Milyonlarca hayran toplayan filmlerin devamının çekilmesine alışığız. Konu süper kahramanlarsa bu daha çok beklenir. Tek problem senaryoda artık tıkanmış Hollywood’un yeniden çevrimler yaparken bilindik kahramanları tekrar yaratma çabası. The Wolverine buna tam da uymuyor. Çünkü Batman, Superman, Örümcek Adam gibi seriler kahramanlarının karakterleriyle de oynanarak farklı bir yapıya büründürüldü ama The Wolverine’de başka durum söz konusu...
X-Men, tek karaktere dayalı olmayan pek çok küçük hikayenin birleşmesiyle bütünlük sağlayan bir dünya. Her küçük hikaye bir karakter aslında ve Wolverine de onlardan biri. Bu hafta vizyona giren film sadece Wolverine üzerine kurgulanmış, genel X-Men yapısından farklılık gösteren bir hikaye. Tabii bir de filmin Japonya’da geçmesi var. Mekan çok önemli, öyküde her şeyi farklılaştırabilir. Yakuzaları, samuraylarıyla bizi ve Wolverine’i bambaşka yerlere götürüyor.
SINIFTA KALIYOR
1970’lerin sonunda sinemalarımızda gösterilen kung-fu ve karate filmlerinin havasını yaratıyor The Wolverine. İki tür yapı aynı hissi uyandırır: westernler ve karate filmleri. İkisinde de düello sahneleri hem finaldir hem de konunun temelini oluşturur. Eh, bu anlamda baktığımız zaman zaten The Wolverine kaidelere sonuna kadar uyuyor. Hikayenin bazı bağlantıları olmasa filmin X-Men serisiyle ilişkisi iyice havada kalır. Wolverine’in elinden çıkan bıçaklar ve vücudunun kendini yenileme hızı, bir de Femke Janssen’in canlandırdığı Jean Grey’in sürekli Wolverine’in rüyalarına girerek onun zayıflığının veya dramının ifadesi olma durumu. Bu ikisini alsak ve filmi yeniden kurgulasak iyi bir macera filmi çıkar ortaya. Ama bir X-Men olmaz tabii. The Wolverine filminin X-Men serisiyle kurulan bağlantısının çok suni olduğunu düşünüyorum. Benim gibi X-Men hayranları için böylesi suniliğin can sıkıcı olduğunu söylemeliyim.
Filmin konusunu özetlersek, Wolverine geçen filmde Gray’i öldürdükten sonra inzivaya çekilmiş artık kimseye zarar vermeme doğrultusunda bir karar almıştır. Fakat bir gün Yukio çıkagelir ve Japonya’da ölmekte olan patronu Yashida’nın son isteğini ona ulaştırır. Yashida, Wolverine’in 1950 yılında Nagazaki’ye atom bombası atıldığında canını kurtardığı bir Japon askeridir. O günden sonra Yashida güçlü bir işadamı olmuş, ülkesinde sözü geçen bir ailenin reisidir. Wolverine istemese de yaşlı adamın arzusunu kıramaz ve Japonya’ya gider. Aşk, dram, aile entrikaları ve yakuzalarala dolu bir maceranın içine girer. Filmin yönetmeni James Mangold, 3:10 to Yuma, Walk the Line gibi filmlerdeki performansıyla ‘İyi’ diye nitelendiğimiz bir isim. Ama son filminde bilinçli veya hataya düşerek inanılmaz klişeye dayanmış. Tarzı da olabilir tabii ama Tarantino’nun verdiği klişe film örnekleriyle karşılaştırdığımızda sınıfta kalan bir yapım The Wolverine.
Filmin senaryosunu beğensek de özellikle kamera açıları bile filmin yapaylığını destekler durumdaydı. Bir de filmin Japonlar’a bakış açısı var. Açıkçası birçok Hollywood filminde rastladığımız rahatsız bakış açısı yine karşımıza çıktı. İki kız karakter dışında bir tane bile iyi Japon yok. Özellikle ailenin reisi Yashida kendisine yapılan iyiliklere rağmen sergilediği tutumla Amerikan toplumunun genelinin Japonlar’a bakış açısını yansıtıyor: Hain, acımasız çekik gözlü...
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen: James Mangold
Senarist: Mark Bomback
Oyuncular: Hugh Jackman, Brian Tee, Will Yun Lee, Hiroyuki Sanada
Tür: Fantastik
Yapım: 2013, ABD, 126 dakika.