Amerika Birleşik Devletleri Kasım 2020 başkanlık seçimlerine doğru kaotik bir ortamda yol alıyor. Haftalardır süren ve 14 binden fazla kişinin tutuklandığı sokak olayları, pek çok savaştakinden daha fazla ABD vatandaşının hayatını kaybettiği yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, Büyük Buhran’dakinden daha fazla ABD’linin işsiz kaldığı ekonomik kriz, bu kaos ortamının sadece birkaç unsuru. Şimdiye dek hiç olmadığı kadar kutuplaşmış bir toplum, keskin ve ayrıştırıcı bir siyasi ortam, uzun süredir devam eden ve görmezden gelinen eşitsizliklerin ortalığa saçılması, merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki anlaşmazlıklar ve dünyadaki genel şartların kötüleşmesi de bu kaos ortamını besleyen faktörler arasında.
Sokaklar bir türlü durulmuyor
ABD’de siyahi George Floyd’un polis tarafından boynuna dizle bastırılmak suretiyle öldürülmesiyle başlayan gösteriler, 25 Mayıs’tan bu yana farklı yoğunluklarda devam ederek ülke gündeminden hiç düşmedi. Amerikan İç Savaşı’nın taraflarından Amerika Konfedere Devletleriyle ilgili, Amerikan yerlilerinin katledilmesinin başlangıcının sembolü olarak görülen Kristof Kolomb ve ırkçı uygulamalarla itham edilen pek çok tarihi şahsiyetin heykelleri hedef alındı. Protestolar çeşitli yerlerde yağmalama ve saldırı şekline dönüştü. Birçok yerde şiddet olayları yaşandı. Örneğin, Seattle’da bir kişi arabasını göstericilerin üzerine sürerek bir protestocunun ölümüne yol açtı. Hafta sonundaki şiddet olaylarında sekiz yaşındaki bir kız çocuğu da dahil olmak üzere beş kişinin hayatını kaybetmesi üzerine acil durum ilan eden Georgia Valisi Brian Kemp şöyle diyordu: “Barışçıl gösteriler tehlikeli ve yıkıcı amaçları olan suçlular tarafından gasp edildi. Şimdi masum Georgialılar hedef alınıyor, vuruluyor ve öldürülüyor. Bu hukuksuzluk durdurulmalı ve düzen yeniden tesis edilmeli.”
Bu süreçte Başkan Donald Trump protestoculara karşı çok daha sert bir söylem kullanmaya başladı. Örneğin, Beyaz Saray etrafındaki göstericilere sinirlenen Trump, eski avukatlarından John Dowd tarafından kaleme alınmış ve protestocuları “terörist” şeklinde niteleyen bir mektubu Twitter hesabından paylaştı. Mektupta geçen şu ifadeler tartışmalara neden oldu: “Lafayette yakınlarındaki sahte protestocular barışçıl ve gerçek değillerdi. Onlar, boş nefret dolu öğrencileri, yakmak ve yok etmek için araç olarak kullanan teröristler. Polis o sırada sokağa çıkma yasağı için hazırlanırken, bu kişiler polisi istismar ediyor ve onlara saygısızlık ediyorlardı.”
Protestocular, bu süreçte farklı eylem yöntemleri de denediler. Örneğin, 8 Haziran’da Seattle’da altı blok, bir polis karakolu ve bir parktan oluşan alanda polisin girmesine izin vermedikleri bir özerk bölge ilan ettiler. Her ne kadar Trump bu protestocuları “çirkin anarşistler” şeklinde niteleyip, Washington valisinden ve Seattle belediye başkanından bu bölgeyi hemen boşaltmalarını istese de ilk aşamada pek umursanmadı. Hatta Belediye Başkanı Jenny Durkan, bu alanın eğlence partisi atmosferinde olduğunu öne sürerek, hemen müdahale etmeyi reddetti. “Bu bir silahlı işgal ya da askeri cunta değil. Şu anda insanlar için tehdit oluşturmuyor” diyerek göstericileri savundu. Fakat kısa bir süre sonra bölgede yaşanan güvenlik problemlerine polisin müdahale edememesi büyük bir sorun haline geldi. Bölgeden farklı zamanlarda silah sesleri yükseldi. Dördüncü vakada ise 16 yaşında bir gencin vurularak hayatını kaybetmesi ve 14 yaşında bir diğer gencin silahla ağır yaralanması işlerin rengini değiştirdi. Seattle Polis Şefi Carmen Best, “Artık yeter, bölgeye girebilmemiz lazım” açıklamasını yaptı. Bunun üzerine, Belediye Başkanı Durkan’ın talimatıyla polis bölgeyi 1 Temmuz’da göstericilerden temizledi.
Henüz sona erme emaresi göstermeyen gösterilerin yoğunluğu dalgalı bir seyir izliyor. “Siyahların Hayatı Değerlidir” (Black Lives Matter) protestocularının uzun gösterilerin ardından artık etkinliğini yitirdiğini öne süren Trump, göstericilere ilişkin şu ifadeleri kullanıyor: “Protestocular, anarşistler, teröristler ve yağmacılar ve son birkaç hafta içinde çeşitli yerlerde yürüyen tüm insanlar… Artık hızları söndü. Biraz enerji kaybettiler. Bu iyi bir şey. Çünkü açıkçası çoğu neyi protesto ettiklerini bile bilmiyor.”
