ABD anayasasının 2. maddesi yürütme yetkisini ‘Başkan’a vermiştir. ABD Kongresi’nin görevlerini anlatan 1. maddenin kesin görev sıralamasının aksine, 2. madde Başkan’ın görev çerçevesini oldukça genel belirlemiş, detaylandırmamıştır. Bu da başkanlık makamını siyasi sistem içinde yetkileri ve gücü en fazla genişleyen makam haline getirmiştir. Amerikan sisteminde tahterevalli misali işleyen federalizmin tersine, başkanlık makamında yetki bir kez başkana geçtiğinde geri verilmemiş ve burada kök salmıştır. Özellikle dar zamanlarda, ekonominin ya da milli güvenliğin tehlikeye düştüğü anlarda halk, bu yüzden derdine derman olarak başkanı görmüştür.
Başkanı Güçlendiren Anti-Federalist
En sevdiğim kurucu liderlerden biri olan ve güçlü bir anti-federalist, yani güçlü federal hükümete karşı olarak bilinen 3. ABD Başkanı Thomas Jefferson dahi, başkanın elindeki gücün istemeden de olsa artmasına yol açmıştır. 1803’te Kongre’ye haber vermeden Louisiana eyaletini alma kararı veren Jefferson, Kongre bu kararını onaylamasına karşın, tüm inançları alabora ederek, tarihe kendi düşüncesinin aksine başkanın yetkilerini arttıran lider olarak geçmiştir. Kongre ise diğer federal ve eyalet kurum ve mahkemelerinin tersine, bir kez bir başkan bu gücü genişlettiğinde bu yetki sonradan gelen başkanlar tarafından iade edilmemiştir. İşte Amerikan başkanlık makamının güç ve sorumluluklarının anlaşılmasının en çetrefilli yanı, bu genişleyen güç sistemidir. O nedenle, Amerika defalarca –1973 Savaş Yetkileri yasasına rağmen—Kongre’nin onaylamadığı, yani “ilan edilmemiş” savaşlara girmiştir. Amerikan başkanları, diğer tüm ülkelerde seçim yarışı yapan siyasiler gibi seçim kampanyasında seslerinin kısılması pahasına verdikleri sözlerin hepsini tutamaz ve vaadlerinin hepsini yerine getiremezler. Lakin pek çok dillendirilmemiş sözü yerine getirme yetkileri vardır. Bu nedenle önümüzdeki 4 yıl için ABD başkanının kim olacağı 4 yıldan sonra da devam edecek etkileriyle hem ABD hem de dünya için oldukça önemlidir.
Amerikan Seçmeni Kimdir?
Amerikan sisteminde kayıtlı seçmenlerdir oy kullanma hakkına sahip olanların % 70 ila %75’inden ibarettir. Çünkü ABD’de seçmen kaydı otomatik değildir. Yani milyonlarca oy verme hakkı olan ama hiç kayıt yaptırmamış Amerikalı var. Bu kayıtlı kesimin bir kısmı ise oy vermemeyi tercih ediyor. Kaliforniya gibi en yüksek oy kullanma oranına sahip eyaletlerde bile oy kullanma oranı yalnızca %50 ila %60 arasında değişir. Amerikan vatandaşının özellikleri değişirken –daha koyu tenli, daha az Protestan, daha fakir—Amerika’da oy verme olasılığı yüksek olanların özellikleri ise değişmiyor. Eğitim düzeyi ve bireysel zenginlik arttıkça o kişinin oy verme olasılığı artıyor. Bir başka deyişle, oyun hangi eyalette verildiğinin önemli olması kadar, oyu verenlerin kimliği de önemlidir. Amerika’nın, özellikle de Cumhuriyetçilerin tabanı olarak bilinen beyaz-Protestan-Anglo-Sakson nüfusun oran olarak 2050’de azınlık haline dönüşeceği biliniyor, ama şu anda oy vermek için kayıtlı seçmenin çoğunluğu hâlâ bu gruba dahildir.
ABD Seçim Sistemi
Amerikan seçim sistemi, dışardan bakıldığında karışık, köhne, entrikalara açık görünmesine rağmen aslında kökeninde oldukça sağlam bir temele dayanıyor. Şöyle ki, yasama, yürütme ve yargının seçilme yöntemleri, ve temsilcilerin görevde kalma sürelerinin farklı olması sistemin en önemli sigortası niteliğinde. O nedenle “seçici delegeler” eskimemekte. Ayrıca seçim kanunlarının sık sık değişmemesi de hem sisteme saygıyı, hem oyunun kurallarına uyulmasını gerektiriyor. Seçim bittiğinde herkes dostça el sıkışabiliyor. Amerikalılar, eğer nefret edilecek, kızılacak bir durum oluşursa bunu “bir oyun” olarak niteler, “oyunculardan nefret edilmemesini” gerektiğini anımsatırlar. Her ne kadar olumsuz reklamların sayısı ve yoğunluğu artsa da, bu ‘negatif kampanyalar’ genellikle adayların politik seçimleriyle ilgilidir, kişilikleriyle değil. Bu nedenledir ki, Mitt Romney’nin dini inançları genel seçimlerde Türkiye’de vurgulandığından çok daha az mevzu edilmiştir. Özellikle Kaliforniya eyaletinde bunu önemseyen hiç kimseye rastladığımı hatırlamıyorum.
Seçmen Neye Oy Verdi?
Bu seçimlerde, içinde bulunduğumuz ekonomik zorluklardan ötürü pek çok önemli ve uzun vadeli etki taşıyan konu gündeme getirilemedi. Seçim platformunda yer almayan konular arasında küresel ısınma ve diğer çevre konuları da vardı. Sanılanın aksine, “eşcinsel evlilik kanunları” ve “kürtaj” konusu, bu seçimlerin en belirgin konuları arasına giremedi. Daha çok kadınların sağlık sigortasında daha fazla ödeme yapmaları, doğum kontrol gereksinimlerinin sigorta tarafından karşılanıp karşılanmaması ve ordudaki “sorma, söyleme” sisteminin kaldırılması konuları asıl belirleyici maddeleri oluşturdu. Belki oy vermekle ve hatta seçmen kaydı yaptırmakla uğraşmayacak pek çok Amerikalı bu konular nedeniyle uzun kuyruklara girmeyi göze aldı. Belki Ortadoğu’yla Amerika arasında bu yıl en yoğun görülen yakınlaşma kadın olmanın getirdiği ekstra bedel oldu. İlk kez Todd Atkin sayesinde bizim kuşağımız “yasal tecavüz” adında akıl almaz bir kavramla tanıştı. Eros, ABD’de de Ortadoğu gibi Demos’un içinde şaşırtıcı yerini buldu. Tüm bunlar olurken, öyle ya da böyle hepimiz bize gül bahçesi vaad eden aday(lar) için oy verdik. Demokrat ve/ya Cumhuriyetçi. En önemlisi vaadlerine bizleri inandırdıkları için vaktimizi ve enerjimizi harcadık. ABD’ye ve tüm dünyaya hayırlı olsun!