olmak üzere toplam 50 bin ton atık toplanması hedefleniyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yürütülecek, DenizTemiz Derneği (TURMEPA) iş birliğiyle hayata geçirilecek projeye aynı zamanda Kültür ve Turizm, Ulaştırma ve Altyapı ile Gençlik ve Spor Bakanlıkları da destek verecek. Emine Erdoğan ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un katılımıyla İstanbul’da 10 Haziran’da başlatılan proje, ilgili bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşlarının desteği ile 81 ilde, tüm kıyı şeridi, göl ve nehirlerle su kaynaklarının temiz tutulması ve atıkların toplanmasını kapsayacak bir seferberlik şeklinde yürütülecek. Bu kapsamda yaz aylarında deniz kıyılarında ve su kaynaklarında temizlik çalışmaları yapılacak, kıyı ve deniz temizliğinin önemi anlatılacak, buna yönelik kampanyalar yapılacak. Böylece sezon sonunda denizlerde oluşan kirliliğin somut olarak önlenmesi hedefleniyor. 

BALIKLAR RAHAT NEFES ALACAK

Deniz kirliliği ile ilgili Türkiye, 1982 yılında önce Akdeniz’in Deniz Çevresinin ve Kıyılarının Korunması Sözleşmesi ve Protokolleri/Akdeniz Eylem Planı (Barselona Sözleşmesi/UNEP/MAP), 1994 yılında ise Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi’ne (Bükreş Sözleşmesi) imza atarak taraf olmuş. Bu sözleşmeler ile ülkemize denizlerin korunması ve izlenecek politikalar bakımından sorumluluk yüklenmiş olduğunu belirten Doç. Dr. Ahsen Yüksek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın tüm denizlerimizde bir İzleme Programı oluşturduğunu anlatıyor. “Denizlerde Bütünleşik Kirlilik İzleme Programı’nın amacı; tüm denizlerimizde meydana gelen kirlilik ve etkileri ile kimyasal ve ekolojik kalite durumunun izlenip insan faaliyetlerinden kaynaklı baskı ve etkiler değerlendirilerek ulusal deniz ve kıyı yönetimi stratejilerinin belirlenmesi ile alınan önlemlerin etkilerinin takibine altlık oluşturulmak.” diyen Yüksek, denizlerdeki katı atık kirliliğinin azaltılması için Sıfır Atık Mavi Projesi’nin çok önemli olduğunu ve bu çalışma ile balıkların rahat bir nefes alacağını vurguluyor.   

Dünya ölçeğinde kırmızı alarm veren deniz kirliliği konusunda ülkemizde de Emine Erdoğan önderliğinde gerçekleşen Sıfır Atık Mavi Projesi ile temiz deniz için seferberlik başlatıldı. Özellikle Marmara Denizi’nde büyük bir sıkıntı olduğunu belirten Doç. Dr. Ahsen Yüksek de, “Denizleri sömürürsek, önce gıdamızı, sonra da sağlığımızı kaybederiz. Bağışıklığı düşük sağlıksız nesiller olur.” diyor. 

BALIK STOKLARI TEHLİKE ALTINDA

Küresel biyolojik çeşitlilik durumunun bir göstergesi olan The Marine Living Planet Index’inin (deniz canlı gezegen endeksi), 1970 ile 2010 yılları arasında yüzde 39’luk bir düşüş gösterdiğini belirten Doç. Yüksek şunları aktardı; “Bu düşüş gerekli önlemler alınmadığı sürece daha hızlanacak. 2011’de, yapılan araştırmalar, deniz balık stoklarının yaklaşık yüzde 29’unun biyolojik olarak sürdürülemez bir seviyede avlandığı göstermekte. Avlanma ve balıkçılık gelecekte daha iyi yönetilmedikçe balık stokları daha da azalacak. Habitat tahribatı biyoçeşitlilik kaybında en büyük etkendir. Yaşam alanına zarar veren balıkçılık teknikleri, petrol ve gaz sektöründeki faaliyetler, derin deniz madenciliği gibi yeni gelişen endüstriler, endüstriyel ve evsel atıkların insan nüfusunun artışı ile doğru orantılı olarak artışı, okyanus kaynaklarının sürdürülemez kullanımı habitatlarda büyük hasarlar oluşturmuş. Denizlerin kötü kullanımı sonucu hızla artan habitat kaybı bazı ekosistem kazanımlarımızın kaybolmasına sebep olacak. Bunların başında besin yani balıkçılık, ilaç ham maddesi ve turizm geliyor.”