15 Haziran 2025 Pazar / 19 ZilHicce 1446

Sevdiği kadını kelimelerine gömdü...

İstiklal şairi Mehmed Akif’in ardından Mısır’a giden İsmet Hanım’ın sadakati, Abdülhak Hamid Tarhan’ın uğruna ‘Makber’i yazdığı sevgili eşi Fatma Hanım’ın öyküsü ve daha fazlası... İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş. Yayınları’nın ‘İstanbul’un 100 Sevdası’ adlı eseri okurken büyük aşklara gıpta etmemek elde değil!

BÜŞRA UĞRAŞ11 Şubat 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Sevdiği kadını kelimelerine gömdü...

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş. Yayınları’nın ‘İstanbul’un 100 Sevdası’ adlı eserinin sayfalarını geçmişe özlemle karıştırdık. Kitabın önsözünde de denildiği gibi Adem ile Havva’dan beri insanoğlunun kemalat yolculuğunda en önemli duraklardan biri aşk... Yalnızca bireylerin değil devletlerin hayatını da belirleyen önemli unsurların başında geliyor, medeniyetlerin tesisinde, kültür ve sanatın teşekkülünde rolü çok büyük. Bu efsanevi aşkları dinlemek, okumak insanın ruhuna iyi geliyor. Hele ki eserleri ve yaptığı işlerle tanıyıp saygıyla yad ettiğimiz isimlerin aşk öyküleri. Kitapta kadim İstanbul’dan gelip geçmiş en köklü aşkların öykülerini okurken, kimi zaman güldük kimi zamansa hüzünlendik. Siz de kitabı elinize almadan önce ilgimizi çeken öykülere göz atın istedik...

Abdülhak Hamid Tarhan ile Fatma Hanım

Aşkından geriye acının mersiyesi  meşhur şiir kaldı

Türk edebiyatının ‘Şair-i Azam’ı Abdülhak Hamid’ Edirneli Pirizade ailesine mensup olan Fatma Hanım ile Beykoz İncirliköyü’nde karşılaştı. Hamid o sırlara Sultan Abdülmecid’in Başmabeyincisi Neşet Bey’in kızı Emine Naciye’yle nişanlıydı. Bunu öğrenen Fatma, Hamid’e “Ben artık karalar giyeceğim” der. Bu tek cümleyi duyan Hamid’in kalbi yerinden oynar ve nişanlısından ayrılıp Fatma Hanım’la evlenir. Çiftin iki çocuğu olur. Hamid öylesine mutluydu ki! Hatıralarında Fatma Hanım’la olan ilk günlerini “Ben güya muradıma ermiştim. Böylelikle mutlu olan insan o mutluluğun sonunun bir felaket olacağını hissediyor mu bilemem. Kavuştuğum günden beri kaderin böyle tecelli etmesinden korkuyordum. Bahtiyarlık evimde, yanımda, yatak odamda, dolaşıp duruyordu. Ben görmüyordum. Fakat aşkım, alakam gittikçe ziyadeleşiyordu. Edebiyat aşkı ise hiç eksilmiyordu. ‘Macera-yı Aşk’ı, ‘Sabr u Sebat’ı, özellikle ‘İçli Kız’ı onun aşkıyla yazdığıma inanmak istiyordum” sözleriyle anlatıyor. Hamid Paris’teki görevinin ardından Yunanistan’a geçtiği sırada Fatma Hanım’ın bronşiti vereme döndü. Bir süre sonra iyileşen Fatma Hanım, Hamid’e bir sonraki görev yeri olan Hindistan’a giderken eşlik etmeye karar verdi. Fatma Hanım hastalığı burada ölümcül olan üçüncü evreye geçmişti. Aile İstanbul’a döndü. 21 Nisan sabahı Fatma Hanım vefat etti. Hamid öylesine sarsıldı ki eşini adeta kelimelerden yapılmış bir kabre defnetmek için meşhur eseri ‘Makber’i yazdı. Abdülhak Hamid’in ilk eşine aşkından geriye, büyük bir acının mersiyesi olan bu şiir kaldı.