Gösterilerin etkisinin bir şekilde seçimlere kadar devam edeceği anlaşılıyor. Demokrat Parti taraftarları protestoların büyük oranda barışçıl olduğunu öne sürüyor. Irkçılık ve adaletsizlik gibi ABD toplumunun temel problemlerini çözme gayesi taşıdığını söylüyor. Cumhuriyetçi Parti ve özellikle Başkan Trump ise protestolardaki şiddet kullanımına vurgu yapıyor. Gösterileri sivil hak arama eylemleri olarak görmek yerine, ayaklanma, kalkışma, anarşizm, vandalizm ve hatta terörizm gibi kavramlarla tarif ediyor. İki taraf da ikna kabiliyetleri ölçüsünde bu olaylardan seçimde kârlı çıkma hesapları yapıyor.
SALGIN OLANCA ŞİDDETİYLE DEVAM EDİYOR
Mevcut durum itibarıyla ABD 3 milyondan fazla vaka ve 135 binden fazla ölüm ile Kovid-19 salgının dünya genelindeki merkezi olma özelliğini sürdürüyor. Bunda Trump yönetiminin salgın tehdidinin boyutlarını anlamakta epey geç kalmasının ve uzun süredir kronik problemler yaşayan Amerikan sağlık sisteminin hazırlıksız yakalanmasının büyük rolü oldu. Salgının başlamasından kısa bir süre sonra ABD hastanelerinde tıbbi malzeme yetersizliği baş gösterdi. Merkezî yönetim, eyaletlerin ulusal stoklardan siparişlerini karşılamada yetersiz kaldı. Her eyalet kendi sorunlarını kendi yöntemleriyle çözmeye çalışırken, Amerikan sağlık sisteminin ne denli bölünmüş ve yetersiz olduğu görüldü.
Oldukça kutuplaşmış şekilde karşılıklı suçlamalar ve ağır hakaretlerle devam eden başkanlık seçimleri kampanya süreci de bu salgından önemli oranda etkilendi. Başkan Trump durumun iyiye gittiği ve salgınla mücadelede ABD’nin başarılı olduğu mesajlarını verirken; Demokratlar yaşanan sağlık felaketinden Başkan Trump’ı sorumlu tutuyor. Böylelikle salgına karşı ortak mücadele tavrı sergilemek bir yana; salgın konusu da siyasi ayrışma vesilelerinden biri haline geldi. Trump yönetimi salgının sorumlularını dışarıda aradığını çeşitli vesilelerle gösterdi. Bu kapsamda öncelikle virüsün ortaya çıkışından dolayı Çin’i hedef alırken; suç ortağı olmakla itham ettiği Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) üyeliğinden de resmen çekildiğini açıkladı.
Salgının ABD ekonomisi üzerindeki yıkıcı etkileri de her geçen gün ağırlaşmakta. Normale dönüş çabalarıyla birlikte kayda değer iyileşmeler gerçekleşmeye başlamıştı. Örneğin, açıklanan teşvik paketleri sayesinde Haziran ayında 4,8 milyon Amerikalı yeniden iş sahibi oldu. Otel ve restoran rezervasyonları, hava yolcusu sayıları, ev satış rakamları gibi alanlarda da kısmi yükselmeler gerçekleşti. Fakat, bir an önce normale dönebilmek için atılan adımlar sonrası vaka sayılarının tekrar hızla yükselişe geçmesi, seçim öncesi ekonomide hızlı düzelme beklentilerini sarsıntıya uğrattı. Pek çok sektör, kaldırılan önlem ve kısıtlamaları tekrar hayata geçirmek zorunda kaldı. Salgının kısa sürede tekrar hız kazanması, geleceğe dair karamsarlığı artırdı.
Ekonomik başarı, Donald Trump için seçime doğru ilerlerken en önemli kartlardan biriydi. Azil sürecini kazasız atlatması ve Demokratların aday belirlemekte zorlanması gibi sebeplerle sorunsuz bir seçim süreci geçireceğini düşünürken, bir anda beklenmedik şekilde ortaya çıkan Kovid-19 salgınının ve ekonomik krizin yıkıcı etkileri onu zor durumda bıraktı. Bu süreçte Demokratların önemli bir kısmının içine sinmeyen bir aday olan Joe Biden’ın seçilme umudu arttı. Yapılan kamuoyu yoklamalarında seçim için kritik bazı yerlerde Biden’ın Trump’ın önüne geçtiği görülüyor. Bu da Trump’ı yeniden kalabalık miting programına dönme, reklamlara ağırlık verme, başarıları ön plana çıkarma, dış düşman üretme, Demokratları ve göstericileri suçlama gibi taktikler geliştirmeye yöneltti. Salgın-sonrası dünyada pek çok konuda belirsizliklerin ve bilinmeyenlerin hâkim olduğu görülüyor. Yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri de bu konuda istisna değil.