14 Mayıs 2025 Çarşamba / 17 Zilkade 1446

Umberto Eco, Ortaçağ’ı neden anlatıyor?

Ortaçağ’dan bahsedildiğinde aklımıza İtalyan biliminsanı, yazar, düşünür Umberto Eco gelir. Nedenleri bugüne dairdir ve çoktur.

Erdinç Akkoyunlu15 Mart 2014 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Umberto Eco, Ortaçağ’ı neden anlatıyor?

Hem gösterge bilimci hem filozof hem edebiyatçı olan Profesör Umberto Eco neden Ortaçağ ile ilgileniyor? Ortaçağ dediğimiz, Batı Roma İmparatorluğu’nun 476 yılında çöküşünden sonra Hıristiyan Avrupa’nın İsa’nın doğuşunun 1000’inci yılında çektiği tarihi sınır çizgisi arasındaki zamana verilen adı kapsıyor. Ve tüm çağda olan en önemli şey Orta Asya’dan Hun, Bulgar ve Macarların göç ettikleri Avrupa yerlileriyle kaynaşmasından ibaret. Ortaçağ’da ne dünyanın güneş etrafında döndüğü ve yuvarlak olduğu bulunuyor ne Ümit Burnu geçiliyor ne de matematiğin temeli atılıyor. Yani yaşanmamış olsa dünyanın kaderini değiştirecek çok da mühim gelişmelerin sahne bulmadığı Ortaçağ,  Eco gibi tarihin en büyük edebiyatçı ve bilim insanının kariyerinin tamamını nasıl dolduruyor? 

Herhalde Eco, Ortaçağ ile ilgisi yazımızın sorularını oluştursun diye bu ömrü yaşamadı. Onun Can Yayınları’ndan çıkan Ortaçağı Düşlemek yapıtı bu döneme ilişkin çok önemli görüşlerini içeriyordu. Şimdi de Alfa Yayınları tarafından Eco’nun editörlüğünü yaptığı 930 sayfalık Ortaçağ  çalışması yayımlandı. Eser, gerçekten de o dönemi çalışmayan bilim insanları dışındaki okurun gözünü korkutacak denli hacimli üstelik de içeriği açısından ağır. Ama Eco’nun ‘Ortaçağ Ne Değildir?’ başlıklı giriş yazısı, kitabı edinmek için yeter de artar. Ortaçağ’ın ne Disneyland’da bulunan şatolardaki gibi uzun kuleli yapıların olduğu ne de insanların her zaman Engizisyon Mahkemesi tarafından ateşte yakıldığı bir çağ olmadığını anlatıyor. Yani Eco’nun giriş yazısı, Ortaçağ’a ilişkin mitleri kırarak ilerliyor. Eco bu deneme kitabında çok açık yazdığı bir gerçeğin tozunu silkeliyor: Ortaçağ elbette Batı Roma’nın Avrupa’daki egemenliğinin bitmesinin ardından toplumların savaşlar, göçler ve mezhep mücadeleleriyle geçen kanlı ve vahşi döneminin adı. Ve yine Ortaçağ’da tarıma dair kimi gelişmelerle, at binciliği konusundaki bazı yenilikler dışında ortada kayda değer ne bir gelişme ne de bir icat söz konusu değil. Fakat Ortaçağ’ı hem Eco’nun hem de bizim gözümüzde önemli kılan unsuru, bugünün ‘Uzay’ ya da ‘En modern çağ’ adı verilen tarihin aslında Ortaçağ’ın tekrarı olduğu düşüncesi. 

TARİH TEKERRÜRDEN İBARET

Nasıl ki Ortaçağ’da şehirlerin etrafına kümelendiği derebeylikler ve onların Disneyland’daki gibi olmasa da kalelerinin surlarına yaslanmış ve oradan geçinen halkı varsa, günümüzün de tıpkı Ortaçağ derebeyleri gibi şehrin en yüksek yerlerine inşa edilen gökdelenlerinde, şehri yöneten milyarlık şirketleri ve oradan geçinen halkı var. Nasıl ki Ortaçağ’da ehlileştirilmiş bir Arap atına sahip olmak, mesafeleri daha çabuk almak için zenginlerin yani halktan topladıkları vergilerle yaşam süren soyluların bir ayrıcalığıysa bugün de ambleminde at resmedilen spor otomobiller tıpkı Ortaçağ’daki gibi gücün, zenginliğin ve aynı zamanda dokunulmazlığın sembolü. Zaten bugünün büyük şehirlerin bin yıl öncesinin Ortaçağ’ındaki şehirlerinde her sokak başında karşınıza çıkan elleri silahlı soyguncu, tecavüzcülerinden kat be kat fazla var olduğu için güvenliğin Ortaçağ ile aynı olduğunu söylemeye gerek yok. 

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Eco’nun neden Ortaçağ ile bu denli ilgilendiğini anlamak olası. Eco, kimi zaman kapalı kimi zaman doğrudan dile getirdiği gibi günümüzü Ortaçağ’ın yasalarla güvence altına alındığı iddia edilen fakat asılında hiç de farkı olmayan bir yansıması gibi görüyor. Bu nedenle günümüzün göstergebilimi yerine Ortaçağ’ı anlatarak aslında tarihin neden tekerrürden ibaret olduğunu söylüyor. Eco’nun modern klasik edebiyat başyapıtı Gülün Adı ise ayrı yazı konusu.

ÖNERİLEN VİDEO

Doğal gaz patlaması saniye saniye görüntülendi

Kapat
Video yükleniyor...