20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Yıldırım Bayezid nasıl öldü?

Feridun Emecen’e göre Fatih’in örnek aldığı, Niğbolu’da çeyrek milyon Haçlı’yı dize getiren ve Anadolu birliğini kurma konusunda büyük gayret sarf eden Yıldırım Bayezid Han, 8 Mart 1403’te artık herkesin bildiği gibi esaret altında bahtsız bir şekilde öldü. Demir kafes ve intihar gibi söylentiler dilden dile dolaşsa da, 8 aylık esaret ve ölüm şekli hakkında bilgimiz az. Peki çağdaş kaynaklar bize bu konuda ne söylüyor? Birlikte bakalım. 

M. HAKAN KEKEÇ9 Mart 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Yıldırım Bayezid nasıl öldü?

Osmanlı’nın dördüncü sultanı (aslında üçüncü demek gerekir) Yıldırım Bayezid, Ankara Meydan Muharebesi’nde (1402) Emir Timur’a karşı aldığı ağır mağlubiyeti, sekiz ay süren esareti ve nihayetinde esaret altında gerçekleşen ölümü nedeniyle hanedan arasında ‘söylencelere’ en çok konu edinilmiş (ve hâlâ da edinilen) isimdir. Söylencelerin ana eksenini üç ‘detay’ oluşturur: Bayezid’in Sırp eşi Maria Olivera Despina Hatun, demir kafesle gezdirilme ve yüzükteki zehir.

Maria Olivera Despina üzerinde üretilen menfi fikirleri hâlâ ciddiye almak gerekir mi, bilmiyorum. İmparatorluğun son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘Bayezid’i kötüle, Timur’u ise öv’ modası vardı. Öyle ki bu modaya ‘İslamcı, sağcı, gelenekçi’ olarak bilinen isimler dahi kapılıyordu. Güya ilk yabancı kan Despina yüzünden hanedana ‘zehir’ karışmış ve Bey Sarayı’nda (Bugün Bursa Tophane’de olması gereken ama üzerinde anlamsız bir askeri lojman olduğu için kayıp olan Saray) içkili eğlenceler tertip edilmeye başlanmıştı. Herhalde duysa, buna en çok, Bayezid’in babası -annesi Holofira adlı bir Rum olan- Murad Hüdavendigar gülerdi. 

Konusu açılmışken bahsetmek gerekir: Dönemin hemen hemen her hanedan evliliğinde olduğu gibi Bayezid – Despina evliliği de siyasiydi (gönül birlikteliğinden de kaynaklanabilirdi, sakınca yoktur): Anadolu Birliği kurmak isteyen Sultan (ki Timur’u üzerine çekmesinin birinci nedeni budur), geride kalan Rumeli’deki birliğin sağlamlığı için Sırplar ile anlaşmış, despot Stefan Lazareviç’in kız kardeşiyle evlenmişti. Sırplardan askeri destek de alınırdı. Tarihçi Neşri, Ankara Muharebesi’nde de yer alan Sırp birliklerini Timur’un “Kusursuz harp ettiler” diyerek övdüğünü söyler. Eğri oturup doğru konuşmak gerekir: Şehzadelerin ve birçok uç beyinin kaçtığı o fena meydanda Sultan’ı yalnız bırakmamışlardı. Bu sadakati sağlayan işte sözkonusu siyasi evliliktir. 

'TAHTIREVANA KAFES DİYEN İDRAKSİZ'

Demir kafes meselesine gelelim… Yılmaz Öztuna, Bizanslı çağdaş kaynak Dukas’tan aktarıyor: “(Timur Ankara’nın ardından ilk Kütahya’ya uğramış, burada bir ay kalmıştı). Mehmed Çelebi babasını esaretten kurtarmak için Kütahya’ya casuslar göndermişti. Esirler arasında bulunan vezir Firuz Paşa da bu projenin içindeydi. Mehmed’in adamları Sultan Bayezid’in bulunduğu otağa (dikkat edelim, otağa) doğru yer altından tünel kazarlarken Timur’un hassa askerleri tarafından yakalandılar. Sabaha karşıydı ve bir gürültü kopmuştu…” Aynı kaynak, ordugâhta serbest dolaşan Musa Çelebi’nin de (Musa Çelebi diğer şehzadelerin aksine babasıyla esir düşmüştü) Bayezid’i kurtarmak için teşebbüste bulunduğunu yazıyor.