Şair Makber şiirinde ‘Her yer karanlık pür-nur o mevki? Mağrib mi yoksa makber mi ya Rab’ sözleriyle eşinin ölümünden duyduğu acıyı anlatıyor.  

REŞAT NURİ GÜNTEKİN İLE HADİYE GÜNTEKİN

Ders verdiği öğrencisineevlenme teklifi etti

Türk Edebiyatı’nın en ünlü romancılarından biri olan Reşat Nuri Güntekin, Erenköy Kız Lisesi’nde ders verdiği sırada öğrencisi ve daha sonra eşi olacak olan Hadiye Hanım ile tanışır. Reşat Nuri öğretmenlik yaptığı dönemde yazdığı oyunları dönem dönem öğrencileriyle birlikte sahneler ve sesinin güzel olduğu gerekçesiyle başrolü hep Hadiye Hanım oynar. Bunun gerçek nedeniniyse Reşat Nuri, 1927 yazında Hadiye’ye itiraf eder: Senden hoşlanıyorum. Sana karşı hissi bir yakınlık duyuyor ve evlenmek istiyorum. 

Hadiye, Reşat Nuri’den 20 yaş küçüktü ancak ailesi artık tanınan bir yazar olan Güntekin’e kızlarını gönül rahatlığı ile vermişti. Hadiye’nin liseyi bitirdiği yaz nişanlanıp sonbaharda da evlenmişlerdi. Milli Eğitim müfettişi olarak bütün memleketi dolaşan Reşat Nuri, çok sevdiği eşinden bu görevi sebebiyle uzun süre ayrı kalır. Böyle zamanlarda hasretini, yazdığı mektuplarla gidermeye çalışır. Sevdiği kadar sevilmediği endişesi, bütün aşıklar gibi Reşat Nuri’nin kalbini de kanatmaktaydı. Reşat Nuri bu duygularını “Seni ne kadar göreceğim geldiğini dünyada tasavvur edemezsin.  Bu acıyı anlatmak istiyorum. Fakat kalemim gayriihtiyari duruyor. Sen bana bir şey söylerdin ‘Uzakta bulunduğun zaman beni düşündüğüne pek emniyet edemediğim için sana içimdeki güzel şeyleri söylemekten çekiniyorum’ derdin. Bende de aynı his var. Öyle sanıyorum ki benim seni özleyişim senin beni özleyişinden çok fazla... İşte bu korkudur ki kalemimi adeta felce uğratıyor. Mamafih ne olursa olsun söyleyeyim; her zaman söylediğimi bir daha tekrar edeyim: Hiçbir kadın bu kadar derin bir duygu ve ihtiyaç ile sevilmemiş, aranmamış ve düşünülmemiştir” sözleriyle ifade eder.

Reşat Nuri ilk günkü aşkla sever Hadiye’sini. Dostları mektuplardaki aşkın tazeliğine bakarak hayret ederler. ‘Ela’ adını verdikleri kızlarının evliliklerinin 14’üncü yılında dünyaya gelir...