Bayezid’i kaçırma teşebbüslerinin üzerine Timur’un daha sıkı tedbirler düşündüğü muhakkaktır. Vezir Firuz Paşa gözdağı için idam edilmiştir mesela. Ardından işte o kafaları karıştıran, adına kafes de denen tahtırevan kullanılmaya başlanmıştır. Aşıkpaşazade, “Timur Han Bayezid’i tahtırevan gibi bir kafese yerleştirdi. Yolculukta kendi önünce yürütür, konaklarda yanında bulundururdu” bilgisini veriyor. Burada kullanılan ‘kafes’, acaibü’l-mahlukat ve garaibü’l-mevcudat gezdirir gibi bir kafes değildir. Sultanların Divan’da oturdukları bölüme de kafes denirdi. Hoca Sadeddin, aradaki farkı koyamayanlara açıkça ‘idraksiz’ ifadesini kullanıyor. Avusturyalı tarihçi Hammer de demir kafesin katiyen masal olduğunu vurguluyor. Timur tarihçilerinden Yezdi ile Şami’de de bununla ilgili bilgi olmaması (olsa fırsatı kaçırmayıp yazacakları muhakkak) demir kafes iddiasını kullanmayan tarihçilerin dayanakları arasında. 

Fuad Köprülü ise, Anadolu’da Bayezid aleyhtarlığı nedeniyle üretilen fıkralara itibar etmese de, Gibbon’ın “tahkir için değil, kaçmasına mani olmak için demir kafese kondu” fikrini sahipleniyor. İspat olarak da Timur’a düşmanlığı bilinen Ibn Arabşah’ın yazdıklarını ve ‘Rum – İran mücadelesi’nin geçmişinde bu uygulamaya gidildiğini anlatarak gösteriyor. Özet olarak kafes konusunda bir ortak görüş olsa da, ‘demir’ meselesinin üzerinde artık pek durulmadığını söylemek gerekir.

ÇAĞDAŞ TARİHÇİLER İHTİHAR DEMİYOR

Yıldırım Bayezid 8 Mart 1403’te (3 Mart diyen de var) Akşehir’de 43 yaşındayken esaret altında hayatını kaybetti. Esaret süreci gibi bu da ihtilafların bulunduğu bir konudur: Ecel mi, intihar mı?

Çok net çağdaş bir kanıt bulmadan Sultan’ın ölümü hakkında büyük harflerle konuşmak pek mümkün görünmüyor. Ancak kaynaklara ve bu kaynakların kendi kaynakları ile yazıldığı tarihlere bakılabilir. Muteber tarihçi Neşri, bir tanığın oğlundan (Muhammed b. Kutbeddin-i İzniki) bilgi aldığını belirterek “hummayı muhrika” hastalığından bahseder. Timur’un Mısır’a elçi olarak gönderdiği Mes’ud “Yıldırım’ın eceliyle öldüğünü” söyler. Timur’un tarihçisi Yezdi de “göğüs darlığı” notunu düşer. Yine bir çağdaş kaynak olan Dukas intihardan bahsederken “Birçoklarının dediğine göre” şerhini düşerek bir söylentiyi vurguladığını açıkça yazar. 

Bayezid elbette –Timur’un da teslim ettiği gibi- büyük bir gaziydi (din savaşçısı) ve Ibn Arabşah’tan öğrendiğimize göre “takva sahibi ve din konusunda katı”ydı. Böyle bir Müslüman’ın intiharı kafaları karıştırır. Aşıkpaşazade ile Hadidi yüzüğündeki zehirle intihar etti derken, “gurur kırıcı olaylardan ve Bayezid’in Semerkant’a götürüleceğini öğrendiğinden” bahsederler. Fakat bu noktada da tarihçilerin bir ihtimal üzerinde zamanla daha net durduklarını söylemek gerekir. O da ecel. Yılmaz Öztuna mesela Osmanlı Tarihi’nde “intihar değil, ecel” vurgusuyla kendini tashih eder çünkü çalışmasının eski baskılarında zehir içtiği yazıyor.