HALİDE EDİB ADIVAR İLE SALİH ZEKİ

Son nefesinde  onun adını sayıkladı

Halide Edib Adıvar hocası ve ilk eşi olan Salih Zeki’yi ömrü boyunca unutmamıştır. Evlenme kararı aldıklarında Halide Edib daha lise öğrencisiydi, aralarında 18 yaş fark vardı ve üstüne üstlük babası da bu işe karşıydı. Ancak onları hiçbir şey durduramadı. 1900 yılında Matematik konusunda zayıf olduğu için Salih Zeki’den özel ders alır ve bu vesile ile tanışırlar. Salih Zeki çok zeki bir adamdı ve bu nedenle daha sonra arkadaşları tarafından asıl adının yanına bir de ‘Zeki’ eklenmişti. Halide Edib de bu matematik dehasından ders alacağına çok sevinmiş, daha sonra bu sevinç derin bir hayranlığa ve aşka dönüşmüştü. Edib aralarındaki ilişkiyi yıllar sonra “Onun kölesiydim, zihninin kölesiydim” sözleriyle açıklamış. Evlendikten sonra Ayetullah ve Hikmetullah adında iki çocukları olur. 31 Mart Vakası sırasında Halide Edib çocuklarıyla birlikte Mısır’a kaçmak zorunda kalır. Bir ay sonra Salih Zeki de eşinin yanına gider ama daha sonra çocuklarıyla birlikte yurda döner. 1910 yılında Salih Zeki Galatasaray Lisesi’nde müdürlük yaparken ayrılmak zorunda kalırlar çünkü Salih Zeki ikinci bir evlilik yapmak ister ama Halide Edib bunu kabul etmez. Halide Edib boşanmak istemese de Salih Zeki ikinci eş fikrinden vazgeçmediği için onu terk eder. Asistanı Mina Urgan’a anlattığına göre yazar, ömrü boyunca Salih Zeki’den başkasını sevmez.

MEHMED AKİF İLE İSMET HANIM

Ne keder, ne özlem, ne sürgün... 

Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmed Tahir Efendi’nin oğlu Mehmed Akif, Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı olan İsmet Hanım’la evlenir.  Çiftin beş çocuğu olur. 1920 yılında Mehmed Akif Milli Mücadele’ye katılmak için resmi görevinden istifa eder ve oğlu Emin ile Anadolu’ya doğru harekete geçer. Ankara’ya gidip Birinci Millet Meclisi’nde Burdur mensubu olur ama mecliste oturmak yerine memleketin muhtelif yerlerinde, vaazlar vererek halkı birlik ve beraberliğe teşvik eder. Birinci meclisin dağılmasının ardından önce İstanbul’a ve daha sonra Mısır’a göç başlar. Şair “Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda” dediği vatanından sürgündür. Mehmed Akif kendini topyekün kurtuluş mücadelesine verdiği dönemde İsmet Hanım, eşini Anadolu’nun farklı köşelerinde, çöllerde, Berlin’de vazifeli olduğu yıllarda çocuklarına hem analık hem babalık eder.  İmkan bulduğundaysa şartların ağırlığına, yoksulluğa, yolculuk meşakkatine aldırmadan Mehmed Akif’in yanına gider. Hayat yolculuğunda paylarına sevinçten ziyade keder, sürgün ve özlem düşse de, İsmet Hanım bu gam yükünü eşiyle birlikte omuzlamayı bilir. Astım hastası İsmet Hanım ataklarını şiddetli geçirir. Mehmed Akif ise eşine destek olan müşfik bir eştir. Kahire’deyken durumu ağırlaşan eşini kucağında sofraya indirip yemeğini bizzat yedirdiğine çocukları şahitti. İstiklal Şairi ‘Hayat Arkadaşıma’ başlıklı dörtlüğü eşinin ağırlaştığı bir günde kaleme alır: “Seni bir nura çıkarsam, diye, koştum durdum / Ey, bütün dalgalı ömrümde, hayat arkadaşım! / Dağ mıdır, karşı gelen, taş mı, hep aştım, lakin / Buruşuk alnıma çarpan bu sefer kendi taşım!” Mısır’da yakalandığı karaciğer hastalığı ilerleyen Mehmed Akif, on bir yıldan sonra memleketine döndü ve Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti. İsmet Hanım da kaybından sekiz yıl sonra hayata gözlerini kapattı. Akif, “Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir!” mısralarını söylerken Hüseyin Cahit Yalçın İstiklal şairimiz hakkında “Mehmet Akif’in hayatı, eserlerinden çok daha muhteşem bir şiirdir...” demişti. İsmet Hanım ve Mehmed Akif bu şiiri 40 yılı aşkın birlikte yaşamışlardı...

ÖNERİLEN VİDEO

AK Parti'den Babalar Günü'ne özel video

Kapat
Video yükleniyor...